“Bir günler, bey takımı arasında avcılık tutkusu pek yaygınmış Fransa’da. Attığını vurmak kolay değil, boşa atmak da heves kırıcı ya; ormanlarda daha kuşlar yumurtadayken geniş alanlar üstüne ağ gererlermiş. Uçuş denemelerine başlayıp da yükselince ağlara çarpıp düşe havalana büyüyen kuşlar öyle koşullanırlarmış ki, av mevsimi gelip de ağlar kaldırılınca belirli yüksekliğin üstüne çıkamazlar, kolayca vurulurlarmış.” (Vedat Türkali, Özgürlük İçin Kürt Yazıları, Everest Yay.)

Erdoğan’ın kuşlarla imtihanını görünce Vedat ustanın bu sözleri geldi aklıma… Garibim kuşlar kim bilir ne vakittir salınacakları gün için kümeste bekletiliyorlar. Erdoğan kümesi açıyor. Kuşlar kapıda Erdoğan’ı görünce dışarda özgürlük olduğuna pek itimat etmiyor herhal, çıkmıyorlar. Erdoğan kümesteki kuşları alkışlayarak dışarı davet ediyor. Her alkışlanan kendisi gibi havalanıyor sanıyor demek… Onun alkışı kuşları çıkarmayınca, korumalarla beraber kuşları alkışlamaya başlıyorlar.

La Fontaine yaşasa ömürlük hikâye ihtiyacını karşılayacak ‘güvercin ile cumhurbaşkanı’ sekansı devam ediyor. Manzara: cumhurbaşkanımız barış güvercinlerini şemsiyeyle dürtüyor! Kuş beyinli derler bir de, çıkar mı kuş, burayı da elimizden almasın diye belki, inat edip çıkmıyor. Sonraki görüntü; bir görevli kafese girmiş, kendi kendine çıkmayan güvercinleri tek tek yakalayıp uçurması üzere Erdoğan’a veriyor. Erdoğan nihayet güvercinleri uçuruyor. İlk güvercin hemen dönüp kümesin çatısına konuveriyor.

Son olarak kafesten bir keklik çıkarılıyor. Erdoğan kekliği salıyor. Keklik de dönüp Erdoğan’ın kafasına konuyor.

Her şey o kadar dekoratif ki… Cumhurbaşkanlarımızı gittikleri ülkelerin yerel özellikler taşıyan şapkalarını takıp, tüyler fışkıran şapkalar içinde zoraki gülümsemeleriyle poz vermelerine alışkınız. Erdoğan başında keklikle, başka bir memlekete protokol ziyaretinde kuş tüylü yerel şapkayı takmış gibi zoraki gülümsüyor.

Erdoğan, “Ne kadar çevreci olduğumuzu görsünler” diyor. Erdoğan’ın memleketi olan Rize, Güneysu ilçesinde 1130 rakımlı Kıble Dağı’nın zirvesine yapılan Hacı Hafız Yusuf Yılmaz Camisi’nin etrafına mesire yerleri yapılmış. Validebağ Korusu’na girilirken de cami bahane edilmişti. Uzun süre konser ve gösteriler için kullanılan Rumeli Hisarı’nın sahnesine de cami yapıldı.

Ne yapıyorsa, dini bahane ederek yapıyor.

Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız şiarına bir yenisi eklendi bu hafta; tabutlar kürsümüz!

Önce kümese konulan sonra yakalanıp Erdoğan’a verilen keklik…

“Erkek keklikle avlanma usulünde ise yetiştirilmiş ve kafese konulmuş bir erkek keklik tuzak olarak kullanıyor. Onun ötüşü ile erkek keklikler dövüşmeğe, dişi keklikler ise sevişmeğe gelir. Bu sırada vurulur.”(TC Kültür ve Turizm Bakanlığı, e- kitap; ‘Kültürel Miras’)

Erdoğan tabuta elini koymuş, diğer elinde mikrofon, “İnanıyoruz ki şehadet makamına ulaşmış olan bu şehidi uğurluyoruz. Ne mutlu onun ailesine, ne mutlu onun tüm yakınlarına.” Eh, onun ‘kültürel miras’ı böyle vurmak üzerine tabii.

Bütün bu ölümler, yıkımlar, katliamlar; dini referanslar alet edilerek perdelenmeye hafifletilmeye, hoş gösterilmeye çalışılıyor. Dini bahane edip zulümlerini eleştirilmez kılmaya çalışıyorlar.

Seçim meydanlarında Kürtçe Kuran sallanıyor, laik eğitim veren okullar hızla İmam Hatipleştiriliyor. Yüce dağ başlarına yapılan camiler protokolle kurdele kesilerek açılıyor. Cami açılışında koalisyon yorumları yapılıyor!

Günde beş vakit ezan dinliyoruz. Vücudumuzun üçte ikisi zemzem suyu. Bir de şu yaşadığımız hayata bakın.

Bir de şu öldüğümüz hayata bakın.

Barış güvercinini şemsiyeyle dürtenlerden uçmayan kuşlar için Uçurtmayı Vurmasınlar’daki Barış gibi “Niye uçmuyor İnci?” demesini beklemiyoruz…

Ama biz inanıyoruz, bunun için çabalamakla mükellefiz: “Uçar bir gün.” Uçar da tepeye gerili ağları deler.