Seçime çok az bir zaman kaldı. Kiminle konuşsam hayal kırıklıklarından kaynaklı bir umutsuzlukla karşılaşıyorum. Sandığa gitmeyeceğini söyleyen o kadar çok kişi var ki… Nasıl bir insan olduğumuz, hayal kırıklıklarıyla nasıl baş ettiğimize bağlı. Bazılarımız, hayal kırıklıklarına karşı daha tahammülsüzdür; öfkeyle, hayata küsmeyle, kendisinden nefret etmeyle, geri çekilmeyle karşılık verir. Bazıları da tam tersine, kırılması daha […]

Seçime çok az bir zaman kaldı. Kiminle konuşsam hayal kırıklıklarından kaynaklı bir umutsuzlukla karşılaşıyorum. Sandığa gitmeyeceğini söyleyen o kadar çok kişi var ki…

Nasıl bir insan olduğumuz, hayal kırıklıklarıyla nasıl baş ettiğimize bağlı. Bazılarımız, hayal kırıklıklarına karşı daha tahammülsüzdür; öfkeyle, hayata küsmeyle, kendisinden nefret etmeyle, geri çekilmeyle karşılık verir. Bazıları da tam tersine, kırılması daha güç hayaller kurmak için hayal kırıklıklarını bir deneyim zenginliğine dönüştürebilir. Aşktaki hayal kırıklığını, Lacan’ın “sizde olmayan bir şeyi, bunu sizden istemeyen birisine vermeye çalışmanızdır” sözüyle anlamaya çalıştığımızda örneğin, hayal kırıklığının kaçınılmaz olduğunu düşünebiliriz, ama onu nasıl yorumlayacağımıza göre etkisi olumsuz olmak zorunda da değildir; belki de gerçek aşk, tam da hayal kırıklıklarının üstesinden gelindiğinde başlayacaktır, birlikte büyüyerek…

Büyümek, arzularımızın gerçekleşmemesinden kaynaklı hayal kırıklıklarıyla, çocukluktan itibaren bazen büyük acılar çekerek baş etmenin yollarını öğrenmek değil midir? Anne karnındayken yaşanan o tümgüçlü, tanrısal oluş, dünyaya korunmasız ve savunmasız bir canlı olarak gelmemizle bir hayal kırıklığına dönüşmez mi? Anne ya da bakım veren kişi, ilk zamanlarda büyük bir gayretle, görünmez bir güç olarak bebeğin yaşadığı o tümgüçlülük yanılsamasını sürdürmeye çalışır, geceleri uykusundan fedakârlık ederek, bebeğin tüm ihtiyaçlarını hissetmeye çalışarak. Çocuk, çeşitli aşamalardan geçerek tümgüçlülük yanılsamasını gerçekçi bir biçimde çözüme kavuşturmaya çalışır, ama hemen ardından bu defa da ilahlaştırdığı anne babasının sıradan güçleri olan insanlar olduğu gerçeğini kabul etmek zorunda kalacağı yeni bir hayal kırıklığı süreci yaşayacaktır ve bu böyle devam eder.

Ian Craib, “Hayal Kırıklığı” adlı kitabında, arzu ve umudun aynı şeyler olmadığını yazmıştı; umut etme, bir düşünce etkinliğidir ve umut ettiğimiz şeyin gerçekleşmeyebileceği kabulünü de içerir. Ian Craib’e göre asıl sorun, hayal kırıklığı ve umutsuzluğa dayanmayı ve dönüştürmeyi güçleştiren toplumsal koşullar. Günümüzde toplumsal gerçekliğimiz, hatta gerçekliğin kendisi belirsiz ve anlaşılması güç bir hale gelmişken ve bu belirsizlik, tüketim toplumunun özelliklerinden biri olan arzularımızın sınırsızlığına dair yanılsamayı kışkırtırken, hayal kırıklıklarına ve umutsuzluğa tahammül etmek de güçleşti. Geçmişte durum farklıydı, şartlar şimdikinden çok daha güç olsa da özgeci bir idealizme sığınmış insanlar, büyük bir tutku ve umutla ülke için, halk için çeşitli zorluklara gönüllü olarak göğüs gererek ağır bedeller ödeseler de umutlarını koruyabiliyorlardı. İnandıkları idealler uğruna dünyayı ve kendilerini zorlamaktan vazgeçmiyorlardı. Sonrasında, yaşanan kör arzunun neden olduğu hayal kırıklıkları da ister istemez ağır olmuştu, tam tersi yöne savrulanlarda gördüğümüz gibi. O zamanlardaki ahlaki şartlar, ideallerin gerçekleşip gerçekleşememesinin sorumluğunu halk yerine ideallere sahip olan kişinin omuzlarına yüklerken, bugün suçlanan halk ya da başka şeyler olabiliyor. Italo Calvino’nun bahsettiği gibi, geçmiştekinden de, günümüzdekinden de farklı, bir başka ahlaka ihtiyaç var bugün, yeni bir ahlaki devrime…

Bu açıdan, psikoterapide amaçlanan şey, hayal kırıklıklarının yadsınması değil kabulü ve anlaşılmasıdır, kişisel gelişim endüstrisi ve bazı psikoterapi ekollerinin yapmaya çalıştığının tersine. Hayal kırıklıklarını pozitif şeylere dönüştürerek rahatlama çabası, Ian Craib’in “kurabiye insanlar” diye tanımladığı, gerçeklikten kopmuş bir yaşama hapsolmayla sonuçlanabilir.

Hayal kırıklıklarımızdan öğreneceğimiz çok şey var. Bunun için de onlara tahammül edip, arzu ve umutlarımızı uzak hedefler olarak görmek yerine, gerçekten başarmak için yola çıktığımız şeyler olarak deneyimlediğimizde…