Ayrım yapmaksızın her türlü kültür ürününü tüketmek nasıl bir şey? Yani hem operaya gideceksin, hem tiyatroya, hem televizyonlarda popüler dizileri izleyeceksin, yarışma, yemek, azcık da modern çöpçatan programları, heavy metal de dinleyeceksin, punk da takılacaksın, biraz ondan biraz bundan, suşi mi, spagetti mi, yok yok ikisini birden, sonra boks ve sumo güreşlerini seyredeceksin, futbol başat, ama baleyi atlamayacaksın, ha! bu arada ıpod, dart, okey ve tavla - ama hepsi birden- zevklerinin arasında... ‘Dövüş kulubü’nü de seyredeceksin/okuyacaksın, Bukowski o var zaten, ‘Arkadaşımın Evi Nerede’yi de seyredeceksin -Kiarostami’yi yâd etmeden olmaz-, amaa! Mahsun Kırmızıgül’ün filmlerini es geçmeyeceksin... Üç günde üretilen belgesel fotoğraf sergilerine de gideceksin, sipariş üzerine yazılıp iki yüz elli bin basan romanları da okuyacaksın... Yani hiçbir kültür ürünü sana yabancı değil. Kendini, çeşitli zevklerden mahrum bırakacak biri olarak tanımlamıyorsun. Zor beğenen seçiciliğe karşın her şeyi tüketmeye istekli oluyorsun.

Ben biraz abarttım, ama bu tip insanları; Zygmunt Bauman ‘Akışkan Modern Dünyada Kültür’ adlı kitabında (buna postmodern dünya da diyebiliriz) ‘kültürel elitler’ olarak tanımlıyor.

Bu bir zevkle (ince olan), diğerinin (kaba olan) karşılaştırılması mı, yoksa tekçi arayışlara karşı, farklı şeyleri öğrenme arzusu mu? Çabuk sıkılmak mı, çabuk bıkmak mı, çabucak yeni kaynaklar aramaya koyulmak mı? Kültürel elitler her şeyi tüketmeye istekli. Çokça moda da kokuyor. Elbet bunun da bir ekonomisi var. Tüketici odaklı ekonominin mantığına uygun, üst model cep telefonu mu çıktı, bilgisayarın çok kısa bir zamanda demode mi oldu hoop çöpe... Kültürel ürünler deyince ilk akla gelen sanat ürünlerinin de modası-trendi oluyor.

“Akışkan modernliğin ütopyası... Ele geçirilmesi imkânsız modanın peşinde dönen bir hayatın ütopyası, ister gerçek, ister sahte olsun, hayata anlam vermeyen bir ütopyadır. Sadece hayatın anlamını aklımızdan silmeye yardım eder. Hayatın akışını sonu olmayan, hep kendinden bahseden bencilce davranış ölçüsüne dönüştüren, yaşanan her deneyimi bir sonrakinin başlangıcına dönüştüren moda, ne yönünün belirlenmesine, ne de hayatın anlamının dönüştürülmesine izin verir,” diyor Bauman.

Fast-food gibi ayaküstü tüketilen sanat ürünlerine müşteri olmamız istenmekte. Müzisyen Ahmet Aslan; “Bizim çocukluğumuzda bir kaseti altı ay dinliyorduk. Şimdi öyle değil bir saat dinleyip çöpe atabilirsin. Buna etki eden şey de prodüksiyondur. Şirketlerin ürettiği müzikler söz konusu, şirketler sabun da üretiyor. Müzik de aynı sabun gibi eritilip tüketiliyor. Fabrikasyonun böyle bir sonucu vardır. Ama her şeyin dışında asıl soru nasıl tüketildiğidir,” derken haksız mı?

Sanatın kitlelerle bütünleşme problemi de işin başka bir boyutu. Sanatın elitleştirme meselelerinden ayrı değil. Sanat eserinin sunum biçimlerinin sanat kurumları tarafından tektipleştirilmesi de sermaye sanat ilişkisinden bağımsız değil. Kültürel elitler bu yapılarla beraber şekilleniyor.