Ukrayna savaşı ile hız kazanan, kapitalist küreselleşme sürecinin tersine dönmesi ve ABD merkezli Atlantik Bloku ile Çin merkezli blokun ayrışması olguları kapitalizmin düşünce üretim merkezlerinde de ciddi kaygı yaratıyor.

Küreselleşmenin tabutuna son çivi mi?

Kapitalist küreselleşme sevdalısı Thomas Friedman’ın, “McDonald’s bulunan iki ülkenin savaştığı görülmemiştir” tezi popüler kültürde yaygınlıkla kullanılır. Rusya’nın Ukrayna harekatı sadece bu tezi çürütmekle kalmadı, McDonald’s, Kentucky Fried Chicken, Starbucks benzeri kapitalizmin sembol markaları arkalarına bakmadan Rusya’yı terk ettiler.


Bu ricatın etik kaygılarla yapıldığını söylemek fazla iyimserlik olur. Rusya’ya uygulanan ambargonun ürün tedariklerini aksatacağının anlaşılması, kredi kartı ödemelerinin sekteye uğraması, yarın kâr transferlerini nasıl gerçekleştireceklerini bilememenin getirdiği belirsizlik gibi etmenlerin çok uluslu şirketlerin bu kararında rolü bulunduğunu tahmin edebiliriz. Ancak belki de daha önemli neden; Rusya’ya karşı sürekli köpürtülen Batı’da egemen tepkinin, ünlü markalara karşı “cancel culture” diye adlandırılan defterden silme davranışını yani ürün boykotlarını tetikleyeceği korkusu olmalı.

Ambargonun Rus Ekonomisine Etkisi

Kendini McDonald’s dükkanlarına zincirleyen şuursuzların varlığı, iş çıkışı arkadaşlarla Starbucks’ta espresso yudumlama zevkinden mahrum kalacak beyaz yakalıların tepkisi, Rusya gibi gelir ve servet dağılımının çok bozuk olduğu, taşrasında yoksulluğun kol gezdiği bir ülkede belirgin makro bir etki yaratmayabilir.

Ne var ki, ekonomik ambargonun Rusya’nın çelik gibi önde gelen bazı sanayilerini vurması; yazılım firmalarının ülkeden çekilmesinin, Gazprom, Lukoil gibi enerji devlerinin dahi üretimlerini etkilemesi; yedek parça temin edilememesinin özellikle otomotiv, demiryolu, havacılık gibi sektörleri zor durumda bırakması tehlikesi istihdamı ve ekonomik büyümeyi daha olumsuz etkileyecek. Bu darboğazın ithal ikamesi eğilimini güçlendirmesi, korsan yazılımlarla birlikte alternatif bir tekno ekosistem kurma çabasına hız vermesini bekleyebiliriz. Finans sistemine yönelik kısıtlamaları da göz önüne alırsanız, (bkz. BirGün 1 Mart 2022 Swift ve Dolar Hegemonyası yazımız) zaten işleri pek yolunda gitmeyen Rus ekonomisinin ekonomik yaptırımlardan büyük yara alacağı açıkça görülüyor.

Deglobalizasyon Kaygısı

Gelgelelim iş Rusya’nın hizaya getirilmesi çabasıyla bitmiyor. Ukrayna savaşı ile hız kazanan, kapitalist küreselleşme sürecinin tersine dönmesi (deglobalizasyon) ve ABD merkezli Atlantik Bloku ile Çin merkezli blokun ayrışması (decoupling) olguları kapitalizmin düşünce üretim merkezlerinde de ciddi kaygı yaratıyor.

İngiliz The Economist dergisi, serbest piyasacı ideolojisine ters düştüğünü belirtse de, otokratik rejimlerle serbest ticaretin sorgulanması gerektiği tartışmasını bu hafta sayfalarına taşıdı. The Economist, Ukrayna işgalinin küreselleşmeye üçüncü büyük darbeyi vurduğunu öne sürüyor. Bunlardan birincisi Trump’ın başlattığı ticaret savaşları, ikincisi pandemiyle birlikte mal ve hizmet ticaretinin yanı sıra sermaye akışlarının ve insan hareketlerinin kesintiye uğraması olarak nitelendiriliyor.

Aslında daha öncesinde, 2007-2008’de patlak veren Küresel Finansal Kriz ertesinde kapitalist küreselleşmenin ivmesini kaybettiği gözlemlendi. Dış ticaretin dünya üretimine oranı, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının temposu hep düşüş eğilimi sergiledi. Hepsinden önemlisi, küreselleşme sürecinde herkesin yüzünün güleceği, tüm coğrafyalarda yaşam standartlarının yükseleceği “büyük anlatısını” pratik doğrulamadı. Özellikle sanayi üretiminin yoksul ülkelere kaydırılması, Batı’daki mavi yakalı işçilerin işsiz kalmasına veya satın alma güçlerinin düşmesine yol açtı. Bunun yarattığı memnuniyetsizlik sağ populist, faşizme yatkın hareketleri güçlendirdi. ABD’de Trump, Avrupa’da Marine Le Pen, Salvini, Orban benzeri aşırı sağcı figürleri siyaset sahnesine taşıdı.

Belki daha da önemlisi, burjuva demokrasisiyle ekonomik refahın paralel seyredeceği, liberal demokrasiyi benimseyen ülkelerin küreselleşme sürecinden nasibini alamayacağı varsayımını yaşam yalanladı.

Oyunu kurallarına göre oynayan Çin’in kapitalist küreselleşme sürecinden en avantajlı çıkan ekonomi olması, halkının yaşam standartlarının hızlı yükselme sergilemesi, teknolojide ABD’nin üstünlüğünü tehdit eder hale gelmesi metropol kapitalistleri mızıkçılık yapmaya yöneltti. Hatırlanırsa 2017 Davos küresel elitler zirvesinde Çin devlet başkanı Xi Jinping küreselleşmenin önde gelen savunucusu olarak ABD’ye meydan okumuştu.

The Economist Soğuk Savaş dönemindeki gibi birbirinden yalıtılmış iki ayrı ekonomik bölgeye ayrılmanın çare olmadığını söylüyor. Tedarik zincirlerinde olabildiğince çeşitlendirmeye gidilmesi ve liberal olmayan rejimleri hassas teknolojilerden mahrum etmekle yetinilmesi gerektiğini düşünüyor (Trading with the Enemy, The Economist 19-16 Mart 2022).

ABD’nin en etkili düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi`nin (Council for Foreign Relations) yayın organı Foreign Affairs dergisinde de Adam Posen, “Küreselleşmenin Sonu mu?” başlıklı makalesinde, usulen Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımları etik açıdan onayladıktan sonra, sürecin sadece Rusya’ya değil küresel ekonomiye getireceği maliyetler üzerinde duruyor. Ekonomik ayrışmanın daha düşük büyüme, daha az yeni buluş, içeride korunan firmaların hane halkları aleyhine daha fazla güçlenmesiyle sonuçlanacağı tezini savunuyor.

Özetle, iklim krizi gibi konularda Çin ile işbirliği yapalım. Asla ithal ikamesini, Atlantik kapitalist blokun her ülkesinin kendi sanayini yeniden inşasını savunmayalım. Avustralya, Japonya, Güney Kore, ABD, Birleşik Krallık ve ABD arasında serbest dolaşıma dayalı bir ekonomi bölgesini yeniden kuralım diyor. Aslında bir anlamda Çin ve Güney ülkeleriyle ayrışmayı, ancak liberal demokrasiler arasında yeni bir bütünleşmeyi savunuyor (Adam Posen, The End of Globalization, Foreign Affairs, 17 Mart 2022).

Rusya’yı Tecrit Planı Tam Destek Bulmadı

Yürütülen büyük propaganda savaşına aldanmayıp, süreci objektif biçimde değerlendirmeye çalışırsanız, Batı’nın Rusya’yı ekonomik anlamda tecrit planının istediği mecrada yürümediğini fark edersiniz. Bilindiği gibi küresel ekonominin yükselen ülkeleri popüler bir kısaltmayla BRICS diye anılıyordu. Bu beşliden üçü Çin, Hindistan ve Güney Afrika, BM’de beşlinin diğer bir üyesi Rusya’yı kınayan bildiriye imza atmadılar. Suudi Arabistan yuan üzerinden petrol ticareti yapmak için Çin’le görüşmelere başladı.

Rusya’nın rezervlerinin yarısının kullanılmasının engellenmesi, Rus vatandaşlarının mallarına el konulması, son tahlilde serbest piyasacılar için kutsal sayılan mülkiyet hakları ve bireyin dokunulmazlığı ilkelerinin çiğnenmesidir. İster istemez bütün ülkeler yarın döviz rezervlerini şekillendirirken, tüm bireyler yurtdışında emlak ve finansal varlık edinirken bu tehditleri göz önünde bulunduracaktır. Londra, New York gibi başlıca çekim noktaları bu eğilimden olumsuz anlamda payını alacaktır.

Çin’in Piyasayla Uzlaşma Hamlesi

Geçen hafta savaşın toz dumanı arasında fazla konuşulmayan bir gelişme yaşandı. Çin, hisseleri ABD’de kayıtlı firmaların yüzünü güldüren düzenlemelere gitti. Bir anda bu hisseler yüzde 33 yükselirken Hang Seng Teknoloji Endeksi zirve yaptı. Bu adım Çin Komünist Partisi’nin piyasayla uzlaşması yolunda önemli bir aşama olarak algılandı.

Alibaba’nın başını çektiği büyük teknoloji hisselerinin yatırımcılarını sevince boğan bu gelişme, bir yandan da Çin’in mali anlamda Batı’dan kopmayı istemediği, kendi yararına gelişen küreselleşme sürecinin devamından yana tavır aldığı şeklinde yorumlanabilir.

Dünya ekonomisinin, enflasyon içerisinde durgunluk anlamına gelen stagflasyona sürüklendiği yönünde belirtiler var. Hepsinden önemlisi yükselen gıda fiyatları, başta Ortadoğu ve Afrika ülkeleri gelmek üzere 800 milyon kişinin açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna işaret ediyor. Geçmişte bu durumun ayaklanmaları ve rejim değişikliklerini tetiklediğini hatırlarsak, dünyanın Ukrayna ile sınırlı kalmayan bir çalkantı dönemine girme olasılığı yüksek görünüyor. Bu da ayrı bir yazı konusu olmayı hak edecek kadar önemli bir dinamik.