ABD yönetiminin değişmesinden sonra küresel sularda çalkalanmalar yaşanması kaçınılmazdır. Asıl sorun, gelmekte olan büyük küresel değişikliklere ülkemizin uyum sağlama ve etkinlik yönünden ne ölçüde hazırlıklı olduğudur.

Yıllardır Türkiye’nin dış politikası da gerçekte Başbakan/Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından “tek elden” yönetiliyor.

O kadar ki, diğer pek çok konuda olduğu gibi, dış politikada da iktidarı eleştirdiğinde “işbirlikçi, hain” suçlamalarıyla baskı altında tutulan muhalefet de ülkenin dış siyaseti konusunda yapıcı seçenekler üretemiyor.

DALGALAR DAĞ GİBİ

Ortak noktaları yaşamsal olmaları olan 2021’in ana küresel dalgaları gerçekten dağ gibi; bunların önde gelen birkaçına değinelim.

“COVİD19”, yaşam ile ölüm arasını iyice yakınlaştırarak ve değişik biçimler alarak dünyayı karartmaya devam ediyor. Demokratik duyarlılığı olan veya aşı üretebilen ülkelerin yönetimleri salgına karşı savaşımı bilimsel yaklaşımla ve başarı ile yönetiyor; halklarının yaşamını güvence altına almak için canla başla çalışıyor.

“Sanal yerküre” oluşuyor. Bilgisayar yongasının (çip) yıllık satış tutarının 450 milyar dolara ulaşması (The Economist, Ocak 23) teknolojide üstünlük yarışının bu alanda yoğunlaşacağı olarak yorumlanıyor. Bu olgu, düşünce ve ifade özgürlüğü ile sanal iletişimin birleştirilmesine çözüm aranmasını zorunlu kılıyor.

“Küresel ısınma” olarak da adlandırılan iklim değişikliğinin her gün artan oranda dünyayı sarsması konunun uluslararası güncelliğini olağanüstü artırmış bulunuyor.

“Nükleer silahsızlanma”, 1945-1990 arasında yaşanan Soğuk Savaş’ı anımsatırcasına yaşamsal bir sorun olma özelliğini koruyor.

“Küresel terör”, hiç eksilmiyor.

Türkiye’nin geçerli dış siyasetiyle bu küresel gelişmeleri göğüslemeye ve onların çözümüne katkı yapmaya ne ölçüde hazırlıklı olduğu asıl üzerinde durulması ve sorgulanması gereken konudur.

DIŞİŞLERİ?

Öncelikle belirtelim, bir ülkenin dış siyaseti öngörülebilir, tutarlı ve güvenilir olmalıdır ki diğer ülkelerin üzerinde etkili ve ilişkilerinde sonuç alıcı olabilsin. Bunu sağlayacak olan da ülkenin dış ilişkileriyle ilgili kurumsal yapısının sağlamlığı ve onu destekleyecek bilimsel araştırma kurumlarının varlığıdır.

Yıllardır, Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal yapısı yıkılırcasına dağıtıldı. Bakanlığın deneyim ve birikimi “monşerler” diye aşağılanan ve dışlanan mensuplarıyla birlikte silinip atıldı. Kimilerinin adı yolsuzluklara karışan büyükelçiler atandı. Sonuçta, Türkiye, dış politikası tamamıyla tutarsız bir ülkeye dönüştü.

Siyasal İslamcı özelliğiyle Ortadoğu ülkelerinde “örnek demokrasi” olması öngörülen Türkiye, ne örnek demokrasi oldu, ne de onu örnek alan bir Arap ülkesi var! Altı yılını tamamlayan Suriye politikası Türkiye’ye verdiği büyük zararlarla birlikte o ülkede sadece bir terör bataklığı oluşturdu. İki yıllık Libya politikası da hızla aynı yolda ilerliyor. Yunanistan ile ilişkiler sıcak savaş noktasına varıyor. Türkiye’nin ABD ve Avrupa Birliği ilişkileri tutarlılığını iyice yitirmiş; papatya falı açar gibi, neredeyse her sabah değişiyor.

Aslında bu ülkenin dış politikasının getirildiği durumu şu olay çok doğru özetliyor: ABD Başkanı Trump gerçekten giderayak, son saatlerinde, Birleşik Arap Emirlikleri- BAE’ne 50 (yazı ile elli) tane F35 uçağı sattı. Türkiye bu proje için 1,25 milyar dolar ödemiş olmasına karşın sekiz F35 uçağını bugüne dek ABD’den alamadı. Bu ülke için uluslararası ilişkilerinde bundan daha onur kırıcı ne olabilir?

Dış politikasını kendi içinde sorgulama ve tartışma olanağı kalmamış bir ülkenin küresel etkisi de ocak soğuğu gibi sıfırın altına düşer!

★ ★ ★

Kimi nitelikleriyle küreselleşme emperyalizmin yeni bir biçimi olarak tanımlanır. Bugün, 24 Ocak, bu ülkenin, pek çok konuda olduğu gibi emperyalizm konusunda en önde gelen düşünür ve yazarı, büyük yurtsever Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin 28. yıldönümü. Bu ülkenin yönetimleri, Uğur’un ve düşünceleri nedeniyle öldürülen diğer değerlerinin katillerini cezalandırmayı başaramadı. Böyle bir ülke küresel denizlerde başarı ile yüzebilir mi?