Aslında bu  konuda yazı yazmaya  niyetim yoktu.  Niyetim yoktu çünkü; hukukun, hatta sözün hükmünü yitirdiği bu günlerde gereksiz gibi kalıyor hukuk üzerine detay yazmak

Aslında bu  konuda yazı yazmaya  niyetim yoktu.  Niyetim yoktu çünkü; hukukun, hatta sözün hükmünü yitirdiği bu günlerde gereksiz gibi kalıyor hukuk üzerine detay yazmak. En önemlisi tutarlılığın yerini “ne söylesem gider” yaklaşımının aldığı; vicdan/bilim/ahlak gibi değerlerin/kaygıların yerine, nereye kapılanılmış ise orasının çıkarlarının savaşını vermenin “normal” sayıldığı, “hafızasız” medya ve hukuk ikliminde pek işe yaramıyor. Ama tartışma, bir dönem beraber iş tutan iki çetenin savaşı olmaktan çıktı. Önceleri hükümetin kontrolündeki medya ile Cemaat’in medyası arasında psikolojik harp olarak yürüdü. Her iki taraf da, “Kullanışlı “köşe yazarlarını, kerameti kendinden menkul “naylon” hukuk derneklerini, çetelerine intisap etmiş  emekli hâkim / savcıları, çok değil birkaç yıl öncesinde elbirliğiyle tuzak kurup Cezaevine koydukları mağdurları konuşturdular, yazdırdılar. Son günlerde siyasi parti temsilcileri ve en son Anadolu Alevi Bektaşi Federasyonun’un “iftarında” da açıklama yapıIınca yazmak elzem oldu. Hem madem ki, kavga hukuk terimleri üzerinden yürüyor biz de iki kelam edelim.
Konumuz Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Fethullah Gülen grubuna/yapılanmasına/Cemaati’ne yönelik başlattığı soruşturma. Cemaat ve hempaları bu soruşturmayı, kumpas, zulüm, tuzak, insanlık suçu, oyun, fişleme, ihanet, fitne, dehşet verici, ohal ilanı, skandal, vs gibi sözcüklerle tanımladılar. Cemaat ve AKP mutlu mesut günlerinde iken başka bir soruşturmayı engellemek için benzer bir “ön alıcı” kampanyayı beraber yürütmüşlerdi. “Papaz olmalarından” sonra, 17-25 Aralık’ta orta yere rüşvet ve yolsuzluk suçları dökülünce önce AKP, nerede ise aynı sözcüklerle Cemaat’i suçladı. Birkaç gün önce de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne verdiği talimat yansıdı ve bu kez Cemaat aynı sözcüklerle propagandaya başladı.
Tarafları ve enstrüman olarak kullandıkları “figürleri” kendi tutarsızlıklarıyla baş başa bırakıp Ceza Muhakemesi Kanunu’na (CMK) bakalım.  CMK Madde 160(1): Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle  suçun işlendiği İzlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. 160(2): Cumhuriyet savcısı, maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.
Yani savcı bir suç iddiası, ihbarı, haberi, şikayeti, vs ile karşılaşınca bunu araştırmak zo-run-da-dır. Bu kurala ceza yargılaması hukukunda “Kovuşturma mecburiyeti ilkesi” denir. Araştırma, dava açma ve davayı yürütme mecburiyeti gibi alt ilkeleri vardır. Basit suçlar ve bazı istisnalar dışında savcı bu mecburiyete uymak zorundadır. Bu yasa maddesindeki izlenim (eski yasada zehap kullanılmıştı) sözcüğü, soruşturmayı başlatan başlangıç şüphesi anlamında kullanılmıştır. Peki var mı böyle bir şüphe? Cemaatçilere sorarsanız yok! Hatta bazılarına  göre 2008 yılında verilen beraat kararı var elde! Hele bir de “Suç varsa tabii ki soruşturulsun” diyenler var ki onlara eski yazılarını ve açıklamalarını hatırlatalım: Cemaat mensupları  suçsuz ise soruşturma sonunda belli olur!
Her şeyden önce -aynı eylemlere ilişkin değilse - önceden verilmiş bir beraat kararı, sonraki suç iddialarının takipsiz bırakılmasını sağlamaz. Bunu savunmak ahmaklıktır. Soruşturmayı gerektirir nitelikte bir başlangıç şüphesi (izlenim) ya da ihbar olup olmadığına gelince; yalnızca Adalet Eski Bakanı’nın “Yargıtay’daki bazı dosyaların Yargıtay İmamı tarafından F. Gülen’in talimatına göre sonuçlandırılmasının sağlandığı” yönündeki açıklamaları, Hanefi Avcı, Ahmet Şık, Nedim Şener, Merdan Yanardağ gibi, AKP/Cemaat davalarında yargılananların beyanları bile bu soruşturmayı zorunlu kılmaktadır. HSYK’ye yapılan şikayetler, Hâkim Albay Zeki Üçok’un başına gelenler, açık kimliği ile ifade/röportaj  verenler, en önemlisi hukuksuz dinleme/izleme ve bunların servis edilmesi gibi olgular ise  cabası. Özetle etkin - ve tabii ki adil- bir soruşturma yapılmasını zorunlu kılan basit şüpheyi/izlenimi aşan bir durum söz konusu.
İfade ve anlatım bozukluklarına ve gizlilikle yürütülmesi gereken bir soruşturmanın adeta davul zurna ile ilan edilmiş olmasına rağmen, Savcılığın talimatının “delil uydurma” yönünde verilmiş bir talimat olarak propaganda edilmesi  elde edilmesi muhtemel delilleri şimdiden geçersiz kılmaya yönelik bir hamledir.
Burada eleştirilmesi gereken çok geç başlatılmış bu soruşturma değildir. Soruşturmanın onca delil, ihbar, şikâyet ve somut olguya rağmen ancak Cemaat /AKP kavgası ve Başbakan’ın ısrarı üzerine başlatılmış olmasıdır, etkin yürütülmüyor olmasıdır. Kaygılanmamız gereken ise Anayasa Mahkemesi’nden Sulh Ceza yargıçlarına kadar adalet anlayışını güncel siyasi havaya endekslemiş hukukçuların varlığıdır. Takipçisi olmamız gereken ise bu soruşturmanın adil ve etkin yürütülmesidir. Başbakan’ın talimatları doğrultusunda yürütülecek bir soruşturma AKP’li sorumluları gizleyecektir.
Hukukta da Cemaat/AKP yandaşlığı/alternatifi dışında bir yol mümkündür.