Sosyal Bilimci Dr. Tezcan Mert Çakal “Pandemi durumunun bize gösterdiği en büyük gerçek, küresel gıda düzeni dediğimiz bu sistemin ne kadar kırılgan ve şoklara karşı savunmasız olduğudur” diyor

Küresel gıda düzeni şoklara karşı savunmasız

NAMIK ALKAN

Koronavirüs ortaya çıktıktan ve dünya geneline yayıldıktan sonra gıdaya erişim konusu yeniden tartışamaya açıldı. Sosyal Bilimci Dr. Tezcan Mert Çakal, koronavirüs salgınının küresel gıda düzeni sisteminin ne kadar kırılgan ve şoklara karşı savunmasız olduğunu gösterdiğini söyledi. Dünyada 820 milyon insanın kronik açlık yaşadığını kaydeden Çakal, korona salgınının yiyeceğe erişim konusunda herkesin eşit olmadığı gerçeğini de gösterdiğini anlattı.

►Yeni koronavirüs pandemisi yaşamımızın tüm alanlarını kökten değiştirdi ve etkilemeye devam ediyor. Sizce gıda konusunda neler değişti? Yiyecek kıtlığı konusunda endişelenmeli miyiz?

Korona salgını, gıda konusunda çok boyutlu değişikliklere ve kaygılara yol açıyor. Bir yandan, virüse karşı güçlü olmak için sağlıklı beslenmenin önemi herkes için daha da arttı. Öte yandan, istediğimiz yiyecekleri bulamama konusunda ilk anda korku yaşandı ve insanlar, gıda istiflemeye başladılar. Korkulanın aksine, kısa vadede pek sorun yaşanmadı. Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı’nın (EFSA), virüsün yiyecek yoluyla bulaşmadığını açıklaması da üreticileri ve tüketicileri rahatlattı ve sevindirdi.

Fakat büyük bir kesimin eve kapanmasıyla, orta ve uzun vadede gıdayı kim üretip tedarik edecek endişeleri gündeme geldi. Yetkilileri ve uzmanları en çok kaygılandıran diğer husus ise, yeni bir gıda krizi olasılığıdır. Bu nedenle Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Genel Direktörü Qu Dongyu, Mart sonunda konuşma yaparak geçmişteki hataların tekrar edilmemesi gerektiği, yanlış politikaların yeni bir krize yol açabileceği ve bunun özellikle fakir ülkelerde insani bir felakete dönüşebileceği konusunda uyardı.

►Geçmişte ne gibi hatalar yaşanmıştı?

2008 yılında küresel ekonomik krize paralel olarak, gıda krizi yaşanmıştı. Gıda stokları hızla azalmış ve fiyatlar çok yüksek seviyelere ulaşmış, birçok yerde kargaşa ve isyanlara yol açmıştı. Qu Dongyu’nun kastettiği ‘geçmişteki hatalar’ ise, tahıl ihracatı yapan bazı ülkelerin, ihraç ettikleri ürünlere kısıtlamalar getirmeleri ve bunları ithal eden ülkeleri zor durumda bırakmalarıydı. Mesela Çin, Hindistan, Brezilya ve Mısır gibi ülkeler, kendi halklarına kalsın diye başka ülkelere olan pirinç ihracatını yasakladılar. Arjantin, Rusya ve Ukrayna gibi buğday üretip ihraç eden diğer ülkeler ise buğdaya yüksek tarife getirdiler veya ihracatını durdurttular. Böylece, bir yandan zaten yüksek olan fiyatların daha da yükselmesine yol açtılar, diğer yandan da bu ürünlere muhtaç olan ülkeleri zor durumda bıraktılar. 1980 yılından beri insanların tahıllardan elde ettikleri kalorilerin %20 ila %50 arasındaki miktarının en az bir uluslararası sınırdan geçtiği düşünülürse, ani değişim etkilerinin ne kadar geniş kapsamlı olabileceğini anlamak mümkün.

►Peki, koronavirüs salgını nedeniyle orta ve uzun vadede ne gibi beklentiler var?

Yetkililer şu anda dünyadaki tahıl stoklarının yeterli olduğunu ve 2020 yılı için durumun istikrarlı olduğunu belirtiyor. Fakat pandemi durumu ve karantina bu ürünlerin ekimi sezonunda da devam ederse, önümüzdeki yılda ürün miktarlarında azalma olacağı kesin. Günümüzde gıda düzeni (veya sistemi) denilen olgu, çok karmaşık yapıda bir ağ olup, üreticiler, tüketiciler, tarım girdileri, bunların işlenmesi, saklanması, taşınması ve pazarlanması gibi birçok unsudan oluşmakta. Dolayısıyla, virüs salgını gibi toplumu ve yaşamın akışını kökten değiştiren büyük olaylar er veya geç bu unsurların tümünü etkiliyor. Meyve ve sebze gibi yüksek değerde sayılan gıda ürünlerinde de henüz azalma hissedilmiyor, fakat önümüzdeki aylarda sorunların çıkması bekleniyor. Fransa, İspanya ve İtalya’daki çiftçiler, meyve ve sebzelerin tarlalarda çürümeye başladığını ve Mayıs ayından itibaren kıtlık yaşanacağını açıkladılar. Sınırların kapatılması ile sokağa çıkma yasağı sebebiyle birçok ülkede meyve ve sebze hasadında çalışan işçi kıtlığı yaşanıyor. Aynı sebeplerle taşımacılığa getirilen kısıtlamalar ve çalışanların azalmasından dolayı, gıdanın bir yerden diğer bir yere taşınmasında ve çiftçilerle balıkçıların pazarlara ulaşımında sıkıntılar artabilir. Hayvancılık sektöründe yem, gübre ve ilaçların kıtlığı hayvansal gıdalarda azalmaya yol açabilir. Bu saydıklarım, arz konusundaki olası etkiler. Fakat talep yönünden de durum iç açıcı değil. Kafelerin, restoranların ve okul yemekhanelerinin kapatılması ve turizme kısıtlamaların getirilmesi, gıda ürünlerine olan talebi şimdiden azalttı ve üreticilerle tedarikçileri etkiledi bile. Tüm bunlara, hijyen standartlarının artırılması ve çalışma koşullarının değiştirilmesi de eklendi.

►Bu sorunlarla baş edebilmek için ne gibi çözümler ve çareler düşünülüyor?

Birçok ülkede, ‘tarım seferberliği’ çağrısı yapıldı ve özellikle salgın nedeniyle işsiz kalanlar sebze ve meyve hasadına katılmaları için teşvik edildi. Hatta devletten yardım alanlara bu yardımların kesilmeyeceği sözü dahi verildi. Aslında bu salgın, tarımın ne büyük ölçüde göçmen işçilere bağlı olduğunu gösterdi. Dünyadaki tarım işlerinin yüzde 25’ten fazlası göçmenler tarafından yapılmakta. Avrupa’nın sebze ve meyve yetiştiricileri, her yıl düşük gelirli ülkelerden mevsimlik göç yapan yüzbinlerce işçiye bağımlı. Mesela, Fransa’nın 200,000 işçiye ihtiyacı var. Almanya’da bu sayı 300,000, İngiltere’de ise 90,000. İşler zor olmasına rağmen, ücretler çok düşük. Bu ülkeler çözümü yine Doğu Avrupa’dan, özellikle de Romanya’dan gelecek işçilerde buldu. Hasatta çalışacak göçmenler için sınırı geçme yasağı kaldırıldı ve çiftçiler, bu işçiler için charter uçuş seferleri ayarladılar. Sağlık ve güvenlik önlemleri de hemen uygulanmaya kondu. Fakat dünyanın diğer yerlerinde de hasat konusunda sorunlar var. Örneğin, ABD’nin Meksika’dan gelecek işçilere verdiği vize sayısını azaltması nedeniyle oradaki çiftçiler zorluk yaşıyor. Hindistan’da ise sokağa çıkma yasağı nedeniyle şehirlerden her yıl hasat sırasında göç eden işçiler bu yıl henüz gidemedi.

►Salgın ortaya çıkmadan da dünyada açlık çeken veya yetersiz beslenen birçok insan vardı. Salgın nedeniyle bunların durumunda veya sayısında bir değişiklik oldu mu?

Korona’dan önce Gıda ve Tarım Örgütü’nün istatistiklerine göre dünyada 820 milyon insan, yani nüfusun yüzde 12’si kronik açlık yaşıyordu. Bunlara ek 113 milyon kişi ise savaş, çatışmalar veya iklim değişikliği gibi etkenler nedeniyle açlık tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu kişiler dışarıdan gelen gıda yardımına bağımlı durumdalar ve virüsün daha da yayılması, insani yardım kuruluşlarının çalışmasını etkilediğinden dolayı bu insanlar için bir felakete dönüşebilir. Korona salgını, yiyeceğe erişim konusunda herkesin eşit olmadığını ve var olan eşitsizliklerin daha da derinleşeceği gerçeğini de gösterdi. Açlık yaşayanların dışında, yiyecek bulamama riskiyle her an karşı karşıya olan veya yetersiz beslenen 2 milyara yakın insan var. Gelişmiş ülkelerde dahil, gıda bağışlarına ve bedava okul yemeklerine muhtaç olan insanlar salgın nedeniyle büyük risk altında. COVID-19 nedeniyle hareketin kısıtlanması, gelir kaybı veya yiyecek fiyatlarında en küçük artış bile bazı kesimler için koşulları zorlaştıracak etkenler olabilir. Örneğin, gelişmekte olan ülkelerdeki işçi kadınlar risk altında. Diğer mağdur kesim, mülteciler ve endüstriyel tarım nedeniyle yerinden edinmiş insanlar. Risk altında olanlar arasında tarım işçileri ve çiftçiler de var. Bunların çoğu düşük ücret karşılığında veya geçici işlerde çalışmakta. Gelişmemiş ülkelerde çiftçi ve köylülerin yarısından fazlası yokluk seviyesinin altında yaşıyor. Fakat daha da şaşırtıcı olan, Fransa’da bile çiftçilerin %30’unun, ülkedeki asgari ücretin üçte birinin altında kazanmaları. Çiftçiler için ürünlerini pazara ulaştıramamak, tohum ve diğer gerekli malzemeleri alamamak veya hayvanlarına bakamamak iflas anlamına gelebilir.

►Daha önce küresel gıda düzeninin uluslararası bir karaktere sahip olduğunu ve birbirine bağlı birçok unsurlardan oluştuğunu açıkladınız. Bu durum gelecekte de virüs salgını gibi olaylara karşı tehlike yaratmıyor mu?

Çok doğru bir tespit. Bu pandemi durumunun bize gösterdiği en büyük gerçek, küresel gıda düzeni dediğimiz bu sistemin ne kadar kırılgan ve şoklara karşı savunmasız olduğudur. Birçok ülkenin kıtlık yaşayıp yaşamaması bir ihracat yasağına bakıyor; tarladaki ürünün hasat edilip edilmemesi bir seyahat yasağına bağlı ve birçok insanın aç kalıp kalmaması bir bedava yemeğe bağlı. Bir yandan mağazalarda boş raflar varken diğer tarafta ürünün tarlada çürümesi, gıda düzeninde bir şeylerin yanlış olduğunu gösteriyor. 1970’lerde ‘Yeşil Devrim’ adı altında gıda üretiminin artırılmasına yönelik kimyasal gübre ve ilaçlar kullanılmaya başlandı ve tek ürüne dayalı büyük endüstriyel tarıma geçildi. Ardından maliyet etkinliği için gıda tedarik zincirleri büyütüldü ve büyük süpermarketler ortaya çıktı. Bu gelişmeden sonra, kalite kontrol politikaları ve üretimle ilgili standartlaştırma amaçlı birçok yasa çıkarıldı. Ve son olarak, biyolojik mühendislik adı altında genetiği değiştirilmiş tohum ve gıdalar üretilmeye başlandı. Sonuç; yiyeceğin meta haline gelmesi – hatta üzerinde fiyat bahisleri oynanması, insanların gıdanın kaynağından giderek uzaklaşmaları, toprağın kalitesinin ve verimliliğinin azalması, ekolojik yıkım ve kirlilik, küçük çiftçiler üzerinde baskılar, birçok sağlık sorunları, satın alınan gıdaya güvenin azalması ve farklı tatların kaybolması oldu. Sadece 30-40 yılda küresel gıda düzeni öyle bir boyuta ulaştı ki sadece 10 çok-uluslu şirket dünyadaki tüm yiyecek ve içecek endüstrisini kontrol ediyor ve sadece 4 çok-uluslu şirket, dünyadaki tohum piyasasını elinde tutuyor. Bu şirketler, devletleri ve hükümetleri etkileyebilecek güçtedir.

►Bu kadar büyük ölçeğe ulaşan ve bahsettiğiniz sorunları doğuran bir sistemin onarılması veya bu sorunlara çözüm bulmak mümkün mü?

Birçok kuruluş, uzman ve insan toplulukları sürdürülebilir bir gıda düzeninin nasıl olması gerektiği ve bu düzene geçişin nasıl yapılacağı konusunda çalışmalar yürütüyor. Birçok çözümler geliştirildi. ‘Alternatif gıda girişimleri’ adı altında toplum bahçeleri, toplum destekli tarım, köy pazarları, çiftlik mağazaları, tarım üreticisinden tüketiciye doğrudan satışlar ve kooperatifler gibi farklı yapılanmalar ve ‘gıda egemenliği’ gibi hareketler ortaya çıktı. Doğayı, toprağı ve insanları koruyan ekolojik ve sürdürülebilir tarım biçimleri yaygınlaşmaya başladı. Aynı zamanda, yerel yönetimlerle birlikte, toplumun tüm kesimlerinden temsilcilerin katılımıyla şehirlerde gıda meclisleri kuruldu ve yasa niteliğinde gıda stratejileri hazırlandı. Bunlar giderek yaygınlaşıyor.

►Gıda düzeni açısından bakıldığında COVID-19 bir sorun mu yoksa bir fırsat mı?

Yaşamı olumsuz etkilemesi bir yana, bu pandemiyi birçok uzman ve yetkili aslında bir fırsat olarak görmekte. İnsanların birbirlerine yardım etmesi, mahallelerin komşulara destek çıkmaları, aç olanlara yemek dağıtmak amacıyla aşevlerinin kurulması, bu zor dönemdeki güzel örnekler. Bundan sonra sürdürülebilir gıda düzenine geçiş yönündeki adımların atılıp atılamayacağını gelecek gösterecek.