Kürtlere özerklik

Ortadoğu hercümerç halinde. Rusya ordusunun Suriye’de sahaya inmesiyle, sadece üç ay içinde 1 milyon kişi evlerine geri döndü. Kürt savaşçılar ise her gün, her saat yeni bir bölgeyi ele geçiriyor, bir süredir İsviçre'deki özerk yönetimleri ifade eden "Kanton Yönetimi' modeli oluşturuyorlar.

Türkiye, adeta Suriye’ye dönmüş halde. Diyarbakır’ın Sur ilçesi’nin Lazkiye’den veya Şam’ın doğusundan bir farkı kalmadı. PKK, DTK ve HDP Demokratik Özerklik talebini açıklayalı beri, her yerellik talebine, “Sevr”den başlayıp “ABD’nin Büyük Kürdistan’ı kurma projesi” etiketi yapıştıranlar yine hareketlendi. Özerkliğin, “ülkeyi bölmek olduğunu”, “asla uygulanamayacağını” söyleyip duruyorlar. Kimse dönüp tarihe, yaşanmış büyük sosyal deneyime dönüp bakmıyor, bu hiç kimsenin işline gelmiyor.

KÜRDİSTAN
Kürtlerin yaşadığı bölgelerin, coğrafi ülkelerinin, yayıldıkları yerlerin incelenmesinde çok sayıda Kürdistan kavramıyla karşılaşırız. Kürtler farklı devletler içinde yaşamaktadırlar. Bu devletler genellikle Kürdistan kavramını reddetmiş, inkâr etmeye çalışmışlardır. Bu inkâr, asimilasyon ve ret temelli olmuş, pek çok yerde yasaklar, yargılamalarla atbaşı gitmiştir.

Öte yandan Kürdistan, Kürtler için de çok önemli bir kavramdır. Dört hatta beş devlete dağılmış Kürt toplulukları farklı ulusallıklar, siyasi rejimler, gelenekler, komşularla iç içe yaşamış, değişik siyasi ve etnik biçimlenmeler içine girmiştir. Irak’taki Kürtler, bir kadermiş gibi Barzani ailesi ve önderliği etrafında toplanmış görünürken, Suriye Kürtleri -Baas Partisi ve Suriye gelenekleri düşünüldüğünde- daha laik ve “modern” bir önderlik ve yapıda olmuşlardır. Barzani AKP ile içli-dışlı bir tabloda dururken, PYD daha çok PKK ve HDP’ye yakın bir yerde durmaktadır. Bu farklılıklar “Kürdistan” kavramını da etkilemektedir.
Kürdistan, Farsça yazan coğrafyacı Kazvini’ye (1281-1350) göre, batıda aşağı Mezopotamya, doğuda “Fars Irak’ı”, güneyde Huzistan, kuzeyde de Azerbaycan ve Diyar Bakr ile sınırlanan bölgedir. Şerefname ise, Hint Denizi’nden Malatya’ya, Ermenistan’dan Musul’a bir Kürdistan tarifi yapar.

Kürdistan adının Farsça “Kürtlerin yaşadığı yer” anlamına geldiği söylenmektedir. İlk Kürdistan yerleşim yer adı da, 11. ve 13. yüzyıllar arasında Ön-Şark olarak adlandırılan bölgede Selçuklu Hanedanlığı altında ortaya çıktı.

SELÇUKLU DEVRİ
Selçuklu devrinde Sultan Sencar (1118-1157), Hamedan yakınındaki Bahar’ı merkez alarak Kürdistan eyaleti kurmuş, başına ise yeğeni Süleyman Şah’ı getirmiştir. Bu eyalet ile tarihte Kürt etnisitesi ilk kez tanınmış ve resmileşmiştir. O dönem, Bizanslılar politikalarıyla çevredeki halklar ve özellikle Kürtler içinde çok tepki biriktirir. Alparslan Anadolu’ya geldiğinde, ordusu içinde 10 bin Kürt aşiret savaşçısının bulunduğu bildirilmektedir. O zamana kadar küçük mirlikler halinde yaşayan, Alparslan’a yardımcı olan Kürtleri, bir Kürdistan Eyaleti altında birleştirmek düşüncesi böyle meydana gelmiş görünmektedir. Selçuklu Sultanı hiç kuşkusuz ki, Kürtleri kendi denetimi altına almayı da düşünmüş olmalıdır. Türk ve Kürtlerin, Hıristiyan halklara karşı ve Müslümanlık ekseninde gerçekleştirdiği ilk birleşim, işte bu Bahar Kalesi merkezli Kürdistan eyaletidir.

OSMANLI İMPARATORLUĞU
Osmanlı’nın Kürt coğrafyasında başından beri yeri hep zayıftı; ulaşılamaz dağlık alanlar, ağır mevsim şartları, yolların olmayışı, aşiretlerin silahlı varlıkları, dini ve siyasi olarak kendi beylerine bağlı yaşamları, Osmanlı’yı her zaman zorluyordu. 1514’te, Osmanlı padişahı Yavuz ile ittifak yapan Kürt mirlerine özerklik verilir. Kürtler Osmanlı’ya asker verecek, dış saldırılara karşı (özellikle İran ve Rus) Osmanlı’yı savunacak, buna karşın Kürtler de kendi bölgelerinde kendi beylerinin yönetimi altında yaşayacaktır. Netice olarak Kürt aşiretleri Osmanlı ordusu saflarında Şah İsmail’e karşı savaştı, İsmail yenildi, Osmanlı ta Mısır’a kadar yürüdü, Halifelik Türkler’in eline geçti.

Bu, Selçuklu’da başlayan “İslam Dayanışması”nın yeni bir ürünüdür. Kürtler zaten özerk halde yaşıyorlardı, doğuda artan İran ve Şii tehlikesi, prestiji her yere yayılan Alevi Şah İsmail, Osmanlı-İran rekabeti, Sünni-Şii saflaşması, Osmanlı devletini Kürtlerle ittifaka mecbur bıraktı. Kürtlerin, Osmanlı İmparatorluğu merkezinde gücü iyice arttı, İdris-i Bitlisi’den Şeyhulislam Ebussuud Efendi’ye uzanan bir “Kürt seçkinler” kuşağı oluştu. Kürtlerin içindeki mezhep, din ve inanç ayrılıkları derinleşti. Kanuni Sultan Süleyman 1525 ve 1553’te yayınladığı “fermanlar” ile “Kürdistan” coğrafi ve sosyal kavramını açıkça ifade etti. Sultan 1. Ahmet ise, 1604’te yayınladığı bir fermanda, “Umum Kürdistan” terimini kullandı.

Yaklaşık 350 yıl süren bu dönemde Kürt beyleri kendi bölgelerinde egemen oldular. Kürtler kendi bölgelerinde o kadar serbestti ki, Hırıstiyan azınlıklar Osmanlı’nın yanı sıra, , Kürt beylerine vergi vermekteydiler.

Kürt aşiretlerle ilk çelişkiler 19. yüzyılda merkezileşme ile başlar. Merkezileşme reformları peşinde olan Osmanlı merkezi, Kürdistan bölgesine de çekidüzen vermeye çalışır. Ruslar’a, Ermeniler’e karşı önlemler alan Osmanlı, doğu sınırlarını da tam kontrol altına almak niyetindedir. Bedirhan isyanının bastırılmasının ardından, 14 Aralık 1847’de Diyarbakır, Hâkkari, Muş, Van sancakları ve Cizre, Botan ve Mardin kazalarından oluşan bir “Kürdistan Eyaleti” kurulduğu ilân edilir. “Kürdistan Eyaleti”ni duyuran gazeteye göre, “Bir süreden beri zorbaların ellerinde bulunan Kürdistan ülkesi, Allah’a şükürler olsun ki padişahın ezici gücünün sonucu yeni baştan ele geçirilmiş” durumdadır. Bu cümledeki, “Kürdistan ülkesi” ibaresi önemlidir.

1868’de Kürdistan Eyaleti kaldırılır, yerine Diyarbekir Eyaleti teşkil olunur. 1868’den sonra Osmanlı devlet yapılanması içinde Kürdistan adlı bir idari birime bir daha rastlanmaz. Pan-İslamizm temelli ve muhtemelen İmparatorluğun her yanında gelişen milliyetçilik akımlarına karşı bu tavır alınır. Elbette yüzyılları bulan ittifak büyük oranda “İslam Kardeşliği” (Sünni dayanışması) ekseninde görünmektedir. Kürtlerin ulusallık talebini ileri sürdüğü yerde, “din kardeşliği” de biter.

Kürdistan bir coğrafi ve sosyal kavram olarak Meşrutiyet döneminde devam eder. 14 Ağustos 1909 tarihli Meclis-i Mebusan oturumundaki gündem, Padişah Abdülhamit’in ilân ettiği, “Kürdistan’da suçluların umumi affı” meselesidir. O günkü oturumda mebuslar, “Kürdistan” ile hangi bölgelerin, vilayet ve kasabaların kastedildiğini tartışırlar.

KURTULUŞ SAVAŞI VE CUMHURİYET
Kürdistan veya “Kürtlere Özerklik” kavramı, “Kurtuluş Savaşı” sırasında hep gündemde oldu. Kurtuluş Savaşı, her cephede “dış düşman”a karşı “Müslüman dayanışması” şeklinde örgütleniyordu. Mustafa Kemal, yeni vatanı, daha Ankara’ya geldiği ilk günlerde, “Türk ve Kürt unsurların oturduğu ortak alan” olarak tanımlanmıştı. Kuşkusuz Mustafa Kemal bir Cumhuriyet, batılı bir toplum ve devlet modeli oluşturmak düşüncesindeydi. Ama Müslüman halkın din duygularına uygun bir yol izlemenin de işgale karşı direnişte başarılı olacağına inanıyordu. Bu nedenle bazı tarihçiler, Amasya Görüşmeleri ve Amasya Protokolü’nde (1919) bile “Kürtlere etnik haklar” sözü verildiğini söylerler.

Bizzat Mustafa Kemal imzalı 1921 Anayasası, Kürt siyasetçilerin neredeyse yüz yıldır “özerklik” tezlerini dayandırdıkları yasadır. Vilayetlere “hükmi şahsiyet” veren bu Anayasa, “yerinden yönetme erki” taşıyan vilayetlere, “iktisadi ve içtimai ilişkiler temelinde”, “başka vilayetlerle birleşerek Umumi Müfettişlik kurmak” hak ve yetkisini verir. (m. 22) İki yıllığına seçilen ve senede 2 ay görev yapan (m. 12) “Vilayet Şuraları”nın başında ise “Büyük Millet Meclisin’i temsilen” Vali bulunur. Vali, “devletin genel ve ortak görevlerini” yerine getirir, “ihtilaf çıktığında” müdahale eder. (m. 14) 1921 Anayasası, -hiç kuşkusuz sonrasında meydana gelen siyasal gelişmelerin bir sonucu olarak- hiçbir zaman hayata geçmez.

Mustafa Kemal, Kürt aşiretleri kazanmak için çok önemli ve değişik vaatlerde bulunur. 1922’de El Cezire kumandanına gönderdiği bir mektupta, “Hem iç siyasetimiz, hem de dış siyasetimiz açısından, Kürtlerin yaşadığı mahallerde adım adım mahalli bir idare kurulması gerekliliğini” ifade eder. Bu, aslında bir tür Özerklik planıdır. Bazı yazarlara göre, Büyük Millet Meclisi’nin 22 Temmuz 1922 günlü oturumunda da “Kürtlere Özerklik” tartışılır. 64 milletvekilinin karşı oyuna karşın özerklik önergesi 373 milletvekilinin oyuyla kabul edilir. Bu önergenin ise “Koçgiri’nin ağır etkisi altında” gündeme geldiği söylenmektedir. Bu tasarı tartışmalıdır. Zira, tezin kaynağı Robert Olson'un görüşleri ve kaynakları çok zayıftır. Mustafa Kemal, 16 Ocak 1923''te İzmit'te, gazeteci Ahmet Emin Yalman'a, "Teşkilat-ı Esasiye gereğince Kürtlere bir tür yerel özerklik verilecektir” der. Ancak bunların hiç biri hayata geçmez.

1921-1924 arasında yaşananlar, Koçgiri hareketi, Yunan işgali, emperyalist işgale karşı savaşın kazanılması, Cumhuriyet’in ilânı, Ankara hükümetinin tek başına mutlak otorite haline gelmesi, batıda Yunanlılar’a, doğuda ise Ermeniler’e karşı başarı sağlanması vd. gelişmeler sonucu 1921 Anayasası da rafa kaldırılır. Kürtlere verilen sözler çabuk unutulur. Özerklik vaadi, rafa kaldırılanlar listesinde en baştadır.

10 Ağustos 1920’de İstanbul Hükümeti tarafından imzalanan Sevr Antlaşmasının 62-64. maddeleri, doğuda bağımsız bir Kürdistan kurulmasının yolunu açmıştı. Aynı anlaşma “Ermenistan”ı da kabul ediyordu. Öncesinde Wilson’un 14 ilkesi, Türkiye’deki “azınlıklara”, pek tanımlanmamış bir tür “özerk yönetim” vaat ediyordu. Wilson’un tezlerine, Sevr’e yönelik tepkiler, o dönem boyunca işgal altında olan Anadolu’da “vatanın parçalanması” hisleri beraber düşünüldüğünde “Kürtlere Özerklik” veya “Bağımsız Kürdistan”ın Ankara Hükümeti’nde ve ülke genelinde yarattığı tepki daha iyi anlaşılır. Koçgiri liderlerinin, “Kürdistan’a özerklik” tanıyan bir hukuki metin olarak Sevr Anlaşması’na dayandıkları da unutulmamalıdır. Sevr Anlaşması, Anadolu’da ve Kürdistan’da yaşayan çok büyük bir kesim için “yabancı işgalin hukuki kılıfı” olarak anlaşılmaktadır. Kürtlerin geniş çoğunluğu bile, “Müslümanlık” dairesinde Sevr’e olumsuz bakmaktaydı. Kürt aşiret liderleri çok geniş oranda, Lozan’da da Mustafa Kemal ve İnönü’nün yanında yer aldılar.

Mustafa Kemal’in “özerkliğe sıcak bakışının” değişmesinin nedenlerinden bazıları bunlar olabilir. Kimileri, Mustafa Kemal’in hiçbir zaman özerkliği benimsemediğini, kimileri ise Gayrımüslimlere karşı Kürtler’i kullanmak için özerklik vaadinde bulunduğunu söylerler. Mesela Öcalan, “Erken patlayan Kürt isyanlarının, Mustafa Kemal’in fikrini değiştirdiği” görüşündedir.

Kurtuluş Savaşı kazanılıp Cumhuriyet ilân edildikten sonra, 1924 Anayasası ile artık “yerel yönetim” ve “vilayetlerin hak ve yetkileri” lafzen bile yok olur, Türkçü ve milliyetçi anlayış Anayasa’nın dil ve ruhuna egemen hale gelir. 8 Aralık 1925’te bir genelge yayınlayan Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) “Lazistan” ve “Kürdistan”ın yasaklandığını duyurur, “Lazistan” ve “Kürdistan” sözcükleri mevcut kitaplardan çıkarılır.

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur, onun özerklikle ilgili Eskişehir ve İzmit konuşmaları (Ocak 1923) bile yarım yüzyıldan fazla bir süre sansüre uğrar. Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Kurtuluş Savaşı’nın zor aylarından günümüzde AKP’nin tez zamanda iflas etmiş “Yeni Osmanlı”sına dek, Kürtler için “İslam” temelli özerklik parantezi bir açılmış, bir kapanmıştır. Öcalan'ın, Newroz'da okunan, "Bin yıllık İslam Kardeşliği" mektubu, herhalde bu tarihsel arka plana umutsuz bir göndermedir.