Kulüp

Yazmaya bir süreliğine ara vermemiş olsaydı, burada anlatmaya çalıştıklarımı bambaşka saptamalarla, sinema konusunda eline su dökemeyeceğim sevgili Selçuk’tan (Candansayar) okuyacaktınız. Zaten, dizi izlememeye yeminli olan beni, Kulüp’ü izlemem için zorlayan da oydu.

İyi ki zorlamış; büyük beğeniyle izlediğim dizide birçok sahne içime işledi. Daha önce hiç dinlemediğim şarkıları, bu topraklarda konuşulduğu halde unutulmaya yüz tutan bir dilde (Ladino) dinleyerek mest oldum.

Hikâye Mathilda’nın cezaevinden çıkışıyla başlıyor. Mathilda, sevdiği ve bebeğine hamile olduğu adamı, Varlık Vergisi sürecinde, yanında çalıştığı ve kendisini oğlu gibi seven babasına ihanet edip Aşkale’ye ölüme gönderdiği için vuruyor. Cezaevinde doğurduğu kızı Raşel onu tanımadan bir yetimhanede büyüyor. Çıktıktan sonra da her şeyiyle kendisini kızına adıyor.

Bundan fazlasını söyleyip de henüz izlememiş ama izleyebilecek olanların keyfini kaçırmayacağım. Ama bana en anlamlı gelen sahneyi anlatmam lazım.

Köyden İstanbul’a gelip de ucuz emek olarak Kulüp’te işe giren, burada yolu Mathilda ile kesişen ve Kulüp müdürü tarafından Cuma namazına gitmesine izin verilemeyen Türk gencinin Sefarad sözcüğünün anlamını öğrendiği bir sahne var.

“Sefarad, eskiden buraya göç eden Yahudiler, benim gibi” diye açıklayan Matilda’ya “Bizim gibi yani!” diyor o Cuma’ya gidişinden temiz bir inançla dinine bağlı olduğunu anladığımız Anadolu çocuğu.

“Bizim gibi yani!” Safiyane bir şekilde “biz” dediği Anadolu’nun Müslüman Türkleri.

Bu toprakların “biz”i o kadar büyük ki aslında. İsrail’e gidip yaşadığı her şeyi geride bırakmayı düşünen Mathilda’ya söylenen bir cümle öyle net çiziyor ki “biz”in altını: “Biz 400 yıldır buradayız, vatan yahu!”

Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut, Gürcü, Ermeni, Rum, Yahudi… Alevi, Sünni, Hristiyan… Hepsinin “biz” olduğu ve “vatan yahu” diye hissettiği bu topraklarda nasıl da acı çektirip kanattık o “biz”i!

Sinema ve kültürel çalışmalar da ilgi alanında olan siyaset bilimci arkadaşım Prof. Dr. Necmi Erdoğan, Yahudilerin Türk sinemasında stereotipik olarak verildiğini, cimri, paragöz, çıkarcı bir Yahudi imajının kökenlerinin Osmanlı’ya kadar gittiğini, son yıllarda ise yine stereotipik olarak bir eski İstanbul nostaljisi ile güzellemeler yapıldığını söylüyor.

Kürdü, Ermeni’yi, Rum’u, Alevi’yi… “Biz”im hangimizi hedef tahtasına oturtmadık ki o stereotipik temsillerle? İşte o yüzden, birisi “biz”den birini sadece olduğu gibi resmettiğinde yeniden “biz”in filizleri açıyor içimizde.

Kürdü, Ermeni’yi, Rum’u, Yahudi’yi, Alevi’yi, Ezidi’yi, Hristiyan’ı, tam da oldukları halleriyle sevebileceğimizi ve birlikte “biz” olduğumuzda, işte asıl o zaman dünyanın kıskandığı bir ülke olabileceğimizi görüyoruz.

Hiç konuşmadığımız ya da bir tek resmi pencereden bakarak konuştuğumuz Varlık Vergisi’nin, Vatandaş Türkçe Konuş kampanyalarının, 6-7 Eylül’ün “biz”i nasıl kanattığını “biz”in farklı pencerelerinden bakabildiğimizde görüyoruz.

Kulüp’te kimilerimizin ilk kez duyduğu bir dilde dinlediğimiz şarkılar, her penceresinden farklı bir müzik yayılan “biz”in, farklı sesler susturulmadığında nasıl büyüleyici bir senfoniye dönüşebileceğini fark etmemizi sağlıyor.

Yeter ki çarpıtmadan, abartmadan, damgalamadan olduğu gibi anlatabilelim “biz”i birbirimize… Sadece bunu yapabildiğimizde, öyle güzel olacağız ki.

Haydi, bulun internette bir yerde; Yasmin Levy söylesin siz dinleyin “Adio Kerida”yı (Elvada Sevgilim). Biliyorum, hüzünleneceksiniz. Ve düşünün nasıl büyük bir neşe ve mutluluk yaşardık, “Merhaba Sevgilim” diye söylenebilseydi o şarkı!