CHP Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik kurşunlu nefreti ve tehdidi kınadığımı ve hepimizin de nefretle kınaması gerektiğini belirtmek istiyorum. Kurşun aslından hepimizin önünü konulmuştur. Koyan AKP’lidir.

Tıpkı 7 Haziran seçiminde ortaya çıkan halkın iradesinin önüne konulan AKP’nin şiddet politikası gibi..

O kurşun ve AKP’nin şiddet politikası demokrasi, laiklik, özgürlük, eşit haklar ve sosyal devlet talebine karşı, AK-Sarayın iktidar güvenliği için konulmuştur.

Zira demokratik olmayan iktidarlar kurşunu ve şiddeti, halka karşı kendi iktidarını korumak için sever! İktidarlar sadece kurşunu değil, kurşun atanı, kurşun yiyeni ve kurşunu halkın önüne koyanı da sever.

Demokrasi ve laiklik karşıtı olanların sığındığı adresin adı, şiddet ve kurşundur.

Çünkü ezberlerinde olan “devlet için kurşun atanda, yiyende kahramandır.” Onun için devlet eleştirel düşünceyi değil, kurşunu sever!

Sevmezse ne olurdu?

Kurşunu halkın önüne koyanı da, halkına sıkanı da cezaevine tıkardı. Yaşam hakkı korunurdu!

Ama tıkmadılar. Suç devletçe övüldü! Saray bu suçu “milletin takdiri”, AKP Grup Başkanlığı ise “doğal tepki” saydı.

Tıpkı, Can Dündar’a kurşun sıkılmasını “doğal tepki” saydıkları gibi..

Tıpkı, Berkin Elvan ve Ethem Sarısülük’e kurşun sıkarak öldürenleri “güvenlik gerekçesi” gördükleri gibi..

Tıpkı, Armutlu’da Dilek Doğan’a kurşun sıkarak öldürenleri “kahraman polis” saydıkları gibi.

Tıpkı sırtına 12 kurşun sıkılarak öldürülen 13 yaşındaki Kürt çocuğu Uğur Kaymaz’ı “terörist” saydıkları gibi.

Tıpkı bomba ile bedeni parçalanmış Ceylan Önkol’u savaş “zayiatı” saydıkları gibi.

Tıpkı Soma’da 301 maden işçisinin katledenleri “fıtrattan” saydıkları gibi.

Tıpkı şiddete, tecavüze ve cinayetlere maruz kalan kadınları“tahrik eden” faillerini/katillerini “iyi halli” gördükleri gibi.

Tıpkı halkın özgürlük, eşitlik, laiklik ve demokrasi talebine ölümü, yasakları, Toma’ları, Biber Gazını, devlet şiddetini “kamu güvenliği” saydıkları gibi..

Çünkü egemenlere göre “devlet suçsuzdur! iktidar suçsuzdur!”

Peki suçlu kim? Devlete göre “suçlu halktır!”

O yüzden iktidarın bekası için öldürülenler, cezalananlar, tehdit edilenler, tecavüze, ayrımcılığa, nefrete, asimilasyona maruz kalanlar “hak ettiler” grubuna sayarlarken, mazlumları haklayanları kahramanlıktan saydılar. “Devlet için kurşun atanda, yiyende, koyanda kahramandır!”

Suçun kahramanlaştırıldığı yerde, demokratik siyaset ve halk konuşmaz. Mafya konuşur! Devletin hukukun dışında örgütlenir. Suçun cezasızlık sayıldığı ülkede, çeteler, hırsızlar, mafya ve suç örgütleri meşrulaşır ve silahlar konuşur. Nefretle zehirlenmiş dinbazlık adına “namaz kılmayan hayvandır” diyen derinlikteki ilahiyat konuşur! Önünüze nefretle zehirlenmiş söz, öldürmeye adanmış “kahraman” kurşun konulur!

Tıpkı sayın Kılıçdaroğlu’nun önüne konulduğu gibi.

Velev ki, o kurşun Sayın Kılıçdaroğlu’nun önüne değil de, Cumhurbaş(ba)kanının önüne öldürme tehdidi olarak konulsaydı?

Bir düşünün? Kafanızda olabilecekleri ve yaratılacak algı operasyonlarını bir hayal edin. Hep birlikte o malum AKP klasiği “mağdurluk” edebiyatını “kutsal dava” için giyilen “kefen” edebiyatı ile; “millet iradesinin önüne kurşun konulmuştur, cezasız kalmayacak!” açıklamasını duyardık. Bu açıklamayı emir kabul eden güvenlik güçleri ve yargı gereğini yapacaktı. Kurşunu koyanı, sarayın can güvenliği için cezaevine koyacaktılar!

Fakat mezhepçi rejimin aktörleri, siyaseti mezhepçilik üzerinden dizayn ederken, Kılıçdaroğlu ile siyasal zeminde değil, ona Alevi kimliğine yönelik nefret söylemi, ötekileştirme zeminde karşılaşmak istiyor. Bugünde bu mezhepçi zihniyetle Kemal Kılıçdaroğlu’nun önüne kurşun konuluyor.

Saray iktidarına yönelik olanın “millet iradesine” karşı, muhalefete yönelik olanın da “milletin takdiri” gören bu iki yüzlü siyaset çirkinliği görmek için kafamızı kuma gömemeyiz.

Devleti ve siyasi iktidarları demokrasi, eşitlik, laiklik ve hukukun evrensel ilkeleriyle koruyamayanlar, hukuk dışı ve mafya yöntemleriyle iktidar korumayı “milletin takdiri” sayarlar.

Tek adama dayalı mezhepçi rejimin kuruluşu için nelerin göze alındığını gösteren bu tablo, demokrasi karşıtlığının ötesinde bir nefret ve kin zehirlenmesidir. Bu kin ve nefret zehirlenmesi toplumsal kutuplaşmayı, bölünmeyi ve düşmanlaştırmayı derinleştiriyor.

2002 Kasım’ından beri süregelen ve inşa edilmiş AKP otoriterliği, eşitlik, laiklik, demokrasi, eşit haklar ve eşit yurttaşlık isteyen herkesle kavgalı. AKP devleti bu kesimleri hedef almış durumdadır.

Siyaset insanı demokratik, laik, eşit ve barışçıl düzen içerisinden mutlu olmasını sağlamasının aracı iken, AKP devletince siyaset, yolsuzluğun, hırsızlığın, çatışmanın, şiddetin, mezhepçiliğin, toplumsal kutuplaşmanın ve düşmanlaştırılmanın aracı haline getirildi.

Ne huzur kaldı, ne yaşam güvencesi.

7 Haziran’da “ya istikrar ya kaos” diyerek, şiddet politikaları üzerinden tek başına iktidar olan saray partisi, şimdi istikrarlı kaosun mimarlığını üstlenmiş durumdadır.

Osmanlı tipi “Başkanlık” hayalleri bitenler, yandaş medya ve çakma aydınlar ile tüm muhalefet dinamiklerini hedef haline getirmesi, düşmanlaştırma politikası ve önümüze konulan şiddet ve kurşun karşısında, tüm toplumsal muhalefet dinamiklerini bir araya getirecek ve zaman geçirmeden, solun en geniş tabanlı birleşik mücadelesi için yan yana gelmesi gerekiyor.

Şimdi birleşik bir mücadelede birbirimize omuz verme zamanıdır.

Gezi çocukları bu mümkün demişti... Göstermişti..

Ama geç olmadan...