Yeni kurgu ile tüketicilere, şirketlere ve hükümete düşük faizli kredi verilmesine dayalı model değişmiş oluyor. Kolayca borçlanarak ev sahibi olunduğu günlerin geride kalması olasılığı oldukça yüksek. Bugünkü konjonktür; 1970’lere arz aksamaları, küresel büyümenin yavaşlaması, genişlemeci para politikaları ve gelişmekte olan ülkelerin yüksek borçluluk düzeyleri gibi ortak noktalarla benzerlik gösteriyor.

Küresel faiz artışları ve stagflasyon
Fotoğraf: Depo Photos

Geçtiğimiz hafta Amerika Merkez Bankası Fed’in 75 puan baz faiz artışıyla birlikte küresel ekonomide adeta tüm fay hatlarının harekete geçtiği sarsıntılı bir süreç başladı. Fed’in ardından İngiltere Merkez Bankası beklendiği üzere bu yılın beşinci 25 puanlık artışını gerçekleştirdi. İsviçre Merkez Bankası ise beklenmedik biçimde politika faizini 50 baz puan yukarı çekerek artık ayrı bir küresel ekosisteme adım attığımızı ilan etmiş oldu.

BORSALAR DÜŞÜŞTE

Fed’in 1994’ten bu yana en keskin sıkılaştırma hamlesi artık oyunun kurallarının değişmeye başladığını gösteriyor. Çünkü bekleneceği üzere faiz artırım kararının ardından Wall Street’te büyük düşüşler yaşandı. S&P endeksi haftayı yüzde 5,8 kayıpla kapattı. Böylelikle 2022’nin başından itibaren düşüş yüzde 20’yi aşarak, “ayı piyasasına” girilmiş oldu. Teknoloji ağırlıklı Nasdaq daha sert düşüşlerle zaten yüzde 20 eşiğini çok önceden geçmişti. Financial Times gazetesinin dünya endeksi FTSE All-World ise geçen hafta yüzde 5,6 değer kaybetti. Bu da satışların gelişmiş, gelişmekte olan tüm ülke borsalarına yayıldığını gösteriyor.

Hatırlanırsa 1987’de Wall Street’in tek bir günde yüzde 22,6 çakılmasından bu yana ne zaman borsalarda bir çalkantı meydana gelse, Fed faizleri indirerek, piyasalara likidite pompalayarak rantiyelerin, Lenin’in ifadesiyle “kupon kırpıcıların” imdadına yetişmişti. Bu kez enflasyonun kararlı yükselişi böyle bir adım atmayı olanaksız kılıyor. Tam tersine, faiz artışlarının yanı sıra Fed’in 8,9 trilyon doları bulan bilançosunu ay be ay daraltmak, piyasadaki aşırı likiditeyi emmek amaçlanıyor.

DÜŞÜK FAİZLERE VEDA

Bu yeni kurgu ile tüketicilere, şirketlere ve hükümete düşük faizli kredi verilmesine dayalı model değişmiş oluyor. Kolayca borçlanarak ev sahibi olunduğu, zombi şirketlerin bile düşük faizli borçlar sayesinde ayakta kaldığı günlerin geride kalması olasılığı oldukça yüksek.

Bu süreçte en büyük darbeyi kripto para piyasası yedi. Bu piyasanın toplam değeri 3,2 trilyon dolardan 1 trilyon doların altına geriledi. Özellikle genç kuşakların ellerindeki sınırlı parayla çok yüksek getiriler kazanma hayalleri, “21’inci yüzyılın altınını” buldukları yanılsaması, şimdilik bir travmaya dönüşmüş gibi görünüyor. Özellikle piyasanın gerilemesinin büyük kayıplara, kişisel iflaslara yol açtığı tahmin ediliyor.

ENFLASYONDAKİ YÜKSELİŞ EĞİLİMİ

Merkez bankalarının şahin bir duruşa yönelmesinin temel nedeni enflasyondaki giderek ivmelenen artış eğilimi. ABD enflasyonu son 40 yılın en yüksek düzeyine, yüzde 8,6’ya ulaşmış durumda. En son verilere göre avro bölgesinde yüzde 8,1’lik, İngiltere’de yüzde 7,8’lik bir enflasyon söz konusu idi.

ABD’de son 75 baz puanlık faiz artışı ile politika faizi yüzde 1,50 ila yüzde 1,75 aralığına çekildi. Karar alıcıların nokta tahminleri 2022’de yüzde 3,4, 2023’te yüzde 3,8 düzeyine işaret ediyor. Bu hala enflasyonun çok altında, tarihsel ortalamaların uzağında bir faiz düzeyi. Ancak seri faiz artışlarının, finansallaşmış ekonominin dengelerini hızla sarsması tektonik hareketlere kapı aralıyor.

Enflasyon tartışmalarını Batılı ana akım mecralardan izlerseniz, hızlı fiyat artışlarının ana nedeninin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve baş sorumlusunun Putin olduğu sonucuna varabilirsiniz. Gerçekten de Ukrayna savaşı başta enerji ve temel gıda fiyatlarını yukarı çekerek küresel enflasyonu etkiliyor. Ancak Trump döneminde ivmelenen korumacılık eğilimleri, devamında üretimi yakın coğrafyalara taşıma hamlesi, küresel iklim değişikliğine karşı gereken adımları atmamanın faturasının yavaş yavaş ödenmeye başlanması, piyasacı zihniyetin altyapı yatırımlarını ve Ar-Ge faaliyetlerini ihmal etmesi sonucu üretkenlik artışlarının yavaşlaması, Covid pandemisinin tedarik zincirlerinde yarattığı aksamaların özellikle Çin’deki kapanma önlemleri nedeniyle sürmesi gibi etmenler de enflasyonu tetikleyen diğer dinamikler.

Enflasyona karşı ciddi bir savaş açma iradesini besleyen iki temel motivasyondan söz edebiliriz. Birincisi, yaşam pahalılığının giderek yaygınlaşmasının, insanların satın alma güçlerinin hızla zayıflamasının yol açtığı toplumsal tepkilere yanıt vermek. İkincisi, özellikle ABD’de işsizliğin yüzde 3,6’ya kadar düşüşü, işçilerin pazarlık gücünün artışı, yer yer örgütlenme çabalarının sonuç vermesi karşısında egemen sınıfların 70’lerin sonundakine benzer bir sınıf refleksi sergilemesi. ABD Çalışma Bakanlığı verilerine göre, ABD’de özel sektör ücretleri 2022’nin ilk çeyreğinde enflasyonun altında yüzde 5 artış göstermiş durumda. Bu nominal artış bile, büyümeyi yavaşlatmak, haliyle işsizliği yukarı çekmek pahasına, emeğin pazarlık gücünü zayıflatmayı öncelikli kılıyor.

ENFLASYONUN KURAMSAL AÇIKLAMASI

Enflasyonun dinamikleri konusunda daha sistematik bir yaklaşım için Marksist İktisatçı Michael Roberts’a kulak verebiliriz. Roberts’a göre, enflasyonu açıklamaya yönelik ilk temel kuram parasalcıdır. Bu yaklaşıma göre enflasyonun kaynağı piyasadaki para miktarının çoğalmasıdır. Eğer merkez bankaları faizleri artırır, piyasadan para çekmeye başlarsa enflasyon dinme yoluna girecektir. Kuşkusuz böyle bir politika yönelimi enflasyon üzerinde bir etki yapacaktır. Ancak son 40 yılda faizlerin düşük tutulması ve kredi bolluğuna karşın enflasyonun ılımlı seyrinin hatırlanması, bunun ana dinamik olmadığını gösteriyor.

Enflasyon karşısında Keynesyen yaklaşım da, aşırı talebin ve ücret kaynaklı enflasyonun ana sorumlu olduğunu savunur. Bu okulun ABD’de şu anda en çok sesi çıkan temsilcisi Lawrence Summers, baştan beri Fed’in aksine enflasyonun “geçici” olmadığını öne sürüyordu. Lawrence’a göre, sorumlu Covid sürecinden az zararla kurtulmak için hükümet harcamalarının aşırı artışında aranmalı. Önerisi ise, kemer sıkma önlemlerine başvurularak talebin dizginlenmesi.

Marksist bakış ise, zayıf üretim ve üretken varlıklara yetersiz yatırımların enflasyonun temel kaynağı olduğu görüşü temelinde yükselir. Düşük faizlerin “fiktif sermayeye”; hisse senetlerine, kripto paralara yatırımı kamçılaması üretken yatırımları sekteye uğratmıştır. Covid pandemisinden önce de, üretim artışı zaten potansiyelin altındaydı. Sermayenin karlılığının düşüşü nedeniyle kapitalist üretim ve yatırımın yavaşlaması enflasyonun temel nedenidir.

Bu temel yaklaşımları bir köşe yazısının sınırları içinde özetleme çabası haliyle rafine çözümlemeleri şematize etmeyi getiriyor. Ancak bu sürenin uzayacağını, daha ayrıntılı tartışmalara bolca vaktimiz olacağını söyleyerek, olası eleştirilere karşı önlemimizi alalım.

STAGFLASYONA MI GİDİYORUZ?

Şimdi kısaca dünya ekonomisinin nereye doğru gittiğine odaklanabiliriz. Bu köşede epey süredir dünya ekonomisinin durgunluk içerisinde enflasyona doğru sürüklendiğini, Türkiye ekonomisinde de bu olgunun yakın bir gelecekte ortaya çıkacağını savunuyoruz. Dünya Bankası (DB) da son Küresel Ekonomik Beklentiler Raporu’nda küresel büyüme tahminlerini oldukça aşağı çekti ve 70’li yıllar benzeri bir stagflasyon eğiliminin güçlendiğini savundu.

DB’ye göre 2022’de dünya ekonomisi Ocak 2022 tahmininin yüzde 1.2 altında yüzde 2.9 büyüyecek. ABD ve Avro Bölgesi yıllık büyümesi ise yüzde 2.5 civarında gerçekleşecek. Çin’de ise kendi standartlarının oldukça altında yüzde 4.3’lük bir büyüme temposu gözlemlenecek.

Bugünkü konjonktür; 1970’lere arz aksamaları, küresel büyümenin yavaşlaması, izlenen genişlemeci para politikaları ve gelişmekte olan ülkelerin yüksek borçluluk düzeyleri gibi ortak noktalarla benzerlik gösteriyor.

70’lerin deneyimi, enflasyonun inatçı bir biçimde demir atabileceğini hatırlatıyor. Tedarik zinciri aksamaları ve yükselen emtia fiyatları uzun süre devam edebilir. Küresel tedarik zincirlerindeki yaygınlaşmanın geri çekilmesi, küresel emek arzındaki artışın durması, kaynakların tarımdan sanayiye kaydırılmasının sağladığı üretkenlik artışlarının sonuna gelinmesi, teknolojik ilerlemenin yavaşlaması hep geçmişte düşük enflasyona katkıda bulunan faktörlerin etkisizleşmesi anlamına geliyor.

Buna büyümedeki zaten yavaşlama eğilimine; ABD’deki mali desteklerin çekilmesini, Ukrayna savaşının etkilerini, Çin’de gayrimenkul sektöründeki krizin ve Covid’in kontrol altına alınması çabalarının olumsuz yansımasını, emek arzının yavaşlaması gibi demografik faktörleri katarsak, ekonomik büyüme cephesinde de iç açıcı bir manzaranın ufukta görünmediğini pekâlâ söyleyebiliriz.

Bu iki eksenin kesişimi de zaten stagflasyon, yani durgunluk ve enflasyonunun eş zamanlı hüküm sürmesi anlamına geliyor.