Önümüzdeki günler, can yakan dönemin yolsuzluklarının su yüzüne çıkacağı günler olabilir. Kesin “olacaktır” demek isterdim, diyemiyorum. İstanbul Belediye Başkanlığı’nı elinde tutmak için her yolu deneyen, olmadık işler yapan yeminli bir kesimin, yolsuzlukların, hukuksuzlukların ortaya çıkmasından ürktüğü anlaşılıyor. Örneğin kaleminden kan damlayan “Pelikan grubu”ndan söz ediliyor. Bu kesimin canını dişine taktığı, şu meşhur mazbatayı dipsiz kuyulara […]

Önümüzdeki günler, can yakan dönemin yolsuzluklarının su yüzüne çıkacağı günler olabilir. Kesin “olacaktır” demek isterdim, diyemiyorum. İstanbul Belediye Başkanlığı’nı elinde tutmak için her yolu deneyen, olmadık işler yapan yeminli bir kesimin, yolsuzlukların, hukuksuzlukların ortaya çıkmasından ürktüğü anlaşılıyor. Örneğin kaleminden kan damlayan “Pelikan grubu”ndan söz ediliyor. Bu kesimin canını dişine taktığı, şu meşhur mazbatayı dipsiz kuyulara atmak istediği, “suhulet” tavsiye edenlerin ise kurtuluşu “arazi olmakta” bulduğu, “aman maraza çıkamayalım daha kötü olur” dediği söyleniyor.

***

İster sandık zorbalığının dediği olsun, ister hak edilmiş sonuç kazansın, her iki halde de gazetecilik açısından verimli bir dönemin başlayacağını, canla başla çalışan arkadaşlarımızın sayısının artacağını söyleyebiliriz. Gazetecilik, yaşıyorsa, “organize işlerin” üzerine gidecektir. Geçtiğimiz dönem, Danıştay, Sayıştay gibi kimi hukuk kurumlarını, uygulamalarını devre dışı bırakan koruma kalkanlarına, ideolojik zemin ortaklığına, ticaret ağırlıklı çıkar birliklerine dayanıyordu.

Siyaset biliminde böyle bir “yasa” var mı bilmiyorum; ama güvence, yani iktidar zayıflayınca sırlar ortaya dökülür.

****

Bel altı tartışmanın pek çok “sırrın” ortaya çıkmasını kolaylaştıracağı söylenebilir. Gazetecilerin “armut piş ağzıma düş” gibisinden güvenilmez, spekülatif “haberlere” yönelmeyeceklerini biliyoruz. Çünkü bu türden armutların sahte, tatsız, hastalıklı olduğunu gazeteciler bilirler. Öyleyse sırları deşmeye, iki kesim arasındaki tartışmalardan kaynaklanan dedikoduya değil bilgiye, belgeye ağırlık verilecektir. Kısacası halkın haber alma hakkına sadık gazetecilik için bereketli, verimli bir döneme giriyoruz.

***

Bu arada hiç bir zaman sistemle, iktidarlarla kavga etmemiş, kendine “ana akım” adını yakıştırmış, “muhalefeti” iş kovalamakla sınırlı, son yıllarda el değiştirmelerle, kamu bankalarından geri dönüşü zor kredi kolaylıklarıyla şişirilmiş medyanın çok kan kaybettiği ortada. Yandaş “medyanın” güç yitirdiğini, -artık medya demesek mi- okurlarının onları terk ettiğini, işlevsiz kaldıklarını biliyoruz. Gerçeğin değeri yükselmiştir. “Post Truth” gözden düşmüş, algı gazeteciliği iflas etmiştir.

***

Bizim medyada da işlerin iyi gittiği söylenemez; öncelikle baskılar, yaratılan korku iklimi nedeniyle otosansürün yaygınlaşması rahatsız edicidir. İkinci önemli sıkıntı sosyal medyada sapın samana karışması, bilinçli saptırma çabalarının yanı sıra denetlenmemiş bilginin yoğun bilgi kirliliğine yol açmasıdır. Geçtiğimiz dönemde dünyada ve Türkiye’de egemenlerin en büyük başarısı, liberallerin akıl hocalığıyla kavramların çarpıtılması oldu; çağımızın sorunları konusunda yeni kavramlara duyulan kaçınılmaz gereksinim, bu zararın daha da büyümesine yol açtı. Ama bütün bunlar üstlenirken gelinebilir sorunlardır.

“Peki nasıl?” sorusunun yanıtı bir başlangıç olarak aslında kısadır:

***

Yaşadığımız zorluklar yalnız bir avuç kalmış, güçten düşmüş medyanın sorunları değildir. Sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, halk inisiyatifleri, çevreden tutun da kadın, çocuk ve hayvan hakları konusunda çaba gösteren hak örgütlenmeleri de aynı zorlukları, aynı tehditleri yaşıyorlar.

Öyleyse neden güç birliği, iş birliği yapmıyor, medyayı yaşatabilmeyi, onun varlığını savunabilmeyi öncelikli ödev olarak bu kurum ve kuruluşların tartışmasına sunmuyoruz.

Bu konuyu hep birlikte tartışacağımız büyük bir kurultay ne kadar iyi olurdu.