İnsan Hakları gününde, ülkemizdeki hak ihlallerinden söz etmeyip de neyden söz edeceğiz? Kültür ve sanat alanında yaşananlar da, bu hak ihlallerinin göz ardı edilmemesi gereken bir parçası değil mi?

Kurak günlerde insan hakları
Fotoğraf: BirGün

Dün, İnsan Hakları Günü’ydü. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edildiği bu günde ülkemizin insan hakları açısından karnesine göz attığımızda, durumun hiç parlak olmadığı ortada. Pek çok açıdan dünya ülkeleri sıralamasında en sonlarda yer alıyoruz. Evrensel bildirgenin birkaç maddesine göz atalım dilerseniz… Bildirgenin 2’nci maddesi, “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetmeksizin, bu bildirgede belirtilen tüm hak ve özgürlüklere sahiptir” diyor. Ne güzel değil mi? Aynen, ülkemizde uygulandığı gibi…

Dün, gözaltında kaybedilenlerin ailelerinin ‘Cumartesi Anneleri’ eyleminin 924’üncüsü gerçekleştirildi. “Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır” diyen Evrensel bildirgenin 3’üncü maddesi elbette uygulanıyor bu ülkede. Beyaz Türk’seniz, AKP-MHP çıkar ortaklığına katılmayı ya da en azından yanaşmayı becerdiyseniz, bu özgürlük ve güvenlikten sonuna kadar yararlanabilirsiniz.

Dün, Osman Kavala’nın tutukluluğunun 1866’ıncı günüydü. Bakın, bildirgenin 10’uncu maddesi ne diyor: “Herkesin, hak ve yükümlülüklerinin belirlenmesinde ve kendisine herhangi bir suç isnadında bağımsız ve yansız bir mahkeme tarafından tam bir eşitlikle, hakça ve kamuya açık olarak yargılanmaya hakkı vardır.” Madde 11’de ise “Kendisine cezai bir suç yüklenen herkesin, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı, kamuya açık bir yargılanma sonucunda suçluluğu yasaya göre kanıtlanıncaya kadar suçsuz sayılma hakkı vardır” deniliyor. Yorum yapmaya gerek var mı?

Dün, medyadan siyasete tüm toplum kesimleri, altı yaşındaki kızının babası tarafından bir tarikat mensubuna sunulmasını ve evlendirilmesini tartışıyordu. Bildirgenin 16. maddesinde, “Evlilik, ancak evlenmeye niyetlenen eşlerin özgür ve tam oluruyla yapılır” deniyor, ama söz konusu cemaatler/tarikatlar olunca akan sular duruyor.

GELELİM KÜLTÜR VE SANATA

Sanat dünyamızda, ülkemizdeki hak ihlallerine duyarsız kalmayan sanatçıların sayısı hiç de az değil neyse ki… Bu hafta sinemalarımızda gösterime giren iki film, sözünü ettiğimiz temel insan haklarına dikkat çekmeyi görev bilen yapıtlar. Emin Alper’in yurtiçinde ve yurtdışında önemli ödüller kazanan son filmi, tutucu bir Anadolu kasabasındaki çıkar ittifaklarının ve kasaba halkının farklı cinsel kimliklere yönelik düşmanca tavrının yarattığı linç ortamını anlatan “Kurak Günler” ve Semir Aslanyürek – Kazım Öz ikilisinin Maraş Katliamı’nı ve Alevi kültürüne yönelik hak ihlallerini konu alan “Elif Ana”sı bu alanda en yeni örnekler.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19’uncu maddesi “Herkesin kanaat ve ifade özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak müdahale olmaksızın, kanaat taşıma ve herhangi bir yoldan ve ülke sınırlarını gözetmeksizin bilgi ve fikirlere ulaşmaya çalışma, onları edinme ve yayma serbestliğini de kapsar” diyor. Bakalım, nasıl oluyor bu serbestlik ülkemizde…

“Kurak Günler”e, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde oluşturulan ve üyelerinin çoğunluğunu sinema meslek örgütleri temsilcilerinin oluşturduğu Destek Komisyonu tarafından verilen yapım desteğinin, hem de faizi ile birlikte geri istendiğini duymuş olmalısınız. Bu kararın gerekçesi olarak, senaryonun sonradan değiştirilmesi gösteriliyor, ama herkes biliyor ki, esas neden Alper’in festivallerdeki ödül törenlerinde yaptığı konuşmalarda ülkemizde yaşanan hak ihlallerine dikkat çekmesi… Sinemacılardan önemli bir tepki geldi bu anlamsız uygulamaya; bir gün içinde 153 sinemacının imzaladığı bir bildiriyle bu karar protesto edilerek, Emin Alper’in gösterime giren filmine seyircinin sahip çıkması çağrısı yapıldı. Kültür Sanat alanındaki hak ihlalleri kayıt altına alan ‘Susma Platformu’nun belgelediği daha pek çok olay var, ülkemizde insan haklarına gösterilen saygıyı gözler önüne seren. Okurlarımızın bu platformu izlemelerini öneririm.

Kültür ve sanata erişim hakkı ve ifade özgürlüğü sıralamasında yerimizi merak ediyorsanız, şu kadarını söyleyeyim, dünyanın dört bir yanındaki otoriter/totaliter ülkelerle aynı sıraları paylaşıyoruz. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 27’nci maddesinde: “Herkes, topluluğun kültürel yaşamına özgürce katılma, sanattan yararlanma ve bilimsel gelişmeye katılarak onun yararlarını paylaşma hakkına sahiptir” denilmiş. Peki, bu haktan yararlanabiliyor mu ülkemizin insanları? Bir zamanlar, büyük kentlerde yaşayan, seçkin azınlık denilen evrensel kültüre aşina bir kesim sanata ulaşabiliyordu. Artık bu da olanaksız, bir yanda giderek artan bilet fiyatları, öte yanda (giderek azalan sözcükleri atılacak), tüm toplumu yoksulluk sınırının da altına iten ekonomik düzen. Bu duruma ancak devlet müdahalesi ile çözüm getirilebilir. Kamu sanat kurumlarının güçlenmesi, ülke çapında yaygınlaşması, makul bilet fiyatları ile sanat ürünlerini halka ulaştırması ile…

SANATSIZ BİR VİZYON

Bu söylediklerim, siyasal iradenin kültüre ve sanata hak ettiği değeri vermesi ile sağlanabilir ancak. Oysa ülkemizde kültür ve sanat, yalnızca eğitimsiz halk kesimleri tarafından değil, toplumu yönetme iddiasındaki siyasetçiler tarafından da ‘lüks tüketim’ olarak görülüyor. Bunun en somut kanıtı, bugünlerde TBMM’de görüşülmekte olan 2023 bütçe tasarısı. Cumhurbaşkanlığı’nın Meclis’e sunduğu bütçe ödenek teklifinde kamu kurumlarına ayrılan ödenekler arasında, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesi 11 milyar 428 milyon lira ile son sırada yer alıyor. Gençlik ve Spor Bakanlığı’na 66 milyar, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na yaklaşık 149 milyar 800 milyon, Diyanet İşleri Başkanlığı’na 35 milyar ödenek ayrılırken… Başka söze gerek var mı?

Bütün bunlar, (bir kalkacak) siyasi iktidarın kültüre sanata ilişkin vizyonunu belgeliyor. Peki, iktidara talip olan muhalefetin ana gövdesi altılı masa bileşenleri ne düşünüyor bu konularda? Açıklanan ‘Anayasa Değişikliği Önerisi’nde sosyal devletten insani değerlere, bilime dayalı bir yönetim anlayışından basın özgürlüğüne, üniversitenin, baroların, RTÜK, YÖK gibi iktidarın emrindeki kurumlar yerine kurulacak koordinasyon kurumlarının özerkliğine pek çok olumlu ifade yer alıyor, ama sanat sözcüğünü bir kez bile yer verilmemiş (‘Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti’ni konu alan 24’üncü maddedeki söz, yazı, resim… sözcüklerini saymazsak). Sanat medyadan daha mı korkutucu geliyor acaba? Yoksa, bu kadar sorun dururken, sanata sıra gelmez diye mi düşünülüyor?

CHP’nin ‘İkinci Yüzyıl Vizyonu’ için de aynı saptamayı yapabiliriz. Fütürist ve çevreci bir yaklaşımla oluşturulan vizyon belgesinde sanatın adı yok. İfade özgürlüğünün güvence altına alınması, kültür ve sanat alanındaki temel sorunlardan yalnızca biridir. Sosyal devlet anlayışının gereği sanat üretiminin desteklenmesi, sanata ulaşımın kolaylaştırılması, kamu sanat kurumlarının idari mali özerkliğinin sağlanması, sanat alanlarının pazarın/kitle kültürünün tasallutundan korunması gibi nice başlık var ele alınması gereken. “Kurak Günler” olayındaki gibi sorunların yinelenmemesi için, sanat alanına kamu desteğini siyasal iradeden bağımsızlaştıracak özerk bir ‘Sanat Kurumu’nun kurulması önerisine sahip çıkmayacak mı özgürlükçü muhalefetimiz? Siyaset üstü beyin takımı kurmak çok güzel de, sanatçının hayal gücünden yararlanmayan bir vizyon ancak robotlar yetiştirir. Ne dersiniz, biraz da bu konu üstünde düşünmeye değmez mi?

Bu ortamda, altı muhalefet partisinin açıkladığı vizyon belgesinde kültür ve sanata yer verilmemesi önemli bir zaaf değil mi?