Emeğin onurunu muhafaza etmek için işçilerin pazarlık gücünü artırmalı ve nitelikli iş imkânlarını yaygınlaştırmalıyız. İşçiler daha iyi imkânlara sahip olmalı ve geleceğin refahından adil bir pay almalı.

Küresel emeğin belirsiz geleceği

Dani Rodrik

Son 40 senedir tecrübe ettiğimiz küreselleşme ve teknolojik ilerlemeler refah, beceri ve sosyal sermaye sahiplerine yeni piyasa fırsatlarından istifade edecek harika imkânlar sundu. Fakat sıradan işçiler için sevinecek pek az şey var.

Gelişmiş ekonomilerde eğitim düzeyi düşük kişilerin gelirleri, artan üretkenliğe karşın yerinde saydı. Örneğin, 1979 yılından bu yana ABD’deki işçi maaşlarındaki artış, üretkenlik artışının üçte biri ile sınırlı kaldı. İstihdam piyasasında güvencesizlik ve adaletsizlik arttı. Fabrikalar kapandığında yerel topluluklar topyekûn kaderine terk edildi ve iş imkânları farklı coğrafyalara taşındı.


ABD’DE ‘ÇARESİZLİK ÖLÜMLERİ’ ARTIYOR

Geleneksel iktisat teorisine göre, iş bölümünün ‘küresel düzeye’ taşınması, gelişmekte olan ülkelerdeki işçiler için kazanımlar getirecekti fakat artan kazançtan aslan payını alan yine şirketler ve sermaye oldu. George Washington Üniversitesi’nden Adam Dean’in yeni kitabında yaptığı tespite göre serbest ticaret, en demokratik ülkelerde bile işçi haklarının altını oydu.

İstihdam piyasasındaki sorunlar büyük toplumsal ve siyasi gerilimler yaratıyor. Sosyolog William Julius Wilson’ın 1996 yılında yayınlanan kitabı, mavi yakalı işlerin azalması ile aile kurumunun çökmesi, uyuşturucu ve suça yönelimin artması arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyordu. Anne Case ve Angus Deaton’ın daha yakın tarihte yayınladığı başka bir çalışma da Amerika’da eğitim düzeyi düşük erkekler arasında artan ‘çaresizlik ölümlerini’ araştırıyordu. Gelişmiş ülkelerde iktidara gelen otoriter, sağcı ve popülist liderlerin, sıradan işçilerin ‘düzgün’ işlerine nasıl zarar verdiklerini bilimsel yöntemlerle ortaya koyan birçok çalışma yapıldı.

Küresel koronavirüs salgını neticesinde istihdam piyasasındaki problemler tekrar tartışma konusu oldu; zaten olmalı da. Peki işçilerin ‘adil pay’ almalarını, insan onuruna yakışır işlere sahip olmalarını ve anlamlı yaşamlar sürmelerini nasıl sağlayacağız?

EN BÜYÜK KAZANIMLAR ÖRGÜTLÜ MÜCADELEDE

Mevcut yaklaşımlardan biri, büyük şirketlerin ‘kendi çıkarlarını kollayan’ çalışma biçimlerine bel bağlamak. Mutlu, tatminkar işçiler daha üretken olacak ve işlerini korumak isteyecekler, müşteriye daha iyi hizmet sunacaklardır. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Zeynep Ton, perakende ticaret alanında yaptığı çalışmada işçilere adil maaşlar vermenin, işçilere yatırım yapmanın ve onların ihtiyaçlarına cevap vermenin hem kârlılığı artırdığını, hem maliyetleri azalttığını gösteren bir çalışma yürüttü.

Buna rağmen istihdam standartlarında ‘lider’ uygulamalara sahip olduğu iddiasını taşıyan birçok firma, aynı zamanda sendika karşıtlığında önde gidiyor. Maaşları baskılayıp, işçileri susturmanın kazançlı bir strateji olarak benimsendiğine sık sık tanıklık ediyoruz. Tarihsel olarak incelediğimizde, işçiler için en büyük kazanımları mümkün kılanların örgütlü hareketler ve sendikalaşma olduğunu görüyoruz.

İşçilerin koşullarını iyileştirmeye yönelik diğer bir strateji de, kurum içinde işçilerin söz sahibi olmasını sağlamak. ABD Başkanı Joe Biden bu yaklaşımı açık açık savundu ve Amerikan orta sınıfının küçülmesini sendikaların etkisizleştirilmesine bağladı. Örgütlü emek güçlerini ve toplu pazarlık hakkını destekleyeceğine de yemin etti.

SENDİKA GERİLEDİKÇE ADALETSİZLİK BÜYÜYOR

ABD gibi sendikaların önemli ölçüde etkisizleştirildiği ülkelerde adaletsizliklerin giderilmesi için pazarlık gücünün geri kazanılması şart. Fakat sendikaların ve toplu pazarlık imkânlarının güçlü olduğu birçok Avrupa ülkesinde gördüklerimize bakılırsa, yalnızca bu koşulu yerine getirmek yeterli olmayacaktır.

Sorun, işçi haklarının güçlü olduğu ülkelerde de ‘ikili’ istihdam piyasaları görüyor olmamız. Elde edilen kazançlar ‘içerideki’ işçiler ile sınırlı kalıyor ve tecrübesiz işçiler yine açıkta kalıyor. Toplu sözleşme hakkı ve sıkı denetim kuralları Fransız işçilerin haklarını korumada başarılı oldu. Fakat genç işsizliği oranına baktığımızda Fransa gelişmiş ekonomiler arasında en yüksek oranlardan birine sahip.

İşsizliği azaltmayı amaçlayan üçüncü strateji de genişlemeci makroekonomik politikalar vasıtasıyla işçi talebini güçlendirmeyi amaçlıyor. Para politikası, talep tarafını güçlü tutarken, işverenlerin işçi talebi de güçlü seyrediyor. Böylece işsizlik düşük seyrediyor. Ekonomik Politika Enstitüsü’nden Larry Mishel ve Josh Bivens’ın yaptığı çalışmaya göre, ABD’de maaşların üretkenlikten ayrışmasının başlıca sebebi 1980’li yıllardan beri izlenen makroekonomik kemer sıkma politikalarıydı. Biden’ın Covid-19 salgını esnasında uyguladığı para politikasının maaşları artırmada ve işsizliği azaltmada başarılı olduğu görülüyor.

İNOVASYON POLİTİKASI VE DEĞİŞİME AYAK UYDURMAK

İşçi ihtiyacının yüksek seyrettiği piyasa koşulları işçilerin yararına olsa da, bu defa da enflasyon riskleri doğuyor. Dahası, makroekonomik politikalar iştihama en çok ihtiyaç duyulan, işçilerin kısıtlı becerilerinin zayıf seyrettiği bölgelerde çare olamıyor.

Dördüncü bir strateji ise piyasadaki ‘talep yapısını’ eğitim düzeyi düşük ve ihtiyaçların yoğun olduğu bölgeler lehine değiştirmek. Güvenceli, orta sınıf istihdamının kısıtlı kalması ile küreselleşme ve teknolojik ilerleme yüzünden mavi yakalı, imalat odaklı istihdamın yok olması arasında somut bir ilişki var. Politika yapıcıların, bu ‘kutuplaştırıcı’ etkileri geriye çevirmek için ‘beceri skalasında’ ortada kalan işlerin yaygınlaştırılması ve korunması için çaba sarf etmeleri gerek.

Bunu başarmak için teşviklerin ve iş geliştirme programlarının, ihtiyaç duyulan coğrafyalarda hayata geçirilmesi gerek. Emek ve beceri yoğun imalat sektörlerine yoğunlaşan geleneksel endüstri politikaları toplumun geniş kesimleri için ‘onurlu işler’ yaratmada başarılı olamıyor.
Dahası, yeni teknolojilerin işçilere hangi şekillerde zarar verdiğini hesaba katmalı ve ülke ölçekli inovasyon politikalarını bu eksende değerlendirmeliyiz. Şu an benimsenen söylemler, işçilerin ‘değişime ayak uydurmak için’ becerilerini geliştirmelerini öngörüyor fakat inovasyonun işçilerin becerilerine ‘uygun olarak’ hayata geçirilmesi ihtiyacı göz ardı ediliyor.

‘EMEK DOSTU’ POLİTİKALAR DÖNÜŞÜME YÖN VEREBİLİR

Daron Acemoğlu, Joseph E. Stiglitz ve Anton Korinek gibi ekonomistler, teknolojik dönüşümün hangi ‘eksende’ şekilleneceğinin esnek bir konu olduğundan söz ediyor. Teşvik, vergi ve kurallar bütününün dönüşüme yön verebileceğinden söz ediyorlar. Devlet politikaları otomasyonun ve yapay zekânın emeğin yerine geçmesini değil, ‘emek dostu’ bir eksende şekil almasını sağlamalı.

İşçi gelirlerini arttırmak ve emeğin onurunu muhafaza etmek için işçilerin pazarlık gücünü arttırmalı ve nitelikli iş imkânlarını yaygınlaştırmalıyız. İşçiler bu sayede daha iyi imkânlara sahip olabilir ve geleceğin refahından adil pay alabilir.

Project Syndicate’ten çeviren Fatih Kıyman