Bir yanda: /Silah, bomba, tank/ Ölüm ve kıyım /Korku ve dehşet!

Öte yanda: /Siyaset diye şiddet /Demokrasi diye yasak /Adalet diye yanlılık /Güven diye korku!

Ülkenin bir yanı ateş çemberi altında; her gün ya oradan ya buradan birilerinin acısı düşüyor yüreklere. Ve ne acıdır ki, bir yanda sokaklardan, evlerden ölüler kaldırılırken, öte yanda yeni ölümler için köşe başlarının tutulup, yeni mayınlar döşenmesi gibi gerçekler yürürlükte.

İnsan Hakları Derneği’nin, İnsan Hakları Haftası nedeniyle açıkladığı bilançoya göre, yıl başından 5 Aralık 2015’e kadar uzanan sürede 171’i asker, polis, korucu, 195’i silahlı militan ve 157’si sivil olmak üzere 523 kişi silahlı çatışmalarda hayatını yitirmiş.

Kısacası cenazeleri görüp, eşini, babasını, evladını yitirenler için yüreklerimiz yanarken, bir de “terörist” diye ölüden sayılmayan, adı anılmayanlar var ki, onlar da birilerinin yüreğini yaktıkları gibi kayıplarımızı da büyütmekte. En başta da, karşılıklı atılan kin tohumlarıyla bu ülkenin geleceğinin ipotek altına alındığını unutamayız.

Yalnız ölümler değil; sokağa çıkma yasakları nedeniyle yaşam da durmuş o ellerde! Yaklaşık 1 milyon 300 kişiyi etkileyen yasaklarla, bölge insanı adeta “esir” altına alınmış gibi yaşıyor!

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Dokümantasyon Merkezi, 16 Ağustos’tan 11 Aralık 2015 tarihine kadar, 7 ilde, 17 ilçede toplam 52 kez süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasağı ilan edildiği bilgisini vermekte. Bunlardan en uzunu da, 14 gün boyunca süren Nusaybin’deki sokağa çıkma yasağı.

Sözün kısası, Kürt halkı için sürekli bir dehşet söz konusu. Ne olacağını bilememek var; çocuklarının bugününden olduğu gibi yarınından korkmak var; eğitimden sağlığa en temel ihtiyaçları karşılayamamak var! İktidar terörle mücadele diye, kendi ülkesinde, kendi halkına yaşamı dar ederken, PKK’da, az da olsa nefes almış, yüzü gülmüş halkını yeniden ateşlere atmakta sakınca görmemekte.


Adı konmamış bu savaşın sona ermesi de pek kolay görünmüyor. Ne devlet egemenliği kuracağım diye terörden vazgeçmekte, ne PKK’lı güçler direniş diye terör estirmeye son vermekte. Sonuç ise, çok yönlü yıkım!

Hatırlıyorum da, yaşadığımız kısa süreli barış sürecinin öncesinde Kürt aydınları ve BDP’liler arasında, “Kürt sorunun çözümünde diyalog isteyen son kuşak biziz” lafları edilirdi. Bana oldukça doğru gelirdi bu saptama. Bugün dediklerini doğrulayan koşullar ortaya çıkmış durumda. Bugün, çatışmalar içinde doğup büyüyen, yaşadığı onca kayba karşın kimliği ve hakları konusunda hala mücadele etmesi gereken, barış sürecinin sona ermesiyle diyalog ve siyasetten de umudunu kesen bir kuşak var karşımızda. Ve bu kuşak içinde, onca yıla ve onca kayba karşın hala hak mücadelesi yapmaktansa, Ortadoğu’da yaşlanan gelişmelerden de etkilenerek, ibreyi bağımsızlıktan yana kıranlar çoğunlukta.

Bu kuşağın PKK’nın işini kolaylaştırdığı da açık. HDP çevresinde toplanan Kürt halkı mücadeleyi siyasete yöneltmiş, umudu barış ve diyalogda ararken, silahlı mücadeleden yana olup, siyasal mücadele içinde güç ve konum kaybedecek olanlar da öfke ve umutsuzlukla dolan genç kuşağı saflarına katmakta. Bir zamanlar barış süreci içinde PKK’lıların dağdan ovaya inip, silahlı mücadeleden siyasal mücadeleye geçecekleri umudu beslenirdi. Yaşadıklarımıza bakıldığında bugün PKK’nın dağdan ovaya-kentlere indiğini söylemek mümkün; barış sürecinde buna hazırlandıkları da anlaşılmakta. Ancak hazırlanmalarının siyasal değil, silahlı mücadele yönünde olduğu ortada.

Sonuç olarak, hem Kürt halkı hem Türkiye ciddi bir çıkmazda! Ya barış sürecini yeniden başlatma gibi bir basiret göstereceğiz; ya da, terörle mücadele adına bu bölgede taş üstüne taş kalmayacağından korkarım.

Bu tablo karşısında acıdan ve öfkeden isyan edenler de var; “söylenecek şey kalmadı” diyenler de... Barış Meclisi, Barış Bloku gibi toplantılar, panellerde barışı arayanlar da var, “Türkler nerede” diye soranlar da... Barış İçin Kadın Girişimi gibi oturma eylemine geçenler de var; Gezi direnişini hasretle ananlar da... Ne yazık ki, bunlar arasında toplumu ortak bir paydada buluşturma arayışı ile bunu başaracak güçleri görmek zor.

Oysa kısa yoldan söylersek, çözüm yolu toplumdan geçiyor. AKP için barış oy desteği ve başkanlık sistemi açısından stratejik bir tercih olmaktan çıkmış durumda. Bu konuda muhalif partiler açısından da fazla umut yok. CHP, Kürt sorununun çözümlenmesinde hiç bir zaman etkin bir vaziyet üstlenmediği gibi, şimdi bir yandan seçimlerdeki başarısızlık, öte yandan parti içi kavgayla böyle bir tutum almasını beklemek daha zor. HDP’nin ise, Kürt sorunun çözümlenmesi açısından barıştan ve siyasetten yana olduğuna kuşku olmasa da, hem Kürtler hem Türkler arasında etkinliğinin zayıfladığı ve Türkiye’yi peşine alıp sürükleyecek bir hareketlenme yaratmaktan uzak olduğu ortada.

Dolayısıyla, Kürt sorunun siyasal yoldan çözümlenmesini isteyenler için ancak toplumsal-siyasal bir güç oluşturmakla çıkış yolu bulunabilir. Bunun için de, iki tarafın duyarlıklarından hareket etmek, bu duyarlılıklar çerçevesinde ortak payda aramak tek çare gibi görünüyor. Ne var ki, soruna hep tek yanlı bakanların sesi yüksek çıkarken, geri kalanlara ya acıyla isyan etmek ya da sessizliklere gömülmek kalıyor!