Kendini, olmayan dünyada yaşamaya inandırmaya başlayan insanın, samansı dünyasına destek atmaya odaklanmış bir yazınla karşı karşıyayız. Bireyin tanımını baştan yanlış çizen bu anlayış kullandığı dille de yanlışı hep pekiştiriyor

Kurgunun dili dilin kurgusu

ÇAĞATAY USLU

Her yeninin mutlaka bir öncesi vardır. Sözgelimi Türkçe yazın içerisinde Faruk Duman hazır kalıpların ve verili dilin dışında kendine özgü dille anlatı evrenini kurabilen bir yazar olarak dili bir bütün halinde kendinin kılmaya çalışır. Bunun için semantik ve gramatikal düzlemlerde oynar dille. Bir oyun olarak değil daha çok kendi kendine hizmet edebilecek bir dil aurası yaratmaya çalışarak. Burada asıl üzerinde durulması gereken farklı olanın sunumudur. Aşağıda anacağım romanlar biraz da bu sunuma dair güncel örnekler olacak.

Sincaplı Gece
Cem Akaş’ın 2016 yılında çıkan son romanı Sincaplı Gece de Türkçe edebiyat içerisinde denenmemiş bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk bakışta sinematografik anlatımı merkeze aldığı görülecektir. Kitabın bölümleri sahneler halinde ilerliyor. Sahnelemenin önemli unsurlarından olan diyaloglarla örülüyor roman. Böyle bir teknik okurla farklı bir iletişim kurma yöntemi olarak not düşülmeli. Daha önceki romanlarından 7’de de aynı yönteme eğilmişti. K24’te yayımlanan söyleşisinde de bir anlatım tarzı olarak sahnelemeyi “eksiltme yöntemi olarak kullan”dığını söylemişti. Romanın alt başlığı olarak da “Eksiltmeli Roman”ı tercih ediyor Akaş. Bu yöntemi daha önce “Tekerleksiz Bisikletler” adlı öykü kitabında bazen cümle sonlarından kelime “eksilterek” bazen de öykünün akışına sekte vurarak yapmıştı. Roman da ise eksiltme yöntemini yine çeşitli çıkarmalarla yapıyor. Yazınsal malzemelerin önemli bir kısmını atarak en azıyla kuruyor romanını. Sözgelimi genel olarak diyaloglarla ilerleyen romanın bütününde betimlenin payı en aza indirgeniyor. 3 perde 128 bölümden oluşan Sincaplı Gece’de kurgu açısından “çarpıcı” bir roman olarak karşımıza çıkarken teknik olarak da yalın bir biçimde türler arası rotada geziniyor. Pıtır pıtır cümle dökmek yerine kurduğu sahneler içerisinde en “gerekli” olanı öne çıkartarak çıtayı biraz daha yükseltiyor.
Yapısal olarak romanın bize sunduğu yeniliklerin yanı sıra içerikte de Türkiye’nin geçirdiği dönüşümlerin sonuca nasıl ulaşabileceğini tartışarak en basit ifadeyle oluşumunu tamamlamış bir burjuvanın hayat kesitlerini sunuyor. Bu kesitler içerisinde yazınsal dozu artıracak şekilde ironi, kara mizah, fantastik ögeler kullanarak Türkçe roman geleneğinin akarında bir çatal olarak yerini alıyor.

Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor
Hüseyin Kıran Resul’den Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor’a uzanan roman serüveninde bir birey yaratmak yerine elinde bulundurduğu “özne-birey”i yıkmayı tercih ediyor. İnsanlara özgü ya da verili niteliklerin üzerine gidiyor, onlarla birlikte ele avuca sığmaz saf insana ulaşmaya çalışıyor. Metinlerinin ayrıksı tarafı da buradan filizleniyor.
Bireyin yıkımı yine bireyden kaynaklanan dilin yıkımını da beraberinde getiriyor. Sözgelimi cümle yapısı bozuluyor. Zihin üzerinde sabit bir nokta olmadan, oradan oraya zıplayan düşünceleri tek bir yere odaklamaya çalışan bir dilden söz ediyoruz. Öyle ki odak imkânsızlaştıkça açıklamalar birbirini kovalıyor. Kimi zaman aşama aşama ilerleyen karakterin zihinsel sunumunun bütün aşamaları eyleme dönüşene kadar tane tane veriliyor okura. Sözgelimi Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor romanında dil bu aşamaları kaydedene kadar yoğunluk kazanıyor, katı bir madde gibi sunuluyor adeta bize.
Alışıldık, genel kullanımda olan roman dilini tuzla buz eden bir taş gibi şiddetle yoğrulmuş bir dil Hüseyin Kıran’ın dili. Teoriyi kendinin kılabilen roman denen metanın içerisinde yine romana dönük bir isyanı başlatabilecek bir dil. Kafkaeskliği sürekli vurgulanan Kıran’ın asıl tadı kahramanlarının insana dönüşme sürecinde saklı kanımca. Bütün romanlarında bir dönüşüm hikâyesi kuruyor yazar. Burada şekil hiçbir şey ifade etmiyor aslında çünkü yolun sonu bir yokluğa da çıkabiliyor. Resul’ün ağır siyasi şartlar altında ezilmiş karakteri, Gecedegiden’in insansı bütün kişiliğinden sıyrılmaya çalışan yabanılı, Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır’ın “peygamber” Ruhi’si… Bilincin bir daha dikilemeyecek şekilde yırtılmasının vücut bulmuş halleri.
Hepsinin toplamı gibidir Yakup. İktidarın tezgâhından yeni bir iktidarın doğuşu, farklı şekillerde de olsa sürekli bir yolculuk hali yeni bir insan tasarımına ya da Hüseyin Kıranca söylersek insanın tasfiyesine işaret edecektir.

Tuhaf Etki/ Berkan Şimşek
ve Leopold’un Sabunu

Tuhaf Etki Koç Üniversitesi Yayınları tarafından Cem Akaş’ın editörlüğünde başlatılan yeni bir dizi. Amaç olarak Türkçe edebiyat içerisinde anaakımın dışında kalan metinleri yayımlamayı belirliyorlar. Berkan Şimşek’in ilk romanı Leopold’un Sabunu da bu dizi içerisinde yayımlanan kitaplardan.
İlk bakışta bir intihal romanı olarak nitelendirilebilir Leopold’un Sabunu. Yazar Cafer Âlim zaten çeşitli intihallerle oluşturulmuş romanı asıl yazardan çalıyor. Kitabın diğer yarı ise bu çalıntı metne çeşitli dipnotlarla eklemeler yaparak kendi adıyla tekrar yayımlıyor. Bu şekilde dolaşıma giren bir metnin farklı sürümleri ortaya çıkmış oluyor. Dipnotlar kitabın yolcuğunun yanında kurmaca-gerçek, kurgu gerçekliği, yazarın roman üzerindeki işlevi, anlatıcı ve metindeki konumu gibi konularda çeşitli görüşler de içeriyor.
Postmodern kurgunun Türkçe edebiyat içerisinde ilginç bir örneği olarak da okunabilecek olan roman çeşitli metinlerarası ilişkilere de giriyor ve kendi gerçekliğine sadık kalarak bu ilişkilerin üzerini örtmeye de gerek görmüyor. Sözgelimi hemen göze çarpan örneklerden ilki kitabın ismi Leopold Bloom’a, bölümlenmesi ise Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne doğrudan bir gönderme olarak karşımıza çıkıyor.
Berkan Şimşek Türkçe edebiyatta sıkça karşılaşamadığımız bir yazar görüntüsü ile çıkıyor karşımıza. Edebi birikimi yüksek, bir okur olarak gelişim aşamalarını hızla kat etmiş aynı zamanda da bu birikimini kalemine yedirebilmiş bir yazar.

Ve Ayhan Geçgin
Nurdan Gürbilek Ayhan Geçgin ile ilgili bir yazısında “Bir yazarın ilk kaçış denemesi dile doğrudur” diyor. Ayhan Geçgin de dili içerisinde dışarı doğru bakmayı deneyen yazarlardan. Romanlarında kurduğu dili yapısal olarak bağlamından koparmak yerine karakterlerini kullandıkları dile dönüştürmeyi tercih ediyor. Bu dönüşümün karşılıklı olması için uğraşıyor. Sözgelimi Son Adım romanında “Ama bu seslerin nesi, nasıl dinlenir, diye soruyorsun kendine, gerçekten bir şeyi dile getiriyorlar mı?” diye sorarken dilin bir şeyi dillendiremediği yani anlamı taşımakta bir şekilde yetersiz kalması bir ölü dil vurgusu yapıyor. Aynı romanın karakteri Alisan’ın da dediği gibi “Bu dil ağzından ölü bir dil gibi çıkıyor. Ölü bir dil? Senin için anlamı: konuşur konuşmaz ölü bir dile dönüşen dil, sözcüklerin hiçbir şeyi canlandırmadığı bir dünya; kuru bir dünya, kuru bir dil.” Anlamın belirebilmesi için Alisan’ın karşısındaki kişiye dönüşmesi gerekmektedir. Dilin kişiye özgüleşmesi olarak da okunabilecek bir durumdur bu. Diğer romanlarında da karşımıza çıkan bu dil vurgusu olamamakla olabilmek arasında salınırken bir “diğer” de aramaktadır. Diğerin varlığı metinsel düzlemde çeşitli göndermelerle yer bulur kendine sözgelimi bir bütün olarak dile sinen Bilge Karasu, Latife Tekin, Hüseyin Kıran, Gilles Deleuze…

Sonuç
Günümüzde kitapların endüstriyel tasarım ürünlerine dönüştüğü bir gerçek. Giderek hedef kitlede yaşanan sapmalar, yazınsal olanın altının oyulmasıyla süreci tamamlayacak gibi görünüyor. Son yıllarda dolaşıma giren metinlere bakılarak da bu tahminin boş olmadığı görülebilir. Gündelik olanın peşine düşmüş bir dil, güncelin sosuna batırılarak sunulan kalıplar ve bir marifetmiş gibi kullanılan klişeler… Giderek kendini olmayan bir dünyada yaşamaya daha çok inandırmaya başlayan insanın, samansı dünyasına destek atmaya odaklanmış bir yazınla karşı karşıyayız. Bireyin tanımını baştan yanlış çizen bu anlayış kullandığı dille de yanlışı pekiştiriyor. Yukarıda andığım üç hem genel anlayışın dışında hem de üçlü olarak birbirine benzemezlikleriyle hâlâ özerk bir dille edebiyatın kurulabileceğine verilebilecek en güzel örnekler.