Yeşilçam’ın tarihinde böyle bir filmin olması ile günümüzdeki halimizin bunu andırması arasında nasıl bir ilişki var?
Türkiye’de sosyal yaşamımızın düzenlenmesi ve başımıza gelenler arasında ilişki kurmaya başladığımızda, pek çoklarımız, bunu bir filmde anlatsak insanlar inanmazdı deriz.
Dolayısıyla, yaşamın düzenlenmesinin akıl-dışılığını anlatmak için, anlatılanın çoğu uydurma olan filmlerden bile saçma olduğunu ifade etmiş oluruz.

Bugün Türkiye’de hayatımıza baktığımızda şunu görüyoruz: Kurbanlık katiller var, onların kurbanları da masumlardan oluşuyor, katillerin çoğunluğu da kurban olarak seçilmiş insanlar.
Paradoksun çözümü nedir?
Bence yoktur: Çünkü hayatımızın özneleri değiliz, düzen ya da sistem hepimizi pasifleştirdi ve bizim üzerimizde deneyler yapıyor.
Bu açıdan bakılınca, Yılmaz Güney’in özellikle Çirkin Kral döneminde yaptığı filmleri, 1970’lerde ve özellikle 1980 sonrasında küçük görmek, hatta onları saçma olarak görüp, daha sonrasında yaptığı filmleri ya saçma ya da mucize eseri olarak görmek bizde darbenin getirdiği bir akıl hastalığıdır.

Ama bugün Yılmaz Güney’in ölümünden 30 yıl geçtikten sonra anlıyoruz ki toplumsal olarak aydınlar ve sanatçılar pasifleştirilince;
Halk birbirine düşman edilebiliyor, toplum aydınlarına inanmıyor;
Aydınlar tarihsel sorumluluklarını taşımadıklarını hatırlatılınca, “o kadar enayi değilim” diyor;
Bu millete yaranmak için çalışmayı, “karşılıksız aşk” olarak nitelendiriyor;
Üstelik bu karşılıksız aşkın, fiili ve maddi olarak iktidar tarafından cezalandırılacağını belirtiyor;
Geriye ise yandaş medya gibi, tümüyle yaranmacı ya da en azından zararsız “aydın-sanatçı-medyatik” figürler kalıyor.
Sayın iktidardaki güruh ve Devleti Aliye’nin yöneticileri, el insaf, bugün ilkokul öğrencileri bile terörden korkar ve hatta konuşur hale geldiler.
Bu korku ve gerilim ikliminin arkasında, geleceğe dair yansıtma yapabileceğimiz hangi toplumsal ilerlemeler var ki bugün katlandıklarımızın bir anlamı olsun?
Tamam, anlıyoruz, bu toplum bir hayli cefa çekmeye yatkın, ama sayın iktidardakiler, siz bu halka eziyet etmekten niçin zevk alıyorsunuz ve hangi şahsi menfaatleriniz gereği bu halka eziyet etmeyi bir adet haline getirdiniz?
Büyük yıkımlardan geçiyoruz, art arda Türkiye’de sivil halk kuşatılıyor ve insanlar kurbanlıklar gibi “insan avına çıkmış birilerine karşı” el pençe ölümü kabullenmiş halde bekliyorlar.
Bu toplum geçmişte, bazılarının hoşuna gidecek şekilde şanlı Osmanlı döneminde bile Ortadoğu ülkesi değildi ki!
İstanbul’da Fatih döneminde Saray içinde çok zengin bir kütüphane kurulması, padişahların siyaset bilgisine, adalete ve hoşgörüye ilişkin çabaları ve müzakereleri başladığında;
Ortadoğu’yla esastan farklılaşmıştı, bugün AKP iktidarı döneminde, zorla ve baskıyla merkezden gelen şiddet dâhilinde, ülkenin formuyla oynanıyor ve şiddet yaşamın olağan bir parçası haline geliyor.
Oysa sinemaya baktığımızda, küçük burjuva hayalleri ve norm-dışı ve normal dışı figürlerin istilasıyla karşılaşıyoruz. Medyaya baktığımızda aynı şeyi görüyoruz: dünyada en uzun süreli diziler bu ülkede çekiliyor; çalışanların günlük süresi 14 saati aşıyor; ücretlerini geç alıyorlar; sanat filmlerinde para kamudan geliyor, ama çalışanların ücretleri daha düşük; üniversiteli çalışanların sendikalaşma ve meslek birliklerinde temsil edilme oranları daha düşük; sosyal güvenceleri daha çok budanmış… Bu sistemin içinden muhalefet çıkar mı?
Nasıl bir sosyal portremiz var?
Bu ülkenin birinci görevi acımasız, sevgi dolu, sorgulayıcı biçimlerde ve gerçekliğe sadık kendi oto-portrelerini yapması lazım.
Büyük bir yıkımın eşiğindeki kurbanlık katillerle, tamamen kurban olan masum insanların çatışmasının köklerinde,
İktidarın sınırsız iktidar olma hevesi ve hastalıklı toplum tasavvurları var,
Ölüm kapımızda ve toplum nefret diliyle kuşatılmış durumda,
Liberal ahlak dibe vurdu ve eğitilmiş insanlarımız büyük bir tükenme hissi içinde boğulmuş durumda;
“Yetmez Ama Evet” diyeceğiz de? Soru neydi, yetmeyen nedir ve neyi onaylamamız gerekiyor?
Şiddet kan yalan ve iftiracı bir söylemle hangi iktidar biçimleri ürer ve tarihin asalakları toplumları nasıl kurtarır?
Türkiye’de kurbanlık katiller, kurbanlık masumları öldürüyor ve iktidar kendi gücünü pekiştirme ve topluma insanları alık yerine konan birbirinden saçma yalanlar uydurmakla meşgul!
Korku ve iktidardakinin yapabileceği akıl-almaz işler karşısında pasifleşme dönemin başat iklimini oluşturuyor. Artık Türkiye’de millet kimin kime ve nerede saldıracağını yabancılardan öğreniyor. Şurası açık: İstihbarat zafiyeti yok bu ülkede. TAŞLARI BAĞLA KÖPEKLERİ SAL döneminde, halk korku ile evlerine kapanmış, her şeyin de izi belli.