Bir diyalog sorunumuz olduğu kesin. Kimse kimseyi dinlemiyor. Parçalı yapıların belki de kaçınılmaz halidir, ama belki de sonunda insanların, mahfillerin yani fikir sektelerinin, hücrelerinin, parti ve hiziplerin, birbirini görmemeye ya da kötülemeye hazır sanat ve edebiyat tekellerinin, orada burada olmayı günah ya da sevap saymayı ölçü almış internet sitelerinin, köşelerinde “lâf ile dünyaya nizâm veren hanelerinde bin türlü teseyyüp bulunanların”, baktıkça görmeyenlerin, her biri ayrı bir değerle yüklü aydınların, aydın gruplarının, entel... dur, durdum..

***

Umutsuz değilim, hepsinin ama hepsinin, hepimizin birden bire bu tuhaf durumun farkına varacağımızı, söylediklerimizi ötekine iletmek için yoğun çaba harcayacağımızı, ötekinin, ötekilerin ne söylediğine büyük bir merakla kulak kabartacağımızı umuyorum. Önce herkesin hep bir ağızdan ama ötekine, ötekilere iletmek için içtenlikle uğraştığı, içinde kaybolmaktan korkmadığı bir beyin fırtınası, bir kakafoni, kaostan doğan entelektüel bir zenginlik. Olmaz mı?

***

Belki de bu türden hayallerin kurgusunda bir yanlış vardır; sorun içtenliğimizde değil, kurgudaki yanlışta, bir tür kerteriz hatasındadır. “Kimle konuşuyoruz, kime söylüyoruz?” sorusuna vereceğimiz yanıtta gizlidir büyük sır. Aramızdaki teorik tartışmanın çözümü, tezlerin sahihliği doğruluğu, strateji ve taktiklerin geçerliliği halkla diyalog kurmaktan geçmez mi?

***

Hop, dur bakalım! Ne zamandan beri popülizm teoriye yön verir oldu? Tamam başladık işte. Ama durmayacağım; halkla diyalog, halkın söylediklerine boyun eğmek değil, pratik hayatın getirip götürdüklerini, gerçekleri dile getirmek, söylediklerimizi halkın güncel derdinde, pratiğinde sınamaktır, Örneğin şu Korona salgınında neleri tartışıyoruz? Bakanlık açıklamalarını, eğrisini, doğrusunu, saklananı gizleneni, işin felsefi boyutunu...

Analizlerimizde eksik yoktur.

***

Tanıl Bora’nın Ruşen Çakır’la söyleşisinde söyledikleri ilginçti oradan devam etmek isterim, Şöyle diyor Tanıl Bora: “Müthiş bir analiz etme, anlama, yorumlama çabası var. Ama genellikle kendi aramızda konuşuyoruz.(...) Kendi dışına konuşmakla ilgili, kurumsallaşmış bir kabiliyetsizlik, kurumsallaşmış bir kapalılık var. Bu felâket, bunu dert etmek, bunu aşmak için çok kuvvetli bir dürtü olmalı.” (Medyascope; 23 Nisan 2020)

***

Teoriye ihtiyaca göre başvurmanın zamanın, zeminin gerçeklerine aldırış etmeyen “kullanılışlığı” bizi büyülüyor. Büyüden kurtulmanın çaresi, ne söyleyeceksek halka söylemek, halkla ciddi bir tartışmaya girişmektir. O zaman aramızdaki tartışmaları da ciddi, verimli, anlayan, anlatan, etkileyen, etkilenen, teoriyi de zamanda, zeminde anlaşılır kılan bir rotaya sokmuş olacağız.

***

Neden söyledim bunu? Son yıllarda bir kısım “sol liberal” aydına, sosyal demokrasiye musallat olmuş kötülük, gerçekleri gizlemeden anlatmak yerine, bin yıldır halkı avutan dille konuşmayı “halkın değerlerine saygı göstermek” diye savunmaktır. Gerçekte düzene, sisteme bundan daha büyük bir armağan olmaz. Ne yazık ki sosyalist sol da henüz ciddi bir tartışmayı başlatamadığı için liberalizmin, sosyal demokrasinin bu büyük hatasıyla uğraşıp durmakta sık sık da havlu atmaktadır.

***

Ama işin doğrusu teorik pratik anlaşmazlıklarımızı, “halkın dili”, “halkın değerleri” türünden demagojik saplantılara aldırmadan, gerçek sorunlar, geleceğe ilişkin sorular çerçevesinde ağır yük altındaki insanlarla, halk sınıflarıyla ciddi bir tartışmanın süzgecinden geçirebilmektir.