Siz de yoksunuz demektir! Çağdaş toplumları, ülkeleri, devletleri var eden, onlara “çağdaş” niteliğini veren kurumlarıdır. Toplumların tarihi, bir anlamda da kurumlaşma tarihidir.

Sosyolojik olarak her meslek bir güven ilişkisidir. Hekimlik, ancak o meslek erbabının size sağlık vereceğine olan güven varsa vardır. O güvenin olmadığı koşullarda, birisi hekim ismini taşısa da, o kimlikle para pul kazansa da, fiilen hekimlik ortadan kalkmıştır.

Hekimliğin kurumlaşmış hallerinden olan hastane de öyle. Giren herkesin yürüyerek değil de tabutla çıktığı bir yer, üzerinde hastane yazsa da, hastane değildir. Değildir, çünkü o kurumun insanları sağalttığına dair güven yok olmuştur.

Bu girizgâhın bir gazete köşesinde olması gereken güncel konularla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Öyle ya, ABD’de Rıza Sarraf davası – ki orada artık Sarraf davası olmaktan çıktı - , burada Kılıçdaroğlu’nun salladığı belgeler dururken, nereden çıktı kurumlar?

Tam da oradan çıktı işte!

Ana muhalefet lideri, iktidarın lideri hakkında hem ahlaken hem de hukuken yenilip yutulur olmayan iddialar ortaya atıyor. Milyonlarca dolar, yakınlar aracılığı ile, vergi vermemek için yurtdışına çıkarılmış!

İktidarın lideri, “Belge göster yoksa müfterisin” diyerek tazminat davası açtığını söylüyor.

Muhalefet lideri işte belge diye banka dekontları sallıyor. Ve tartışma iyice alevleniyor: Sahte - Gerçek.

Kurumları olan, güvenilir kurumları olan yani, toplumlarda, ülkelerde, devletlerde bu noktada devreye kimin gireceği bellidir. Devreye girmesi gereken kurumlar girer ve kimsenin kafasında kuşku bırakmayacak şekilde ortaya bir sonuç koyar.

Hükümet! Onu geçelim isterseniz…

Peki, mahkemeler! Mahkemeler burada bir ara Sarraf’ı tutmuştu. O Sarraf ki, televizyonlara çıkıp kendisini “Cari açığın yüzde 15’ini tek başına kapatan kişi” olarak takdim etmiş, dönemin başbakanı da; “ülkeye katkısı olan”, “altın ticareti yapan”, “hayır işlerine girmiş” bir zat diyerek kendisine siper olmuştu.

İsrail’e bakın, hakkında çok şey söyleyebilirsiniz, ama kurumları olduğu için başbakanı yargılanabiliyor, polis başbakanın evinde arama yapabiliyor.

Burada, sadece hayırsever değil, “vatansever” mertebesine de çıkarılan Sarraf’a, İçişleri Bakanı “önüne yattığı” için dokunulamamıştı. Şimdi o “vatanseverABD mahkemesinde vatan aleyhine tanıklık yapıyor!

İşleyen kurumlarınız olsa, bu olmazdı.

Alın size medya… 4. Güç! Yasama, yürütme ve yargıyı kamu adına denetleyecek… Bir kesimi yürütmeye yapışmış, yürütmenin sözcüsü olmuş, ana muhalefet liderinin salladığı belgelere SabahAkşam sallıyor. Sabah; “MÜPTEZEL, MÜFTERİ, FETÖPEREST ZAT” derken, Akşam; “TUZAK DEŞİFRE OLDU” diyor. Sabah’la Akşam arasındakilerin tümü de, iktidarın avukatlarının dediklerini aynen kabul edip yüksek sesle tekrarlıyorlar.

Onları da geçelim. Ya “tarafsız” gazetecilik yaptığı iddiasında olanlar… “Havale Atışması”. Bir atışmadır gidiyor ve atışan taraflara tarafsızlık adına eşit söz hakkı veriyorlar. Oysa, medya ve gazetecilikten beklenen, araştırma yapması, sahte mi gerçek mi bulup çıkarması ve topluma açıklamasıdır. O zaman güven duyulan kurum olursunuz!

Araştırmacı gazetecilik ve haber pahalı bir iş tabii ve muhabirine otobüs parası bulmakta zorlananlar için hiç de kolay değil. Lakin, ekonomik olarak bunu yapma gücü olanlar, Sedat Ergin gibi dava dosyalarını titizlikle didik didik eden gazetecileri olanlar, “atışma” der bırakırlarsa, medyaya güveni, medyanın bir kurum olmasını da boşuna bekleriz.

Dünyada tek başına olsanız, kurumlarınız olmamasını önemsemeyebilirsiniz. Öyle değil işte, tek başına değilsiniz ve işleyen güvenilir kurumlarınız olmaması başınıza ciddi işler açıyor. Sizin yargıla(ya)madığınız, gidip bir başka yerde sizi yargılamaya başlıyor!

Normal ticari işlem”, “para gitmedi, yurda para geldi”, “sahte” itirazlarıyla ne kadar kurumsallıktan uzak reddiyeler gelse de, bir belgenin sahte mi gerçek mi olduğu eninde sonunda ortaya çıkıyor.

Bu arada olan, gittikçe yalnızlaşan “kurumsuz” güzel ülkeme oluyor!