Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Kürt sorununun çözümüne yönelik olarak yaptığı açıklamalar ve Hasan Cemal’in...

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Kürt sorununun çözümüne yönelik olarak yaptığı açıklamalar ve Hasan Cemal’in Kandil’de Murat Karayılan ile yaptığı söyleşinin Milliyet’te yayımlanması, Kürt sorununu yeniden gündeme taşıdı.
Cumhurbaşkanı’nın Kürt sorununu Türkiye’nin en önemli sorunu olarak gördüğünü söylemesi ve çözüm bağlamında “güzel şeyler olacak” demesi ve Karayılan’ın artık “bağımsız Kürt devleti” talepleri olmadığını, bunun geride kaldığını, “Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde eşit ve özgür yaşamasını istiyoruz” demesi tartışmayı alevlendirdi. İyi de oldu.
Gerçi buna benzer söylemler geçmişte de dile getirildi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılında aydınlarla yaptığı görüşmelerden sonra Kürt sorununun demokratik çözümünden söz etmesi, Öcalan’ın İmralı’dan barışçı çözümden yana olduklarını bildirmesi vb. hatırlanacak olunursa, insan pek umutlu olamıyor.
Ama başka çare yok. Akan kanın durması ve barış için, kardeşçe bir arada yaşamak için, umudu yeşertmek ve demokratik çözüm için bıkmadan, usanmadan uğraş vermek gerekiyor. Kürt meselesinde “Kürt yoktur”dan, “Kürt realitesini tanıyoruz” ve “kültürel haklar önemlidir” ve de “sorun asayiş sorununa indirgenemez” görüşüne gelindiği düşünülürse demokratik mücadelenin yavaş da olsa sonuca götürdüğü görülür.
Hiç kuşkusuz iç siyasetteki bu gelişmeler, bölge ve dünya siyasetindeki yeni paradigmalar, demokratik ve barışçıl çözüm olanağının zeminini güçlendirirken, şiddet ve silah yoluyla bir yere varılamayacağını da gösteriyor.
Hiçbir sorun sonsuza kadar devam etmez ve her savaşın sonu barışla noktalanır. Sorunların çözüm zemini çoğulcu, özgürlükçü demokrasi ve diyalogdur. O nedenle artık gençlerimizin ölmemesi, ülkenin dar kaynaklarının silahlı çatışmalar yerine sosyal-ekonomik gelişme yolunda kullanılması için gerekli demokratik adımlar atılmalıdır.
Elbette ilk adım, daha önceleri aydınlar/yurttaşlar bildirilerinde de vurgulandığı gibi PKK’nın silahları bırakması ve hükümetin eşzamanlı olarak, kimlik ve kültürel haklar konusundaki yasal ve idari düzenlemeleri yapması ve de dağdakilerin de toplumsal demokratik yaşama katılmalarının sağlanması olmalıdır.
Kimlik ve kültürel haklarının neler olması konusuna gelince, aslında bunlar biliniyor. DTP ve bölge belediye başkanlarının ortak açıklamalarında da sıralanmış bu talepler. Bakın, PKK tarafından akil adamlar komisyonuna üye olarak önerilen eski Dışişleri bakanı İlter Türkmen önerilerini nasıl özetliyor; (Milliyet 11.05.2009 ) “Kürt kimliğinin ve Kürtçe’nin önünde artık bir sorun kalmamalı. Belediyelerde Kürtçe konuşmak yasak olmamalı. Kürtçe yüzünden savcılar hala dava açmamalı. Bir üniversitede Kürt dili enstitüsü kurulmalı. Okullarda seçmeli ders olarak Kürtçe öğretimi -eğitimi değil, bu önemli- yapılmalı. Fransızlar da öyle yapıyor. Belediyelerde bazı hizmetler Kürtçe yapılabilir. Örneğin sokak isimleri hem Türkçe hem Kürtçe yazılabilir. Bazı konularda iyi Türkçe bilmeyenlerle Kürtçe yazışma olabilir. Belediyenin organize ettiği sosyal toplantılarda Kürtçe konuşulabilir.” Türkmen bu ve benzeri düzenlemelerin üniter yapı içerisinde mümkün olduğunun da altını çiziyor.
Bu konuların özgürce tartışılması, her kesimin dinlenmesi ve hükümetin ciddi, kapsamlı bir çözüm paketi hazırlaması barışı sağlamak için son derece önemlidir.
Unutulmasın, “bütün umutlarımızın önkoşulu barıştır”.