Mekân konusu üzerine çalışanlar için, coğrafi ölçek kritik bir konudur. İnsan bedeni, ev, mahalle, kent, bölge, ulusal ve küresel düzlemler mikrodan makroya doğru büyüyen toplumsal ölçekleri oluşturur. Karşı karşıya kaldığımız pandemik nedeniyle bedeni merkeze alan ve diğer ölçekleri bedenin sağlığı çevresinde tartışan sınıf merkezli yaklaşımlar haklı nedenlerle öne çıktı. Günün sonunda insan bedenini eşitsiz biçimde hedefleyen bir virüsten söz ediyoruz.

Öte yandan Covid-19 vesilesiyle küresel alanda ortaya çıkan ölçek siyaseti ve gerilimleri görmezden gelinecek gibi değil! Orada ciddi birtakım açmazların hem küresel sermaye hem de ulus/al devletler için oluştuğuna dikkat çekmek gerekiyor.

Yakın tarihte küreselleşme konusu yoğun biçimde yaşamımızın parçası haline getirildi. Çeşitli dayatmalarla hemen her alanda küreselleşme dinamikleri, toplumları farklı derecelerde de olsa dönüştürdü. Tükettiğimiz ürünlerden kentlerin yapılı çevresine, turizmden kullandığımız cep telefonuna kadar küresel sermayenin yaşamımıza sızışını ve onu teslim alışını izledik. Üretilmek istenen dirençler öyle ya da böyle, zaman içinde çöktü.

Yer yer vurgulandığı gibi Covid-19, söz ettiğimiz küresel ağları ve yarattığı zaafları kullanarak bir pandemik haline geldi. Tam da bu noktada, ortaya ironik bir durum çıkmaya başladı. Bu derece küreselleşmiş sermaye güçleri ve onlarla yakın ilişki içinde geçmiş dönemin küreselleşmesine yön veren güçlü ulus devletler, pandemikle baş etme açısından gerekli hale gelen küresel bir strateji için iş birliğine yanaşmıyorlar. Ekonomik alanda en kılcal damarlara kadar sirayet eden küresel ilişkilerin, dört bir tarafta toplumları sefalete sürükleyen eşi görülmemiş pandemi karşısında harekete geçirilemeyişine şahit oluyoruz.

ABD, bir yandan vahşi kapitalizmin işleyişini kesintiye uğratmamak adına, kendi toprakları üzerinde bile gereğini yapmazken, küresel bir refleks göstermesini beklemenin saflık olacağını biliyoruz. Benzer bir durumun, Avrupa Birliği’ni bile sindirmemiş eski hegemon İngiltere açısından da geçerli olduğu tartışmasız. Avrupa Birliği ülkeleri, İtalya ve İspanya başta olmak üzere kırılırken, Merkel Almanya’sı zaman zaman küresel bir stratejiye olan ihtiyacı ağzında gevelese de Avrupa Birliği, küresel bir stratejinin mimarı olmaktan çok uzakta görünüyor. Öte yandan, Covid-19’un kaynağı olarak gösterilen Çin, salgını (şimdilik) kontrol altına almakla kalmadı, bunun ötesine geçip uluslararası ortamda iş birliği çağrılarında bulunmaya başladı.

Ne var ki bu çağrılar, ABD ve AB çevrelerinde ciddi bir karşılık bulmuyor. ABD, Çin’i giderek zayıflayan hegemonya iddiası için bir tehdit olarak algılıyor. Bu nedenle Çin’den gelen iş birliği çabaları, yayılmacı bir yaklaşımın uzantısı olarak görülüyor. İş birliği bir yana Trump liderliğinde ABD, pandemik meselesinden Çin’i sorumlu tutarak, Çin’in pandemikle mücadeledeki başarısını gölgelemekle uğraşıyor. Çin güzellemesi yapacak değilim ancak şu bir gerçek ki, küreselleşme süreçleriyle ulusal ve yerel düzeydeki eklemleniş biçimi, batılı karşılıklarından farklı olarak Çin’e, küresel ölçekte piyasa mantığı ötesinde davranabilme yetisi sağlıyor. Bu farklılık ve ayrışma, önümüzdeki dönemde küresel düzlemde çok ciddi sorunların gündemde olduğuna işaret ediyor. Güçlü ve merkeziyetçi görünen Çin, küresel bir stratejiye yönelirken, ABD ve İngiltere gibi güçler, ulusunu koruma yetisi göstermekten aciz boş bir ulusalcılığa sıkışıyor.

Diğer bir anlatımla ülkeler, içeride trajediler yaşarken ve hemen her yerde büyük kentlerin çalışan sınıfları kırıma uğrarken, küresel düzlemde de işlerin iyi gitmediğini görmek gerekiyor. Bu teşhis birçok açıdan moral bozucu olabilir ancak şu gerçeği görmek açısından hayati öneme sahip; kapitalizm, sadece insan sağlığına değil insanlığın sağlığına da iyi gelmiyor!