Kurban kısmı namına uygun yaşanıyor da, bayram kısmı yok bu yıl! Kurbanlıklar da, yalnız çaresiz hayvanlar değil, bir başka çaresizlikteki gençlerimiz... İki ay gibi kısa bir sürede 100’den fazla eve ölüm girdi. Savaşı, ölümleri geride bıraktığımızı düşünürken, feryat figanlarla kalkan cenazeler ülkesi olduk yeniden. Geçen gün, bir anne oğlunun tabutuna sarılıp, “Oğlum benim cenazemi sen kaldıracaktın, ben seninkine geldim” diye dövünüyordu. Canından can koparılan bu anne babalara söyleyecek ne sözümüz var! “Ne mutlu şehit düştü” diyerek mi teselli edeceğiz!

Evlat, eş veya baba yitirenler yalnız asker, polis aileleri değil kuşkusuz. Gerilla dediğimiz gençler de birilerinin evladı; onlar da, küçükken kucakta pışpışlanan, hasta olduklarında başlarında beklenen, aileye bir umut diye büyütülen çocuklar. Dolayısıyla bu ülkede daha kaç yüz eve ateş düştü, daha kaç yüz anne-baba yanıyor, bilemiyoruz! Üstelik dağa giden çocuklarının cenazelerini bile göremeyen anne babalar var. Şimdi, onlar da, oğlunun, kızının dava uğruna “şehit” düşmesiyle teselli bulacaklar öyle mi!

Kurban bayramında kurbanın kanı çocuklarının alnına sürülür bu memlekette; kem gözlerden, kötülüklerden korunsun diye. Ne yazık ki alına sürülen kurban kanı o çocukları, kötülüğün piri savaştan koruyamaz. Yıllardır yaşadıklarımıza bakarsak, aksine, sanki gelecekteki kurbanlıklarının işareti gibi durmakta!

Birkaç gün önce Adalar Barış Bloku’nun girişimiyle Büyükada’da bir film izledim, bir sergi gezdim. “Acının İki Yüzü”... Kamuran Erkaçmaz’ın yapımı bir sergi ve film. Erkaçmaz, iki tarafta evladını yitirmiş anne babaların peşine düşüp, onların yaşadıkları acıyı aktarmak istemiş fotoğraflarla. Sonra da konuşturmuş onları; onların seslerinden “ağıt” benzeri kısa bir film yapmış. Fotoğraflardaki insanlara baktığınızda, acının cisimleşmiş halini görüyorsunuz; hele gözler; acı olmuş size bakıyor gibi... Bunları izlerken utanç duymamak, “biz ne yapıyoruz” diye sormamak mümkün değil. İster Türk, ister Kürt olsun, konuşan her anne babanın dileği aynı; gerçek acıyı yaşayandan başkası da beklenmez zaten. Hepsi, “bu savaş ve ölümler dursun, evlatlar ölmesin, başka bir şey istemeyiz” diyorlar. “Her iki tarafta da ölenler insan evladı, benimki, onun ki hep can!”

Fotoğraflara bakar, filmi izlerken, bunları daha fazla insan görmeli, bu acıyı ve yakarışı daha fazla insan duymalı diye düşündüm. Örneğin film meydanlarda, kahvelerde oynatılmalı; kendi hayhuyuna dalmış giden kalabalıklar acılarla kavrulan bu insanları ve ortak dileklerini duymalı. Rahatsız olmalı; öyle rahatsız olmalı ki, kimse ölmesin diye bağırmak sırası ona gelmeli.

Meclis’te sergilenmeli bu fotoğraflar; film Meclis salonlarında gösterilmeli; “Dağda” oynatılmalı. Birileri savaş ve şiddeti, terör ve saldırıyı nasıl planlayacağım diye düşünürken, bu anne babalar yapılan planların bedelini hatırlatmalı onlara. Acılarıyla karşılarında durmalı; barış çağrılarıyla utandırmalı onları.

Bunları yazarken, bu serginin ve filmin ne sokaklara, ne Meclis’e, ne de dağa uğramayacağını biliyorum tabii. Büyük adamlar büyük işler yaparken, böyle naif, duygusal, vicdani çağrılara pek kulak asmazlar. Onlar gerçekçi hesaplar ve stratejiler peşindedir; davaları, iktidarları, liderlikleri, makamlarının gereği neyse onu yaparlar. Ve hep HAKLIDIRLAR! Bunlar uğruna canların gitmesi gerekecekse, gidecektir!

Ama belki, 10 Ekim’de Ankara’da düzenlenecek mitingde, sergi olmasa da, bu film gösterilebilir. DİSK, KESK, TMMOB, TTB “emek, barış ve demokrasi” adına bir miting düzenliyorlar; “yüreği barıştan yana atan herkesi de” Ankara’daki mitinge çağırıyorlar. Doğru, gitmeli; gitmeli ve “barış, hemen şimdi” diye haykırmalı!

Ancak bunu haykırırken, önceliği acılı ana-babalara vermeli diye düşünüyorum. Yalnız söz ettiğim filmdeki anne babalardan değil; şu iki ay içinde evladını kaybetmiş yüzlerce anne- baba var; bırakınız onlar konuşsun diyorum.

Bu örgütlerin başkanları, yöneticilerinin anlatacakları çok şey vardır kuşkusuz. Ama, inanın, bu mitinge en yaraşır olanlar, en hasından barış isteyecek olanlar bu kayıpları yaşayanlar olabilir. Yüreklere asıl dokunacak olanlar da onlar. Bırakın onlar konuşsun! Bırakın, onların sesi, acısı yığınlara ulaşsın!
Hem, belki, onların sesi ve barış çağrıları Tanrı’nın İsmail’in kurban edilmesini kıyamayıp gökten koç indirmesi gibi, bugünün ilahlarını da insafa getirir! Getirir de, insan kurban etme yerine, ateşi kesip, masaya oturmayı kabullenirler. İşte asıl bayramı o zaman yaşarız!