TÜSES Erdal İnönü’yü andı
Kürt “düğümünün” ilmekleri

Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı kısa adıyla TÜSES yeni yönetimiyle ilk toplantısını 3 Kasım 2012 Cumartesi günü İstanbul Dedeman Otelinde yaptı.

TÜSES Yönetimi SODEP ve SHP’nin kurucu Başkanı olan Erdal İnönü’yü ölüm yıldönümünde (31 Ekim 2007) anarken onun politik cesaretine de vurgu yaptı. Toplantının temasını “SHP’nin Kürt Açılımından Bugüne Kürt Sorunu ve Çözüm Arayışları” olarak belirledi.

Prof. Dr. Burhan Şenatalar’ın yönettiği panelin konuşmacıları da özenle seçilmişlerdi. Kürt siyasi hareketinin önemli ismi BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, SHP döneminin en genç parlak genel sekreteri Fikri Sağlar, bir süre önce tutuklanmasıyla iktidara karşı büyük bir kamuoyu tepkisi oluşturan Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve DİSK’in efsanevi başkanları arasına adını yazdıran CHP İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi…

Toplantının açış konuşmasını TÜSES’in yeni Başkanı Altan Ertürk yaptı. Yeni Başkan, 1970’li yılların en sevilen işçi önderi DİSK Maden-İş Sendikası’nın Genel Sekreteri Mehmet Ertürk’ün de oğluydu…

TÜSES’in sloganı “Türkiye’yi Düşünenlerin Platformu” idi. CHP’de Deniz Baykal’ın başkanlık yıllarıyla birlikte sosyal demokrat kanatta düşünce üretimi de sekteye uğramıştı. Şimdi yeniden eski SHP günlerinin üretkenliğine dönüş için kollar sıvanmıştı.

Bu yüzden de Türkiye’de demokrasinin en önemli konusu olan Kürt Sorunu konu hakkında ilk ciddi raporu hazırlatan Erdal İnönü ile birlikte harmanlanarak gündeme alınmıştı.

Altan Ertürk konuşmasının önemli bir bölümünü geçmişteki “Kürt Raporlarına” ayırmıştı. En son söyleyeceğini de en başta dile getirdi:
-1991’deki SHP çalışmasına kadar hazırlanan bütün Kürt Raporlarında ortak nokta, güvenlik, asimilasyon ve askeri tedbirlerden oluşuyordu!

Ertürk, Abdülhalik Renda Roporu’ndan itibaren sıralamaya başladı:
-Kürt köylerine Türklerin yerleştirilmesi, Adliyelerde ve sıkıyönetim mahkemelerinde doğulu memurların çalıştırılmaması, Hıristiyanların Bölge dışına çıkartılması…

 Abidin Özmen Raporunda ise daha içten satırlar yer alıyordu:
-Mektep açmak, yol yapmak, fabrika kurmak, (Kürtleri) uygarlaştırarak ıslaha çalışmak boş bir hayalden ibarettir!
Abidin Özmen, Kürtlerden o kadar umudu kesmişti ki, işi kökünden halletmek istiyordu:
-Kürt çocukların ailelerinden alınarak ayrı yetiştirilmesi, Türklerin Kürt kızlarıyla evlendirilmesi…

Altan Ertürk’ün bu sarsıcı konuşması salonun bazı koltuklarında homurdanmalara neden olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Ama bu konuşma 20 yıl önce hiç de “tuhaf” karşılanmıyordu bu çevrede… Ertürk bunu da hatırlattı:
-TÜSES 1992’de Kürt Sorunu Konferansı yaptı!

Altan Ertürk’ün konuşması bir anlamda Kürt Sorunu’nu ören ilmeklerinin de teşhiriydi…
Onun konuşmasına şaşıranlar arasında Sırrı Sakık da vardı:
-Biz ne kadar çok çile çekmişiz de haberimiz yokmuş!

Sosyal demokratlar Erdal Bey’i anarken, Kürt Sorunu ile birlikte sorunun muhataplarıyla da sıcak biçimde buluştular!

***

Açlık Grevi- Ölüm Orucu
Türkiye’de cezaevlerinde bulunan Kürt tutuklu ve hükümlüler 12 Eylül 2012 itibarıyla açlık grevine başladılar.
Eylemin en sivri talebi İmralı’da bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan ile ilgili:
-Tecrit uygulaması bitirilsin, avukatlarıyla görüşebilsin!
Bunu yapmak çok mu zor?
Abdullah Öcalan zaten avukatlarıyla görüşüyordu. O zaman Türkiye’ye hiçbir şey olmuyordu. Şimdi yeniden görüştürülse ne olabilir ki?
Bu zaten bir hükümlünün en doğal hakkı…
Çözüm için minik bir adım gerekiyor devletten… Öcalan’ın serbest bırakılması talebi yok. Avukatlar adaya gitsin yeter diyor eylemciler. Bu istek için insanların ölümüne seyirci kalmak, hatta bu eylemin niteliği üzerinden acımasızca polemikler yürütmek “ayıp” değil mi?
Bir zamanlar cezaevinde “120 günlük dinlence” cezası alıp bunu “büyük çileler çektim” diye pazarlayan Başbakan Tayyip Erdoğan; devlet gücünü en ağır baskı dönemlerinden bile öte bir zulümle uyguluyor. Açlık Grevi yapanlar için “yok öyle bir şey” diyor:
-Ölüm orucunda kimse yok!
Zaten eylemciler “biz açlık grevi yapıyoruz” diyorlar.
Türkiye’nin en büyük şanssızlığı, kalabalık bir Meclis Grubu ile iktidarda 10. Yılını Kutlayan AKP’nin siyasi bir parti değil, mistik bir dergah olarak Ankara’da bulunmasıdır.
Cuma namazı sadakatiyle imamın arkasından secdeye giden cami cemaatiyle aralarında tek fark var. Camide imamın sırtını görebilirlerken, Meclis’te yüzünü bakıyorlar. Camide “amin” der gibi Meclis’te “alkış” yapıyorlar.
İçlerinden hiç biri çıkıp “Sayın Genel Başkanım” diyemiyor:
-Biraz durun lütfen! Ülkeyi çok yoruyorsunuz!!!

***
      
Kızılcahamam 10. Yıl Nutku

Başbakan Tayyip Erdoğan iktidara gelişlerinin 10 yılında Ankara Kızılcahamam’da büyük bir toplantı yaparak 10. Yıl Nutku’nu okudu…
Biz Türkiye’deki ölümlüler AKP’yi 2001’de burada kurulmuş bir parti zannediyorduk. Meğerse öyle değilmiş, Başbakan açıkladı:
-AK Parti, Selçuklu coğrafyasının, 4 kıtaya yayılan 600 yıllık Osmanlı Devleti’nin, 89 yıllık Cumhuriyetimizin birikimi üzerinde yükselmiş bir siyasi harekettir!
Tevazuu gösterip “biz hepsine 10 basarız” demedi!
 Sonra yaptıkları hizmetlerin çizelgesini çıkarttı:  
-Sağlık hizmetleri altyapısında devrim niteliğinde ilerlemeler kaydettik. 2002 yılında ülke genelinde ambulans sayısı neydi biliyor musunuz arkadaşlar? 617. Peki, şimdi ne? 2862’ye çıkardık.
Düşünsenize gösteri yaparken polisin ağır gaz taarruzuna maruz kaldığınızda sizi hastaneye kim götürecek?
-Hastanelerimizdeki nitelikli yatak sayısını yaklaşık 7 bin, 40 bine çıkardık. Yoğun bakım hasta yatağı sayısını da 869’dan yaklaşık 10 bine çıkarttık.
Bu gerçekten önemli bir başarıdır. Ölmeden önce son durak bakımından…
-Geçmişte ihmal edilen ağız diş sağlığı merkezlerinin sayısını da dikkat edin 14’ten 123’e çıkarttık.
İşte bu çok önemli… Artık hepimiz anlamış olmalıyız:
-Ustanın, neden herkesin ağzına etmeyi(!) gelenek haline getirdiğini!...

-Şimdi de dev şehir hastanelerini kuruyoruz. Maalesef burada önümüze yine yargı çıktı.
Kolay… Kaldır yargıyı gitsin!

Kızılcahamam 10. Yıl Nutku geride kalan olumlu icraatlar üzerinden toplumun geleceğine ipotek koyma arzusunun fışkırdığı bir dönüm noktası olarak tarihe geçti.