Küreselleşme ve aşırıcılık

Helena Norberg-Hodge

ABD’de Donald Trump, Macaristan’da Viktor Orban, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan, Brezilya’da Jair Bolsonaro… Sağcı otoriter ve aşırıcı liderler güç kazanıyor, eşitlik ve gezegenin geleceğini umursayanlar haklı olarak endişeye düşüyor.

Bu eğilimlere karşı koymak için meselenin kökenine inmeliyiz. Tekil liderlerin karakter özellikleri ya da yükselişlerine vesile olan tekil koşullara takılmamalıyız. Kısacası, ekonomik küreselleşme sürecine yakından bakmalıyız.

Küreselleşme yanlıları uluslararası işbirliği ve karşılıklı dayanışma noktalarına vurgu yapsa da, küreselleşme aslında farklı kültürlerin ve ekonomilerin, büyük şirketlerin ve bankaların güdümünde tek tip bir kılıfa sokulması sürecinden ibaret. Küreselleşmeyi eleştirenler genelde büyüyen gelir adaletsizliğine atıfta bulunuyor. Fakat küreselleşmenin kişisel sonuçlarına pek az kişi değiniyor. Bir ülkeden diğerine, insanlar gitgide güvensizlik içinde hissediyorlar; üstelik hem ekonomik, hem psikolojik anlamda. Güven hissinden yoksun insanlar, içinde bulundukları durumu açıkladığını iddia eden asılsız söylemlere karşı savunmasız kalıyorlar.

İŞBİRLİĞİNDEN ÇATIŞMAYA

Tibet platosunda yer alan, Hint yönetimindeki Ladak örneğinde bunların nasıl yaşandığını size anlatayım. Ladakh’a 1970’li yılların ortasında geldim. Bölge o zamana kadar dış dünyaya kapalı kalmıştı. Sonra turizme, kalkınmaya ve küresel ekonomiye açıldı.

O zamanlar yerel ekonomi hala Ladakhlıların kontrolündeydi. Ortalama bir hane için gelir kaynağı kısıtlı olsa da gerçek anlamda yoksulluk yoktu. Herkesin başını sokacak bir evi vardı, herkesin karnı doyuyordu. Şu sözleri sık sık duyardım. “Burada her şey tung-bos za-bos” yani “kendi kendimize yetiyoruz, yediğimiz içtiğimiz bol.”
Toplumsal uyum da kayda değerdi. Bölgedeki Budist çoğunluk ve Müslüman azınlık uyum içinde yaşıyordu. Ekonomik açıdan söz sahibi olmadıkları, isimsiz, uzak kurumlara değil, birbirlerine nesillerdir bel bağlamışlardı.

Fakat 10 yıllık bir ekonomik ‘kalkınma’ sürecinden sonra korkunç bir değişim yaşandı. Budistler ve Müslümanlar az sayıda iş için birbiriyle yarışır oldu. Etnik ve dini farklılıklar siyasi anlamda bölücü hale geldi. Önceleri görülmemiş bir ayrışma ve husumet gözlenir oldu. Müslümanlar küçük kızlarını başlarını örtmeye zorladı; Başkentte Budistler koca koca hoparlörlerden dualar yayınlamaya başladı. Bir zamanlar tüm nüfus tarafından sahiplenilen dini törenler birer güç gösterisi halini aldı.
1989 yılına gelindiğinde iki grup arasında şiddet olayları patlak verdi, insanlar öldü. Birkaç sene önce Müslüman komşularıyla çay içen Budist ninelerden şu sözleri duydum: “Müslümanlar bizi bitirmeden önce, biz onları öldürmeliyiz.”

Dışarıdan bakanlar bunları eski etnik gerilimlerin hortlaması olarak yorumladıysa da 600 yıllık kayıtlı tarihte böyle bir şiddet olayı hiç yaşanmamıştı. Ladakh’ta yaşıyordum ve yerel dili iyi biliyordum. Bana kalırsa şiddet olaylarının aniden artışı ve küresel ekonominin getirdiği değişiklikler arasında doğrudan ilişki vardı.
Gıda ve tarım alanında yaşanan değişiklikler en fark edilir olanlardı. Hint hükümetinden büyük teşvikler alan ithal gıdalar, yerel mahsulün yarı fiyatına satılıyordu.

Neticede kendi kendine yeterliliğin yerini, küresel gıda sistemine bağımlılık aldı. Nüfusunun büyük bölümü çiftçilerden oluşan Ladahk’ta birçok insan geleceğinden endişelenmeye başladı.

Bu esnada gençler köylerini terk etmeye, maaşlı işler peşinde başkent Leh’e akın etmeye başladılar. Bir anda kendi toplumlarıyla aralarında bağ koptu ve az sayıda maaşlı iş için binlerce kişi birbiriyle yarışa girdi. Bir zamanların oturmuş kimlik ve aidiyet hissi parçalanmaya başladı.

GERİ KALMIŞLIK HİSSİ

Eğitimdeki değişimlerin de büyük etkisi oldu. Eskiden, Ladakhlı çocuklar içinde yaşadıkları bu güç çevrede hayatta kalmak ve hatta refah içinde yaşamak için ihtiyaç duyacakları becerileri öğrenirlerdi. Yiyeceklerini nasıl yetiştireceklerini, hayvanlarına nasıl bakacaklarını, evlerini nasıl inşa edeceklerini öğrenirlerdi. Fakat Batılılaşan yeni okullarda ancak fosil yakıt ekonomisinde, kent yaşamında ihtiyaç duyabilecekleri becerileri öğrendiler. Bu yeni okullarda Ladakh yaşamına dair hiçbir şey öğrenmediler ve içten içe kendi kültürlerini hor görmeyi öğrendiler.

Siyasi ve ekonomik güç de el değiştirdi. Karar alma yetkisi geleneksel köy seviyesinden, Yeni Delhi’deki merkezi hükümete geçti. İnsanlar gündelik hayatlarını etkileyen kararlar hakkında söz söyleyemez oldu.

Yabancı turistlerin bölgeye akını, uygu televizyonu, reklam kampanyaları… Hepsinin katkısı oldu. Batılı, şehir yaşantısı romantize edildi ve Ladakhlılar kendilerini gitgide geri kalmış hissetti.

Küresel ekonominin bölgeye girişiyle rekabet, güvensizlik ve güçsüzlük hislerinin ön plana çıktığı açıktı. Ladakhlılar birbirlerine bel bağlamak yerine, uzaklardaki imalatçılara, merkezi bürokrasilere bel bağlamış oldular. Psikolojik anlamda hem kendilerine, hem kültürlerine olan inançlarını kaybettiler. Bu derece güvensizleşen ve güçsüzleşen insanların nasıl öfkeye ve aşırılıkçı düşüncelere tutunabildiğini görmek güç değil.

Tüm bu değişimlerin Ladakh’ta yaşanma hızı ve ölçeği küreselleşme, güvensizlik ve çatışma arasındaki yapısal ilişkiyi açıkça gözler önüne seriyor. Fakat aynı süreci dünyanın her yerinde görmek mümkün. Mevcut ekonomik sistem başlı başına korku, gericilik ve siyasi istikrarsızlık haline geldi. Bunu görebilmek için ana akım analizlerin genelde görmezden geldiği bağlantıları görmek şart.

EKONOMİK DENETİMSİZLİK

Şirketler güdümünde yürüyen küresel ekonominin yakıcı etkilerini kavrayamayan insanlar, göçmenleri ve azınlıkları düşmanlaştıran söylemlere karşı savunmasız kalıyor. Yeşil politika karşıtı, solcu karşıtı oluyorlar. Ekonomik sıkıntıların suçlusunun hükümet bürokrasisi ve çevresel-toplumsal koruma politikaları olduğunu düşünüyorlar. Birçoğu serbest ticaret ve ekonomik serbestlik yönünde oy kullanacaklar çünkü sahip olamadıkları zenginliğe böyle kavuşacaklarını düşünüyorlar.
Aşırılık sarmalına daha da fazla saplanmamak için acilen ekonomik denetimsizlik hakkında bilinci artırmalı, bunun yerel topluluklara ve bireylerin hayatlarına verdiği zararı herkese anlatmalıyız. Bu sisteme dair bilgisizlik Trump gibi, Brexit gibi, Bolsonaro gibi sözde çözümlere güç veriyor. Bu esnada küresel ekonomi sistemi sağ selamet yürüyüp gidiyor.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: New Internationalist