ABD’nin Çin’i kontrol etmek için sergilediği onca çaba ve baskının hiçbir işe yaramaması ve Çin’in ABD hegemonyası için bir tehdit olarak yükselmesiyle diplomasideki bu bahar havası da bozuldu...

İki-üç yıl kadar önceydi, Avustralya ile Çin’in ilişkilerinde bir gerilim yaşandığı günlerde Çin Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden biri Avustralya’nın hop oturup hop kalkmasına neden olan bir twit attı. Twitte bir Avustralyalı askerin bir Afgan çocuğun boğazına bıçak dayamış halde bir fotoğrafı yer alıyordu ve “Afgan sivillerin ve mahkûmların Avustralyalı askerler tarafından öldürülmesiyle şok olduk. Bu tür eylemleri şiddetle kınıyor ve sorumlulardan hesap sorulması çağrısında bulunuyoruz” diye yazıyordu.

Bu çıkış başta Avustralya olmak üzere neredeyse herkesi şok etti. Avustralya hükümeti Çin’in kendilerinden özür dilemesini istedi fakat aldığı cevap o twitten bile beterdi. Çin Dışişleri Bakanlığı “Bir özür dilenecekse, bu, Afganistan’dan özür dileyen Avustralya olmalıdır” dedi. O twit ve bu cevap o güne kadar ağırbaşlı, bilge ve uzlaşmacı olarak bilinen Çin diplomasisinden hiç beklenmeyen bir davranıştı. Bunu Çin’in Paris büyükelçisinin Fransa’nın ikinci Afyon savaşındaki (1856-1860) vebalini yüzüne vuran ve bir nevi “O günler geçti, bu Çin o Çin değil. Haddinizi bilin” diyen çıkışı gibi çok sayıda başka örnek izledi. Son örnek iki hafta önce Çin ve ABD Dışişleri yetkilileri arasında Alaska’da yapılan görüşmede yaşandı.

ABD heyetinin o bildik “dünyanın efendisi” tavrıyla Hong Kong, Tayvan ve Şincan-Uygur bölgesinden bahsedip Çin’i insan hakları ihlalleri konusunda uyarmış. Bunun üzerine Çin yetkilileri, Washington Post’ta yazılanlara bakılırsa, ABD heyetini fena halde haşlamış. Bu gazeteye göre, Çin heyetinden Yang Jiechi, ABD’nin insan hakları karnesini ortaya dökmüş ve “ABD’nin insan hakları konusunda karşı karşıya olduğu sorunlar derin ve köklüdür. Bunlar ‘Black Lives Matter’ gibi son dört yılda ortaya çıkan sorunlar değil. ABD’nin insan hakları konusunda daha iyi işler yapacağını umuyoruz. Burada şunu söylemeliyim: ABD, Çin heyeti önünde, Çin’e karşı güçlü bir pozisyondan konuşmaya kalkışacak niteliklere sahip değil.” Bunlar “dünyanın efendisinin” duymak isteyeceği, duyduğunda ise kolay hazmedebileceği sözler değil.

ABD HEGEMONYASINA TEHDİT

İki-üç yıl öncesine kadar, Deng Xiaoping’in “reform ve açılım” politikasından itibaren neredeyse kırk yıl, Çin diplomasisi Batı ile karşı karşıya gelmeme ve çatışmama politikası izledi; düşük profilli bir diplomasi yürüttü. Sovyetler birliği dağılmadan önce ABD’nin Çin’e karşı yürüttüğü diplomasi için de aynı şey söylenebilir. Mao’nun “Üç Dünya Teorisi” Sovyetler Birliğini (SB) emperyalist ve baş düşman olarak görüyordu. Bu düpedüz saçma teoriyi fırsat bilen ABD, Çin’i SB bloğundan uzak tutmayı garantiye almak ve becerebilirse Çin ile SB arasındaki krizi derinleştirmek ve Çin’i ABD’nin yanına çekmek istiyordu. O yıllarda ABD’nin Çin’e karşı “düşük profilli” diplomasi yürütmesinin nedeni budur. Son kırk yılda, ABD’nin Çin’i kontrol etmek ve becerebilirse yarı sömürgeleştirmek için sergilediği onca çaba ve baskının hiçbir işe yaramaması ve Çin’in ABD hegemonyası için bir tehdit olarak yükselmesiyle diplomasideki bu bahar havası da bozuldu.

Kendisinde Çin ile üst perdeden konuşma, istediği her konuda dilediği gibi eleştirme hatta neler yapması gerektiğini söyleme ve doğrular dayatma hakkı bulan “Beyaz Adam” Çin diplomasisinin “karşı karşıya gelmeme ve çatışmama” politikasından kaynaklanan o ağırbaşlılığını zayıflık olarak anladı. Şimdi kendileriyle aynı perdeden konuşan bazı Çinli diplomatları gördükçe bu kadar şaşırmaları sanırım bu yüzdendir. Bunlar iyi yetişmiş, diplomasiyi iyi bilen, bilgili ve yetenekli birinci sınıf diplomatlar. Yani öyle sağa sola aklına estiği gibi zart zurt ederek konuşan ağzı bozuk bir hırt, lümpen varoş bitirimi değiller.

KURT SAVAŞÇI HİKÂYESİ

Washington Post’a göre, “Biden yönetimi Çin’in ‘kurt savaşçı diplomasisi’ gerçeğini ilk defa tattı.” Peki, nedir bu “kurt savaşçı” hikâyesi? 15 Ağustos 2018’de yayımlanan “Dozaşımı milliyetçilik, kahramanlık” başlıklı yazımda o günlerde Çin’de gösterimde olan “Kurt Savaşçı” filminden bahsetmiştim. Adını bu filmlerden alan “kurt savaşçı diplomasi”, Çinli diplomatların Çin’in ulusal çıkarlarını savunmak için çatışmacı olmaktan kaçınmayan davranış ve eylemlerini anlatıyor. Bu tanımlamayı yakıştıran ise Foreign Policy dergisi. Bu dergiye göre, “Son birkaç yılda Çin diplomasisi daha iddialı hale geldi ve diplomatları daha keskin bir dil kullanmaya, çatışmacı-sert bir söylem ve duruş sergilemeye başladı. Bu yeni yaklaşım Çin diplomasisinin muhafazakâr, pasif ve ılımlı diplomasiden iddialı, proaktif ve yüksek profilli diplomasiye geçişini gösteriyor.”

TAOGUANG YANGHUI

Bu Çince ifade Deng Xiaoping’in ünlü bir özdeyişi. Kullanmak isteyenin niyetine bağlı olarak çok çeşitli şekillerde yorumlandı. Bu yorumların en bilineni “ışığımızı gizlemeli ve zamanımızın gelmesini beklemeliyiz”dir (tam anlamı “düşük profilli ol ve zamanının gelmesini bekle”dir). Eski Dışişleri Bakan yardımcılarından akademisyen Yang Wenchang, bu ifadenin uluslararası toplum tarafından yanlış yorumlandığını ve yanlış anlaşıldığını söylüyor. Bir ABD’li diplomatın bu ifadeyi anarak kendisine “Parlak kılıcınızı şimdilik masanın altında saklıyorsunuz, onu ne zaman ABD’ye sallayacaksınız?” dediğini yazıyor. Bu iki kelimenin tarihi kökenleri ve geçmişte nasıl kullanıldığını açıkladıktan sonra “Deng Xiaoping, 1990’ların başında Çin’in stratejik diplomatik düşüncesini tanımlamak için “taoguang yanghui”yi ilk kez kullandığında, Çinli diplomatlardan sakin olmalarını, küresel değişiklikleri dikkatle gözlemlemelerini ve ortaya çıkabilecek her türlü fırsatı değerlendirmeye hazır olmalarını istiyordu. Ayrıca Çin’in “liderlik amaçlamaması” veya “bayrak göstermemesi” gerektiğini vurguluyordu” diyor.