Başlıktaki “üç nokta” işareti manidardır.

Öcalan’ın son çağrısı 2013 Mart ayındaki çağrı ölçeğinde büyük bir coşkuyla karşılanmadı. Elbette tarihe geçecek ama kesinlikle buruk ve temkinli bir tepkiyle değerlendirildi, özellikle Kürt siyasi hareketinde…

Rivayet muhtelif.

AKP “PKK silah bırakacak” diye tantanaya başladı. Akdoğan toplantı sonunda “Yeni anayasayı bir çok köklü ve kronik sorunun çözümüne önemli bir fırsat olarak görüyoruz” deyip anında meseleyi anayasaya bağladı. AKP için yeni anayasa eşittir başkanlık rejimi!

Oysa Öcalan açıklamasında PKK’yi bahar aylarında (yani Haziran seçimlerinden önce!) asgari müşterekin sağlandığı ilkelerde kongre toplayıp silah bıraktığını açıklamaya davet ediyordu.

PKK ise “asgari müşterekin sağlandığı ilkeleri”, açıklamadaki 10 madde olarak sıraladı. Bugüne dek Öcalan’ın açıklamalarını “emir” olarak kabul eden KCK bu sefer “niyet beyanı”  demekle yetindi. Mustafa Karasu, 10 başlığın gereği yapılırsa zaten silahlı mücadelenin anlamının kalmayacağını, ancak Kürt sorununun çözülmediği ortamda PKK’den silahlı mücadeleyi bırakma kararının çıkmayacağını ilan etti.

10 başlığın sonuncu maddesi “yeni anayasa” olduğundan ve mantıken seçimden önce yeni anayasa yapılmayacağından PKK’nin silah bırakması mümkün değil, belki sadece (ve yine!) “gündemde” kalacak.
Ama AKP’nin manevra alanı HDP’den daha geniş. Çünkü aslında beklendiği gibi bir “ortak açıklama” yapmamıştı. (Karasu da böyle diyordu.) HDP heyeti açıklama yaparken AKP heyeti dinledi ve açıklamayı destekleyen tek kelime söylemeden sadece temennilerde bulundu. Açıklamanın hemen ardından Erdoğan yine beylik laflarıyla saldırganlıktan geri kalmadı.

Ve fakat dün Pervin Buldan “İç güvenlik paketiyle ilgili bazı değişiklikler yapılacaktır” diye çok kesin ifadeler kullandı. Acaba bu konuda AKP ile bir uzlaşma mı sağlandı? Göreceğiz, ama hem cumhurbaşkanı hem başbakan bu paketin mutlaka geçeceğini ısrarla tekrarlayıp durmadılar mı?

Elbette AKP seçimlerinden önce “İşte PKK’yi de dize getirdik” propagandasına güvenebilir, ama Kürt siyasal hareketi buna (yine) alet olacak denli bir saflık sergileyemez.
Öyleyse şimdi en hayati soru şudur: HDP iç güvenlik paketini geri çektirerek ve bugüne kadar savunduklarının arkasında durarak, AKP’yi ve Erdoğan’ı başkanlık rejiminden vazgeçmeye ikna edebilecek mi?
Sonuç olarak, seçim öncesinde eldeki veriler, argümanlar Öcalan çağrısıyla bir anda değişmiş oldu.

Mesela HDP’ye ilişkin tercihlerin niteliği onun arkasına dizilerek barajı aşmasına katkıda bulunma boyutundan çıktı. Tercihlerde artık yeni anayasa ve dolayısıyla başkanlık rejimi belirleyici olacak.

Söylemeye gerek yok, bu köşede elbette yalnızca kendi düşüncelerimi dile getiriyorum ve şöyle düşünüyorum: HDP’nin arkasına dizilenler “yeni anayasa” muhtevasında sonuç itibarıyla Erdoğan ile Öcalan tarafından yapılan bir tercihe de oy vermiş sayılacak. Erdoğan malum. Öcalan ise Kürt siyasi hareketinin önderidir, ama “bizim” ona yüklediğimiz bir liderlik misyonu yok. Bu yüzden onun birçok düşüncesine katılmıyoruz ve yeri geldiğince itiraz da ediyoruz.

Kürt ulusunun kendi kaderini tayin “hakkını” kabul ederiz. Ama Kürt-Türk emekçilerini diktatöre teslim edecek bir “kadere” ortak olmayız.

HDP’nin işi hakikaten çok zor. Aşağıdan yukarıya, toplumun tüm kesimleriyle tartışarak (ve mesela “bizlerin” de görüşünü alarak) bir tercihte bulunamayacak. Çünkü bu yeni anayasa, müzakerelerin önemli bir başlığıdır ve müzakereyi sürdüren ise Öcalan’dır. HDP nihayetinde Öcalan ile Erdoğan arasındaki müzakere sürecinin gereklerini yerine getirecektir.

Müzakereler elbette yapılmalıdır. Kürtler kendi kaderlerini tayin etmelidir, bu onların söke söke aldıkları bir haktır. “Kürt barışı rafa kaldırılsın, müzakereden vazgeçilsin” demiyoruz. Ama elbette kaygılıyız: Faşizmin tahkim edildiği bir Türkiye’de Kürtlerin hak ve özgürlük talepleri nasıl gerçekleşecek?

Öte yandan, tanım gereği demokratik karar mekanizmalarına başvurulmayan 2 kişilik bir zirvede yapılan müzakerelere endeksli bir HDP’ye seçimde koşulsuz destek çağrısı yapanlar neyi kast ediyorlar? Kendilerinin söz hakkı olmadığı bir müzakereye koşulsuz “siyasi” destek mi, yoksa sırf HDP’den şu kadar milletvekili meclise girebilsin diye “aritmetik” bir destek mi?

Yapacağı tercih müzakerenin yürütücüsü Öcalan’a endeksli HDP’den farklı olarak, mesela HAZİRAN meclislerinin kararlarıyla hareket edebiliyor, doğrudan demokrasiyi esas alıyor. HAZİRAN’da Serok da yok, Reis de yok. Meclisler var. Meclisler, yukarıdaki soruya “Faşizmin tahkim edildiği bir Türkiye’de Kürtlerin de hak ve özgürlük taleplerinin gerçekleşmesi imkânsızdır,” cevabını veriyor.

Üstelik HAZİRAN, şimdi tepemizde yine bir “Abdi Ağa” varken, Yaşar Kemal’imizin bize emanet ettiği “eşkıyalık bayrağı” altında Kürt ve Türk “İnce Memet”leri çoğaltmaktır görevimiz, diyor.