Adalet ve Kalkınma Partisi, iflas etmiş bir ekonomi, çürüğü içinde bir ağaca benzeyen Ecevit Partisi, Dünya Bankası elemanı Derviş ve “dağıtalım gitsin” diyen Bahçeli koalisyonunun yıkıldığı koşullarda iktidara geldi. Kolay oldu. “Cumhuriyet’i değiştirelim” türküleri söyleyen liberallerin işlevsel desteği, Avrupa Birliği’nin yardımları da doğrusu çok işe yaradı.

AKP iktidarının gerçek anlamını keşfedenleri, “tehlikenin farkında mısınız?” diyenleri o sarhoşluk içinde kim fark edecekti ki?

***

Gerçekte iktidara gelen büyük bir koalisyon, epey bir zamandır kemirilen Cumhuriyet’in temel dayanaklarını, kolonlarını yıkma işinde ortak olanların koalisyonuydu. Yine liberal destekle “Cemaat”, “Hizmet” derken devlete sızma işini büyük bir ustalıkla beceren darbeci FETÖ, -dergilerinin adı “Sızıntı” değil miydi?- koalisyonun ortağı değil, belirleyicisi olmaya karar verene kadar sürdü bu büyük koalisyon.

Ama her şeyin bir sonu ve bir bedeli vardır.

***

Bedel, bölünme parçalanmadır. İlk büyük parça, FETÖ’nün darbe girişimiyle koptu. Arkası gelecekti, geldi, geliyor. Makamından neredeyse zorla uzaklaştırılan eski Başbakan ikinci parça, neoliberal heveslerden hâlâ vazgeçmemiş Batı’nın umut bağladığı Gül’lü Babacan partisi üçüncü parçadır. Daha önce liberal havalardan etkilenerek destek vermiş ve tasfiye edilmiş olanları hiç saymıyorum. AKP’de kalanlar ise artık kuşku içindedirler. Kolay değildir olup bitenlere bu saatten sonra ortak olmak.

***

Bundan sonra, içte ve dışta, bir dizi mantıksız adım nedeniyle denetlemeyen bir sürüklenişten söz edilebilir. “Sonuna kadar beraberiz, anca beraber kanca beraber” diyen dar “iç çevre” ile “bırakmayalım, biraz daha kazanalım” diyen medyadaki trollerden, “vuralım kıralım” tayfasından başka kimse kalmamıştır. Genel kanı, AKP’nin ilk seçimde gidici olduğu yönündedir.

Gerçekleşebilir mi peki?

***

Her şeyden önce söylemekte yarar var; ana muhalefet partisinin izlediği politikaların eklektik yapısı umut kırıcıdır. Sağ ile güç birliği yapma kaygısıyla laiklik savunusundan vazgeçilmesi doğru olmamıştır. Adalet gibi gerçekten geniş kitlelerin gereksinimlerine yanıt veren adımlar umut vericidir ama öte yandan ekonomi ile ilgili en başa alınması gereken ciddi programatik itirazların (Örneğin Oğuz Oyan dostumuzun BirGün Pazar ekindeki yazısını okudunuz mu?) popülist bir iki çıkış dışında zayıflığı da dikkat çekicidir. Bunun nedeni gerçekçi muhalefetin ancak kamucu sol programlarla yapılabileceği gerçeğinin bilinmesine karşın, sosyal demokrasinin, kapitalizm kendisi iflasını ilan etmiş olsa bile bu gerçeği tartışmaya yanaşmamasıdır.

***

Bu koşullarda HDP’nin kendini yenileme çabasının görmezden gelinmesi, tartışmaya sunduğu “demokrasi ittifakı” çıkışının hiç tartışmadan, baştan reddediliyor havasının yaratılmasını da doğrusu anlamak zor. Besbelli ki bu çağrının öncelikli muhatabı ana muhalefet partisi, onun sağ ve muhtemel ortaklarıdır. Ama bu, solun konuyu tartışmasını neden önlesin. Herkes de bilir ki sağa göz kırpan bir ittifak demokrasi İttifakı olmaz. Gerçek, solun ideolojik önderliği, katkısı olmadan alelusul bir ittifakın işlevsiz kalacağı, muhtemel bir zaferin çok kısa süre içinde iflas edeceğidir.

Ama sol tarafta da, siyaset yapmanın en kolay yolu olan “ben bildiğim yoldan giderim gelen gelsin” havasından vazgeçilmesi gerekmiyor mu?

***

Bazı sloganlar vardır, laf olsun diye söylemiyorsak, hiç söylememek daha iyidir. Melih Pekdemir’in de yazdığı gibi; “kurtulmak yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz.”