Avrupa’nın sığınmacılara karşı 21. yüzyıla uyarlanmış modern Auschwitz zihniyeti, her gün AB’li bir siyasetçi ve bürokratın dilinde ‘lapsus’ gibi tekerleniyor.

Sığınmacılara yönelik “yemek vermeyelim, bırakalım boğulsunlar, sınırı geçerlerse ateş edelim” ifadeleri öyle neo-Nazi çetelerine ait değil, bir AB’li bakan, Belçika’nın Batı Flandre Valisi veya Alman aşırı sağ parti AfD liderinin sözleri.

Bu sözlerin ardından da buz gibi ‘üzüntülerini’ eklemeyi ihmal etmiyorlar, Danimarka parlamentosundan sığınmacıların değerli eşyalarına el koyan faşizan acımasız yasalar hemen geçiyordu.

Kapitalist uygarlığın puslu beyaz yüzü yeniden ortaya çıkmıştı.

Dolayısıyla Merkel, Yeni Türkiye’ye 5 Kasım seçimleri öncesi verdiği moral destek gezisi bir yana bu defa AB’ye girişleri tamamen engellemek, polisiye tedbirleri sıkılaştırmak üzere ‘baskı’ yapmak için Ankara’daydı.
Hiç şüphesiz; ‘AB’nin sınırlarını koruyan ve Almanya’ya gelen sığınmacı sayısını azaltmak için uğraşan’ lider olarak patronajında olduğu AB nezdinde ve seçmen desteği azalan ülkesinde ‘imajını’ güçlendirme derdindeydi.
Ve kendisini ‘10 maddede eylem harekât planları’ havada uçuşan Yeni Türkiye’den güvence alıp ayrıldı sayabiliriz.

Geri planda ‘Brüksel’de prensler gibi ağırladıkları, İlerleme Raporunu öteledikleri’ Yeni Türkiye ile 3 milyar avroya açıktan tarihin en karanlık insan depolama pazarlığı yapan AB, Halep’ten kaçan sığınmacılara sınırlarınızı açın derken Yeni Türkiye daha üç kuruş görmedik diyor ve karşılıklı ‘vicdani’ atışma ve ‘insani’

hassasiyet kıyasına girişiyordu ama...

Buna karşılık kendi kentlerini topla tüfekle kuşatmış, bodrumları yanmış ceset dolu Yeni Türkiye, yüz binlerce Kürt vatandaşını yerlerinden söküp iç tehcire zorlayan sayısız sivil ölümü ‘terörle mücadele’ diye kodlayarak ‘millet-devlet’ mesafesini sıfırladığı totaliter rejime doğru koşarken...
2007 mali krizinden beri girdiği ‘büyük durgunluktan’ çıkamayan, kuyruğundan tutuşmuş kapitalist sistemin bölgede İslamcı cihatçı alt yüklenicilerle çıkarttığı ‘büyük yangından’ kaçan sığınmacılara çektiği ‘böcekler’ muamelesiyle aynı değerler kümesinde kucaklaşıyordu.

O savaş elbette Suriye halkının savaşı değildi, içinde Yeni Türkiye’nin başı çektiği körfez militer destekli ‘kara harekât çılgınlığına’ yeşil ışık yaktığı, cihatçı çete-bölge ve küresel fırsatçı güçlerin iç içe geçtiği on yıllara bedelli ‘büyük savaştı’.

Tek sıkıntıları, yurtsuz, topraksız bıraktıkları ve ‘parya-terörist’ gördükleri Suriyeli sığınmacıları gözlerden ve sınırlardan uzak tutmaktı.

Yoksa ‘savaş ganimetinde’ hepsinin gözü vardı.

Merkel’in Türkiye’yi sözünü tutması için ziyaret ettiği gün bile Ege sahillerinde gelişmiş ‘insan kaçakçılık sektörümüz’ kaçak botlarda 33 mülteciyi denizde boğarak AB’ye katkı sunuyorlardı.

Ayrıca küresel riyakârlık, mevzu ‘kapitalist kârlılık’ olunca ‘milli sınırlar’ tanımazdı.

Boğulmayıp sağ kalanlar ‘küresel kapitalist rasyonun’ pençelerine en ucuz emek paketiyle teslim edilirdi.

Mesela Avrasya’nın pre-Bengaldeş model çalışma üssü olmaya kararlı Yeni Türkiye ile global markalar Türkiye adresli atölyelerinde Suriyeli çocukların üzerine üşüşürlerdi.

İngiltere’nin köklü hazır giyim firması Next ile H&M gayet ‘dürüstçe’ Türkiye’de üretim yapan atölyelerinde Suriyeli çocuk çalıştırdığını kabul etmişti.

Çocuk konfeksiyon üretimi de yapan Next’in çocuk ‘dünya ve duyarlılığına’ yakınlığı böylece teyit edilmiş.
İsveç Kilisesi’nin ana ortaklarından olduğu, global marka H&M’nin de atölyede sığınmacı çocuk severliği anlaşılmıştı.

Türkiye’deki tedarikçi firmalar “yok öyle bir şey, bir tane Suriyeli çocuk vardı, onu da okula yazdırdık” deseler de, fason imalathanelerimiz ‘yerli-milli-sığınmacı’ çocuk yurdu gibiydi.
‘Yıkıcı-vahşi’ sistem çıkarttığı savaş ve çatışmalarla doyamıyor, iç-dış göçlerle yarattığı bedava ‘çocuk köle’ devşirmeyi ihmal etmiyordu..

Yeni Türkiye’de satışları patlayan sahte can yeleği imalathanelerinde yani sığınmacı boğan ucuz can yelek üretiminde Suriyeli çocuk çalışması ‘piyasa doğası’ gereğiydi.

‘Savaş ganimetleri’ böyle çeşitlenmiş dağıtım ağlarıyla, ilkel birikimci düzenin ihtiyaçlarına göre yukarıdan aşağıya doğru paylaşılırdı.

Velhasıl Avrupa’daki ırkçı, Müslüman karşıtı popülist kabarışla, Yeni Türkiye’nin ‘Haseke’deki Kürt kardeş, Halep’teki Arap kardeş, Lazkiye’deki Türkmen kardeş’, İslamcı-emperyal söylemi ve kan kokan Sur’da inşa edilecek neoliberal ‘Gülistan’ müjdesi tarihin yatağına doğru aynı sermaye ve faşizan güç olarak akardı...