IMF Genel Direktörü Christine Lagarde 2016’nın küresel ekonomi için “hayal kırıcı” bir yıl olabileceğini söyledi. Çin’de süren yavaşlamanın ve ABD’de faiz oranlarının artışının büyüme oranlarını aşağı çekebileceğinin altını çizdi. Financial Times’ın baş ekonomik yorumcusu Martin Wolf ise, önümüzdeki yıl G-20 üyesi ülkelerden en az birinin IMF kapısına dayanacağı tahmininde bulundu. Wolf’a göre, gelişmiş ülkelerden bir numaralı aday İtalya. Yükselen ekonomiler kategorisinden ise, Arjantin, Rusya, Brezilya ve Suudi Arabistan okkanın altına ilk gidecek ülkeler.

Küresel kapitalizmin krizini bir türlü atlatamadığı, dünya ekonomisine korku ve endişenin egemen olduğu bir konjonktürde 10 küresel risk şöyle sıralanabilir.

1- ABD’nin faiz artırım süreci, ekonomik büyümenin istenen ritmi tutturamaması, yüzde 2 enflasyon hedefinin iyice altında kalınması nedeniyle tavsayabilir. Avrupa Merkez Bankası yanında, İsveç, Norveç, Avusturalya ve İsrail’in de önce faiz artırıp, sonra çark ettiği hatırlanırsa bu çok düşük bir olasılık değil. FED’in böyle geri adım atması, yeni bir krizin kapıda olduğu algısını güçlendirerek karamsarlığı yaygınlaştırır.
2- Almanya’da Çin’i yakalayarak 276 milyar dolarla dünyanın en çok cari fazlası veren ülkesi haline geldi. Hollanda’nın 75 milyar dolar cari fazlası da hatırlanırsa, Avro bölgesi ortodoks ekonomi politikalarıyla dünyaya durgunluk ihraç ediyor. Çin ekonomisindeki yavaşlama ve emtia üreticisi ülkelerde talebin zayıflaması da göz önüne alınırsa, Avrupa’nın ihracatı sekteye uğrayabilir, kriz nüksedebilir. İtalya bankacılık sektörünün alarm verdiği de unutulmamalı.

3- Çin’deki dalgalanmalar artık tüm dünyayı etkiliyor. 2015’te yuan devalüasyonunun, ardından borsalardaki düşüşün travmatik sonuçlarını biliyoruz. 2016’da, hem konut arzının aşırı artışı, hem de fiyatların iyice şişmesi gayrimenkul piyasası kaynaklı bir satış dalgasıyla tüm ekonomiyi sarsabilir.

4- Tüm istatistikler küresel gelir ve servet dağılımının giderek daha da bozulduğunu; fonksiyonel anlamda da emek gelirlerinin gerilediğini ortaya koyuyor. Her biri en az 100 milyon dolara sahip 45 bin zengin gelirinin daha fazlasını tasarruf ederken, kazancını doğrudan talebe dönüştürecek yoksul kesimlerin alım gücü geriliyor. Bu aşırı tasarruf-eksik tüketim döngüsü, 2016 ekonomik büyümesini de sekteye uğratabilir.

5- IMF’nin Nisan Ekonomik Görünüm Raporu’nda da altı çizildiği gibi küresel yatırım eğilimi yavaşlıyor. Karlı şirketler yatırım yapmak yerine kendi hisselerini satın almayı, yüksek temettü dağıtmayı, şirket ele geçirmeyi yeğliyorlar. En sonuncusu iki kimya tekeli Du Pont ve Dow’un 130 milyar dolarlık şirket evlenmesi olmak üzere, 2015 tam 4.6 trilyon dolarlık bu tip işleme sahne oldu. Bu evlilikler işçilerin tensikatı, üretimin kısılması ve varlık satışlarıyla makro anlamda da büyüme ve istihdamın daralması gibi olumsuz sonuçlar yaratıyor. 2016 da finansallaşmanın dal budak saldığı, mali entrikaların yaygınlaştığı bir yıl olabilir.

6- 2004’ten 2014’e uzanan süreçte yükselen ülke tabir edilen grubun reel sektör şirketlerinin borçları 4 trilyon dolardan, 18 trilyon dolara sıçradı. Bu ülkelerde TL gibi diğer yerel paraların da değer yitirme eğilimde olduğu düşünülürse, 2016’da seri iflaslar gündeme gelebilir.

7- Başta Suudi Arabistan, petrol ihracatçısı Körfez ülkelerinin yanı sıra Norveç Singapur, Hong Kong gibi ekonomiler de enerji fiyatlarının yüksek seyrettiği dönemlerde paralarını ülke fonları (sovereign wealth funds) aracılığıyla değerlendiriyorlardı. Düşen petrol ve doğalgaz fiyatları emtia üreticisi ülkelerde bütçe açıklarına neden oluyor, haliyle nakit ihtiyaçlarını bu fonlardan satış yaparak kapatma eğilimi yaygınlaşıyor. Bu durum 2016’da başta borsalar, tüm finansal varlık piyasalarında düşüş momentini körükleyebilir.

8- Brezilya’nın Petrobras, Meksika’nın Pemex, Rusya’nın Gazprom gibi şirketleri uluslararası tahvil piyasalarından çok büyük miktarlarda borçlandılar. Petrol fiyatlarının düşüşü, yerel paraların değer yitirmesi bu şirketlerin mali yapılarını bozdu. Böyle dev şirketlerden birinin temerrüde düşmesi, tüm piyasaları karıştırabilir. ABD’deki kaya petrolü ve gazı şirketlerinin aşırı borçlu durumu da diğer bir risk unsuru olarak göz ardı edilmemeli.

9- Başta FED, merkez bankalarının aşırı bilanço genişlemesi neredeyse piyasadaki tüm kamu kağıtlarını satın almalarıyla gerçekleşti. Bu da tahvil piyasalarında “yüksek risk yüksek getiri” taşıyan firmalar için elverişli bir ortam yarattı. Düşük faiz koşullarında getirisini artırmak isteyen bireysel ve kurumsal yatırımcılar da bu piyasalara yöneldi. Faizlerin normalleşme sürecine girmesiyle, risk algılamasının artışıyla buralardan da iflaslar patlak verebilir.

10- Jeopolitik gerginlikler, yaygınlaşan çatışmalar, Türkiye-Rusya örneğinde olduğu gibi ekonomileri karşılıklı olumsuz etkileyebiliyor. Özellikle Trans-Pasifik Ortaklık anlaşmasıyla (TPP) ABD’nin Çin’i tecrit etme stratejisi dünya ticaretini olumsuz etkileyebilir.