Amerika’nın Sesi radyo yayınları ve Amerikan Enformasyon Servisi tarafından servis edilen sayısız çeviri yazıyla da toplumda olumlu bir Amerikan imajı oluşturulmaya çalışılıyordu. Orta sınıf Türk ailelerine hitap eden Aile gibi Reader’s Digest çevirileriyle donatılan popüler dergilerle birlikte orta sınıf Türk ailelerinin tüketim alışkanlıkları artık Amerikan yaşam tarzı üzerinden tanımlanıyordu. 23 Nisan Çocuk Haftası nedeniyle artık sinemalarda “Walt Disney” çizgi filmleri gösteriliyor, Hollywood filmleri sinemaların vazgeçilmezleri arasına girerken artık magazinin en önemli gündem maddelerini Hollywood yıldızları belirliyordu.

Kültürel Soğuk Savaş ve Amerikanlaşma üzerine

ATAKAN YILMAZ

Christopher Lasch 1968 yılında yayınladığı “Kültürel Soğuk Savaş: Kültürel Özgürlük Meclisi’nin Kısa Tarihi” adlı makalesiyle Soğuk Savaş literatürüne çok geniş bir tartışma konusu kazandırdığının hiç şüphesiz farkında değildi. Lasch, bu çalışmasında 1950 yılında Batı Berlin’de düzenlenen bir toplantı sonucu kurulan ve daha sonrasında Paris’te kurumsallaşacak olan, CIA ve Ford Vakfı gibi Amerikan devlet ve özel kuruluşları tarafından fonlanan, Kültürel Özgürlük Meclisi adlı organizasyonun dünya çapında entelektüeller üzerinde giriştiği global seferberliğe odaklanıyordu. Organizasyonun Berlin’de düzenlenen kuruluş toplantısında Bertrand Russell, Arthur Koestler, Benedetto Croce, Melvin J. Lasky gibi entelektüeller de bulunuyordu. Organizasyon, manifestosunda hiçbir politik teori veya felsefenin ya da ırk, ulus, sınıf ve dinin herhangi bir şekilde özgürlük fikrini tekeline alamayacağını ifade ederek son derece geniş bir çerçevede kendisini tanımlıyordu. Ancak, organizasyonun CIA tarafından güdülen asıl amacı Batı Avrupalı “Sovyet komünizmine karşıt sol entelektüeller” arasındaki Sovyet karşıtı görüşleri çeşitli kuruluşlar altında birleştirebilmek ve Sovyetlere karşı bu koldan da ideolojik bir mücadeleye girişebilmekti. Kültürel Özgürlük Meclisi, bu amaç uğruna Britanya’da Encounter, Almanya’da Der Monat ve Fransa’da Preuves başta olmak üzere Latin Amerika’dan Orta Doğu’ya ve hatta Uganda’ya kadar uzanan geniş bir yayın çevresi oluşturdu. Meclis, yayıncılık faaliyetleri dışında konferanslar, seminerler ve çeşitli kamuoyu kampanyalarıyla çok geniş bir kesime görüşlerini sunabilme imkânına erişti ve Sovyetler Birliği’ne karşı ideolojik mücadelesini bu kanal üzerinden yoğun bir şekilde sürdürdü.

Christopher Lasch’ın bu çalışmasından sonra, Meclis’in Avustralya’daki yayın organı Quadrant’ın eski editörü olan Peter Coleman’ın 1989’da yayınladığı Liberal Komplo çalışması gibi Meclisin faaliyetlerini komünizme karşı yürütülen zorunlu bir mücadele olarak tanımlayıp meşrulaştırma çabaları olurken, belki de Kültürel Soğuk Savaş” literatürünün yörüngesini değiştirecek çalışma Frances Stonor Saunders’ın Parayı Verdi Düdüğü Çaldı: CIA ve Kültürel Soğuk Savaş kitabıyla geldi. Saunders tarafından yürütülen tartışmanın odak noktalarından biri, Meclis faaliyetlerinde yer alan entelektüellerin fikir ve görüşlerinin onların hür iradelerini yansıtıp yansıtmadığı ve CIA’nın bu entelektüeller üzerinde nasıl bir tahakküm kurduğuna yönelikti. Saunders’a göre, Meclis’in faaliyetlerine katılan entelektüeller özgür veya otonom hareket ettiklerini düşünseler veya CIA fonlarından haberdar olmadan bu faaliyetler içerisinde yer alsalar bile yapısal olarak CIA’ya bağlı olduklarından fikirleri hür bir iradenin ürünü olamazdı. Saunders’ın bu fikirleri akademide konu üzerine yoğun bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Örneğin, İngiliz Encounter’ı inceleyen çalışmasında Hugh Wilford, Britanyalı entelektüellerin Encounter’ı büyük bir istekle sahiplendiklerini ve CIA’nın hiçbir zaman Encounter’ın yayın politikası üzerinde kesin bir kontrol sağlayamadığını iddia etmekteydi. Öte yandan, Saunders’ın çalışmasına en önemli katkılardan biri Scott Lucas’ın devlet-özel ağı (state-private network) konsepti ile ifade ettiği yeni bir yaklaşım ile geldi. Lucas bu konseptle birlikte CIA’nin global faaliyetlerinde yalnız olmadığını, özel kişi ve kuruluşlar tarafından desteklendiğini ve Amerikan devletinin özel kesimle ilişkilerinin birçok çelişki barındırdığını dile getiriyordu. Lucas’a göre, Amerika’daki anti-komünist entelektüeller, Meclis sürecinin CIA dışındaki aktif örgütleyicileri olurken, Amerikan sendikaları da kendi girişimleriyle Batı Avrupa’da Amerikan sendika sistemini benimsetecek bir kampanyanın aktif yürütücüleri oluyorlardı ve kimi zaman da bu isteklerinde devlet politikasıyla çelişecek kadar agresif bir tutum içindelerdi. Lucas, aynı zamanda yapılan çalışmalarda CIA’nın global ölçekteki faaliyetlerine verilen yüksek önemin dışında kültürün bu faaliyetteki mobilize edici gücüne odaklanılmasını, Amerikan kültürü ve fikirlerinin dünya çapındaki yayılımına verilecek lokal tepkilerin de önemsenmesi gerektiğini ifade ediyordu. Christopher Lasch’ın çalışmasından günümüze kadar uzanan zaman diliminde “Kültürel Soğuk Savaş” çalışmaları yalnızca CIA’nın anti-komünist faaliyetleri üzerinde sınırlı kalmadı. Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki kültürel ve ideolojik mücadeleyi bu süper güç mücadelesinin periferisinde kalan diğer ülkeleri de içine katarak; medya, popüler kültür, spor ve sinema gibi alanları da kapsayan çok geniş bir literatür oluşturdu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızla Amerikan yörüngesine giren Türkiye ise Amerikan propaganda ve kültür endüstrisinin faaliyetlerini yürüttüğü en özgün örneklerden birini oluşturdu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Türkiye’de yayılan “Sovyet tehdidi” söylemiyle zaten var olan anti-komünist paranoya, çok partili yaşama geçişle birlikte oluşan göreli özgürlük ortamında örgütlenme faaliyeti elde eden sosyalist örgüt ve yayınlar üzerine yoğun bir baskıyı ve yayın faaliyetlerinin durdurulmasını da beraberinde getiriyordu. Mehmet Ali Aybar tarafından kısa süreli olarak çıkarılabilen Zincirli Hürriyet gazetesi ve Aziz Nesin ile Sabahattin Ali tarafından ilk olarak Markopaşa adıyla ve daha sonra Malum Paşa ve Merhum Paşa gibi adlarla çıkarılan sol yönelimli dergiler dışında, politik ve günlük hayattaki Amerikanlaşmanın karşısında durabilecek her türlü örgütlü yapılanma da yok ediliyordu. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer de toplumdaki anti-komünist paranoyayı, gazetelerde ülkedeki komünist faaliyetler hakkındaki durumu ifade eden raporunun tam sayfa yayınlanması ve çeşitli anti-komünist söylemleriyle artırıyor ve Amerika’da McCarthy dönemi henüz başlamamışken bir Türk McCarthy profili oluşturarak McCarthyciliğin pratiklerini o dönemde sergileyebiliyordu. Dönemin gazeteleri, Sovyet casuslarının tüm dünyayı Sovyet kontrolü altına alabilmek için hazırladıkları kirli planları anlatan kısa hikâyelerle donatılırken karikatürlerde Sovyetler Birliği ve ülke içindeki “kökü dışarıda” olanlar şeytanlaştırılıyordu.

Amerikan “devlet-özel ağı” ise Türkiye ekonomisine Max Weston Thornburg gibi Amerikalı yetkililerin hazırladığı raporlar vasıtasıyla müdahale ediyordu. Thornburg, raporunda Türkiye’nin Amerikan yardımlarından yararlanabilmesi için kalkınma ve planlı ekonomiye dayalı devletçi pratiklerden vazgeçmesini öğütlüyor, Türkiye için öngördüğü ekonomik modelin temel prensibi ise sanayileşme yerine Avrupa’nın tarımsal periferisi olma statüsüne dayanıyordu. Öte yandan, Amerikan İşçi Federasyonu temsilcisi Irving Brown Türkiye’de Amerikan tipi ve anti-komünist sendika sistemini yaygınlaştırabilmek için İzmir ve İstanbul’a yaptığı ziyaretlerle işçi ve işverenlerle toplantılar düzenliyor, ziyaret sonrasında birçok Türk işçi Amerika’daki eğitim programlarına katılarak 1952’de kurulacak olan Türk-İş’in temellerini atıyorlardı.

Amerika’nın Sesi radyo yayınları ve Amerikan Enformasyon Servisi tarafından servis edilen sayısız çeviri yazıyla da toplumda olumlu bir Amerikan imajı oluşturulmaya çalışılıyordu. Orta sınıf Türk ailelerine hitap eden Aile gibi Reader’s Digest çevirileriyle donatılan popüler dergilerle birlikte orta sınıf Türk ailelerinin tüketim alışkanlıkları artık Amerikan yaşam tarzı üzerinden tanımlanıyordu. 23 Nisan Çocuk Haftası nedeniyle artık sinemalarda Walt Disney çizgi filmleri gösteriliyor, Hollywood filmleri sinemaların vazgeçilmezleri arasına girerken artık magazinin en önemli gündem maddelerini Hollywood yıldızları belirliyordu. Celal İncenin Amerika, Amerika/ Türkler dünya durdukça/ Beraberdir seninle/ Hürriyet Savaşında sözlerini barındıran Türk-Amerikan dostluk şarkısı dönemin radyo yayınlarının en popüler şarkılarındandı. Amerikanın toplumsal yaşamdaki popülerliğini gösteren ve toplumsal hafızaya kazınan en önemli örnek ise Missouri zırhlısının Türkiye’yi ziyareti olmuştu. Ziyaret şerefine hazırlanan özel sigaralar, posta pulları, ziyaret hakkında sinemalarda gösterilen özel kısa filmler ve Ankara Sakarya Caddesi’ndeki “Misuri Aile Lokantası, Pastane ve Birahanesi” Amerika’nın gündelik yaşamdaki popülerliğinin en bariz örnekleri olmuşlardı.

İşte Türkiye 68’e gelmeden böyle bir dönemden geçti. Anti-komünizm toplumdaki Amerikanlaşmanın en önemli karakteristiğini oluştururken Amerikan kültür endüstrisinin yarattığı olumlu Amerikan imgesi, Amerikan popüler kültürünün çekiciliği ve bu değerler sisteminin gönüllü alıcıları toplumsal ve kültürel yaşamdaki Amerikanlaşmanın yapıtaşlarını oluşturdular.