Altın Portakallı yazar Evrim Alataş “Her dağın gölgesi Deniz’e düşer” adlı ikinci kitabında Güneydoğu’da bir köyden Türkiye’nin 1968’leri, 1970’leri,

Altın Portakallı yazar Evrim Alataş “Her dağın gölgesi Deniz’e düşer” adlı ikinci kitabında Güneydoğu’da bir köyden Türkiye’nin 1968’leri, 1970’leri, 1980’leri, 1990’ları ve 2000’li yıllarını masalsı bir üslupla anlatıyor. Evrim’in ilk kitabı “Ben Gördüm”den yola çıkarak Kürtçe “Min Dit” adıyla film oldu ve bu yıl Antalya’da en iyi senaryo ödülünü kazandı. Evrim’in olağanüstü dili, okurken kitap bitecek diye insanı üzüntüye sevkediyor. Kitap Malatya’nın ücra bir köyünde yaşanan olayları aktarıyor. Ama köy de köy hani… O köyden kimler geçmemiş ki?
Malatya Akçadağ’a bağlı Gürpınar Köyündeki hikâyeye konu olan iki evden birinin büyük oğlu Teslim Töre, 1968 kuşağının devrimci gençlik önderlerinden… Onun mücadele arkadaşları Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil, Mustafa Yalçıner, Hasan Ataol, Niyazi Yıldızhan, Sefa Asım Yıldız, Ergun Adaklı, kitaba konu olan Gölpınar’a gelip, geçiyorlar. Evrim, Deniz’in Gölpınar’a gelişini anlatırken okurunu sayfaların arasından alıp göklere uçuruyor. Köye önce martıları getiriyor, ardından da Deniz’i… Martısız deniz olur mu?
STALİN, MALATYA SSK’DA
Köylüler o yıllarda (1970’ler) devrim olacağına o kadar inanıyorlar ki, tarla sürmeyi falan da bir kenara itiyorlar. Nasıl olsa devrim olacak!
Köylüler bazen devrimci sloganlarla, kendi gerçek hayatları arasında bağlantı kurmada sorunlar yaşıyorlar. Mesela şu ünlü slogan köylülerin kafasını karıştırıyor: “Fabrikalar tarlalar her şey emeğin olacak!”
Köylü emeksiz tarlanın tarla olmayacağını iyi bildiği için slogandaki devrimci öze sadık kalarak kendi aralarında şöyle diyebiliyorlar:
- Emeksiz tarla mı olur?
Ancak devrime hazırlık konusunda kendilerini alabildiğine özgür bırakıyorlar. Yeni doğan çocuklara verilecek isimler konusunda radikal davranmaktan da çekinmiyorlar.
Bir köylü altı aylık oğlunu Malatya’ya doktora götürüyor. Muayene bitince reçete için doktor soruyor:
- Çocuğun anı ne?
- Stalin!
- Stalin mi? Alın o zaman Moskova’ya götürün orada baksınlar!
Doktor macerası evde anlatılırken evin büyük annesi Xace tepki gösteriyor:
- Sen ananı yolla Moskova’ya da Stalin’in öpsün onu iyi gelir, diyemedin mi?
DENİZLER, DAĞLAR, GENÇLER
Köyün adı devrimciye çıkınca, jandarma baskınları da doğal bir ziyaret haline geliyor. Cemseler uzaktan göründüğünde köyden götürülecek olanlar birbirleriyle vedalaşmaya başlıyor.
Evrim Alataş’ın özel dili mizahı kadar, hüznü de aynı sayfalar içinde harmanlayabiliyor. Bu yüzden bir sayfanın başında gözünüz nemlenmişken, ikinci sayfanın sonuna doğru kendinizi gülerken yakalayabiliyorsunuz.
Denizler yakalanıp idam edildiklerinde, köyde matem ilan ediliyor. Sinanlar köyün üst yanındaki Nurhaklarda vurulduklarında olduğu gibi…
Bu olaylardan sonra çocukların adları ise acıların izleriyle birlikte devrimci gençlerin ölümsüzlüklerini de ilan ediliyor. Anneler çocuklarına şöyle sesleniyorlar:
- Deniiiiz… Yusuuuf… Hüseyiiin… Sinaaaan… Alpaslaaan… Kadiiir…
İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabın son sayfalarını Batman’da çeviriyordum. Artık 2000’li yıllar gelmiş, 1970’lerin bebekleri büyümüşlerdi. Ama onların da gözü dağlardaydı. Evrim Alataş kitabının finalinde, gerillaya katılan bir gencin ruh halini, katılım sürecini, zorlu koşullarını anlatırken, ülke dağdan dönecek olanları bekliyordu.
Türkiye’de gençler ile dağlar arasında kurulan özgürlük bağı, 1968’den 2000’lere kadar hep acılı sonlara sahne oldu.
Haksızlıklara karşı çıkmanın başka yolları olamaz mı? Eğer imkânlar daraltılmazsa, hukuk devleti etkinleşebilirse Türkiye gençlerini dağlarda kaybetmeyebilir.
Evrim Alataş’ın kitabı bu özlemi gerçek zemin üzerinden masalsı bir tat ile anlatıyor.
“Her dağın gölgesi Deniz’e düşer” tam bugünlerin kitabı olma özelliği taşıyor. Barışın kapısı aralanmışken, alıp okuyun, bakıp görün, nasıl oluyormuş:
-    Kürt köyünde devrim!