Kurban; kim, bayramı ne, gerçekten, nedir kurbanın bayramı?! Öykü(leri) uzun, açıklamalarını bugünkü köşe yazıma uygun bulmuyorum. Benim için bir yanıyla, sonuçta “kan akıtmak” diye özetlesem de ne olacak ya da ne olmayacak; o geberesi yaratıkların dünyanın her yerinde, oluk oluk akıttığı kan gölüne sinsi sinsi damlayan sesi duyuyorsan?! Hani musluğun ağzı açık kalmış da tıpasını takmalı; gel de tıpa bakalım tıpasını, durdur tabağına tıp tıp akan şu kurbanlıkların kanını… Bende çağrışır bir de Pablo Neruda’nın tabağı:

Bir tabak:
Demir kırıntıları,
Küller ve gözyaşlarıyla;
Bir tabak:
Devrik duvarlar,
Hıçkırıklar taşan;
Al papaz bu senin,
Almeria’nın kanından. (…)
Evet bir tabak
Şuranın buranın zenginleri,
Topunuza.
Size, sizlere
Bakanlar, büyükelçiler,
Canavar sofra dostları;
Sizlere, konforlu çayların,
Yüce mevkilerin kadınları;
Bir tabak:
Kemirilmiş, pis ve kirli,
Zavallı bir kandan;
Durur, önünüzde durur,
Her kuşluk, her hafta, ölüp ölesiye
Almeria’nın kanından

(Çeviren: Enver Gökçe)

Bir de ikincisi, çocukluğumun bayram anıları… O gün erkenden kalkılır, yıkanılır, eğer alınabilmişse yeni giysilerle sıraya girilir heyecanla beklenir büyükler, el öpmek için; bayram harçlığı faslı… Kime ne kurbandan, doğru Bayram Yeri’ne; kayık, dönme dolap, atlı karınca, bul karayı al parayı… ve ilk günden erir gider elde avuçta ne varsa…Bir de üçüncüsü, araştırmacı yazar Sertaç Kayserilioğlu’nun derlediği güzelim, eski “Bayram Kutlama Kartpostalları”…

Kurban Bayramı; başkaca pek bir şey çağrıştırmıyor bana: Kan, Almeria, Sertaç dışında…