Bugün 1 Haziran… PKK’nin ateşkesi bitti mi sürüyor mu, bilmiyorum. Ama ne fark eder ki… Ateşkes döneminde sanki ateş mi...

Bugün 1 Haziran… PKK’nin ateşkesi bitti mi sürüyor mu, bilmiyorum. Ama ne fark eder ki… Ateşkes döneminde sanki ateş mi kesilmişti? Halihazırda, tepemizde karabulutlar ve havada asılı, esmeyen bir rüzgâr… Kimine göre karabulutları dağıtacak bir barış rüzgârı, kimine göre…
Devamı yok… Çünkü olup bitenler hakkında aslında pek bir şey bilmiyoruz. Esen rüzgâr şimdilik (yine!) yuvarlak laflardan, nereye çeksen oraya gidecek önerilerden falan ibaret.
İyimser mi olalım? Kötümser mi olalım? Aktörler ve faktörler, iyimser olmamızı kulağımıza fısıldıyor: Tarihi fırsat! İyimser tepki: Aman bari bu fırsat kaçmasın. Kötümser tepki: Sizi gidi fırsatçılar sizi!
Çünkü biliriz ki, bu memleketi yöneten cümle zevat topyekûn oportünisttir! Oportünizm solculukta, sosyalistlikte hiç matah bir şey değildir. Lakin burjuva siyasetçisinin varlık nedenidir. Çoğu kez çözümleri bu özelliğiyle üretmiştir. Çünkü hiçbir çözümü babalarının hayrına savunmazlar.
Kürt sorunu ne türden bir sorundur? Çözüm için “devrimi beklemesi gerekmeyen” türden bir sorun! Çünkü adı üstünde “milli mesele”, bir millet meselesidir, kimlik meselesidir, sınıf meselesi değil! (Ben yine de ekleyeyim: İkisi arasındaki bağlantı elbette hassas. Birini diğerine indirgememek lazım!) Bu meseleyi pekâlâ Kürt ve Türk burjuvaları (siyasetleri) aralarında anlaşarak da çözebilir… Ve hatta, denk düşer, Amerikan politikası gereği de çözülebilir! (Diplomasi gereği yani!) Yeter ki bu tarihi fırsat, punduna getirip meseleden sıyrılmak anlamına gelmesin...
(Yazının kasvetini dağıtmak için burada araya bir “parça” koyabilirim.  Yeni yetme liberallerimizden C. Ertem Taraf gazetesindeki köşesinde bu konuda bir tahlil döktürdü ki evlere şenlik. Ezcümle, “küresel kriz, güçlerin, hegemonyanın yeniden belirlendiği bir ara dönemi karşımıza çıkarıyor. İşte bu dönem Türkiye için bu sorunu, demokratik yoldan çözmek için ‘tarihî bir fırsat’tır” dedikten sonra, ABD ve İngiltere’yi bu süreçte “Avrupa’nın sömürgeci ırkçı yanına” karşı güçler olarak mevzilendiriyor! Yani? Sömürgeciliğe ve ırkçılığa karşı, ABD ve İngiltere ile omuz omuza!)
Demem şu ki, bu soruna, vallahi de tallahi de, burjuva oportünizmi sayesinde bile bir çözüm bulunabilir. Çözüm kalıcı olmasa da, herkesin içine sinmese de hiç olmazsa akan kanı durdurabilir, sorunun vahametini hafifletebilir. Bir sakıncası var mı? Yok. Yeter ki akan kanı durduracak şekilde, Kürtlerin milli (burjuva) talepleri kısmen de olsa yerine gelsin. Alan memnun veren memnun olacaksa, kime ne… Sonuçta Kürt halkının meselesi çözülmese dahi Kürt milletinin meselesi çözülmüş olacak…
Peki ama nasıl olacak? Dedim ya, şimdilik sadece bir “niyet okuma” mümkün. Geçenlerde Enis Berberoğlu şöyle yazmıştı: “Bana göre, devletin zirvesinde sebep-sonuç ilişkisi bu kez doğru kuruldu. PKK’nın Kürt meselesinde sebep değil sonuç olduğu kavrandı. O yüzden, Kürt meselesine ilişkin her türlü demokratik açılım, Anayasa değişikliği dahil masada duruyor. Kimseden itiraz yükselmiyor. Ama PKK’nın bu denklemde yeri kesinlikle yok. O meseleye şimdilik ABD ve Barzani bakacak. Silah bırakma pazarlıkla değil zorla olacak.”
Kürt realitesi artık kültürel ve ekonomik boyutlarıyla kabul edildi. Şimdi kabul sınırı, Kürt siyasal realitesine gelip dayandı. Bana sorarsanız, bu sınırı da ABD zorlayacak gibi... Neden mi? Şu son günlerde herkes bir şey söylüyor, sadece ABD ve Barzani susuyor!
Peki biz de susmayalım. Ne diyelim? Tartışmayı zenginleştirmek, çözüme katkıda bulunmak için, bu kez sadece usta bir gazeteci olarak değil, öngörülü bir sosyolog kimliğiyle de konuşan Doğan Tılıç’a kulak verelim. Doğan, “gelecek merkezli bir kimlik inşası” öneriyor:  Birbiriyle çatışanlar, çatışmanın tüm tarafları için o çatışmalara yol açan nedenlerden ve çatışma ortamından çok daha cazip bir ‘gelecek projesi’ üzerinde anlaşamazlarsa çatışmaları sona erdirmek mümkün değil. …Yapılması gereken, öncelikle, bir ortak gelecek isteyip istemediğimize ve nasıl bir ortak gelecek istediğimize karar vermek.”