Mehmet Fırat Pürselim imzalı ‘Sakarmeke’ yazarın yüreğinden ve zihninden havalanan kuşları öykülere dönüştürüp yanı başımıza gönderiyor.

Kuş kanadından süzülen öyküler


Hande ÇİĞDEMOĞLU

Her sene leyleklerin göç mevsimi geldiğinde babamı bir keder alırdı. Kuşlar toplanıp göçe başladıklarında babam başını gökyüzüne kaldırıp sürü gözden kaybolana kadar onları izler, gözünden akan yaşları saklamaya çalışsa da titreyen sesi onu ele verirdi. “Kimbilir kaçı ulaşacak gidecekleri yere? Kimbilir kaçı göç yolunda ölecek?” O zamanlar leyleklerin benim için anlamı merhamete denkti. Ne zaman ki babam da o bilinmez diyara göç etti leylekler artık yakıcı bir hasretle özdeşleşti.

En çok anlam yüklediğimiz şeylerden biri kuşlar olsa gerek. Öyle ya sevdayı kuşun kanadında, barışı gagasının arasındaki zeytin dalında, özgürlüğü beyaz kanatlarında gördük ilk kez. Kuşlar kimi elçi, kimi haberci kimi de uğursuz bir misafirdi. Merhamet, cesaret, aidiyet, masumiyet ve daha pek çok kavram çeşit çeşit kuşun, kanadında, göçünde, ötüşünde gizlendi. İşte geçen günlerde okuruyla buluşan Mehmet Fırat Pürselim imzalı ‘Sakarmeke’ yazarın yüreğinden ve zihninden havalanan kuşları öykülere dönüştürüp yanı başımıza gönderiyor. “Ne çok kuş biriktirmişim kalbimde” diyor yazar, “Sakarmeke ile hepsini özgür bırakıyorum.”

‘Sakarmeke’ yazarın 2012’de Naim Tirali Öykü Ödülü alan ‘Hayat Apartmanı’, 2017 Türkan Saylan ve 2017 Orhan Kemal Öykü Ödülü alan ‘Akılsız Sokrates’ adlı öykü kitaplarından sonra üçüncü öykü kitabı. Bunun yanı sıra roman ve çocuk öykü türünde üç kitabı daha olan Mehmet Fırat Pürselim gazete ve dergilerde yazdığı edebiyat yazıları ve kitap incelemeleriyle de okuruyla teması koparmayan bir yazar. Yine de okurları ve öykü severler için, İthaki Yayınları’ndan çıkan ‘Sakarmeke’ sevinçli bir haber gibi karşılık gördü.

“Kuşların da içi sıkılır mı anne?”

“Sıkılmaz mı kuzum? Sıkılmasa neden başlarını alıp oraya buraya gitsinler?”

“Geçer mi sonra?”

“Geçer elbet. Hani yükselirler sonra süzülmeye başlarlar ya… İşte o zaman bil ki ferahlamışlardır.”

On bir öyküden oluşan bu kitap ismini göçmeyi unutmuş, denizi mesken bellemiş bir tatlı su kuşundan alıyor. Acıtmayan ama kuvvetli dokunuşları olan öyküler, tıpkı kuşların çağrıştırdığı göç, bağlılık, aidiyet, umut, arayış, yuva, aile gibi temalar içeriyor. İnsanın ruhunun ortak inceliklerini sezdiğimiz öykülerde aynı zamanda dönemsel bir farkındalık ve başkaldırı dokunuşları var. Bu bağlamda edebiyatı ‘meseleli bir sanat’ olarak addeden bir yazarın kaleminden bağırmadan seslenen öyküler okuyoruz. Kimi dokunaklı kimi eğlenceli satırların sonunda mutlaka bir düşünceye sevk oluyoruz.

Öykülerin gücü karakterlerden geliyor diyebiliriz. Öyle ki dört beş sayfalık serüvende birlikte olduğumuz karakterler neredeyse bir romandaki kadar bütünleşme etkisi yaratıyor. Yazar karakter yaratmadaki başarısını öykü bazında özgün dil kullanımıyla destekliyor. Karakterlerin içinde bulunduğu hikâyeler öyküleri durağanlıktan kurtarıp okuru içine alan bir yapıya bürünüyor. Öykülerde, karakterlerin yanı sıra mekân anlatımları da oldukça başarılı. Böylelikle karakterler havada süzülmüyor, aidiyet taşıyor. Okur da yakınlaştığı karakterlerle birlikte kimi ‘deşilmiş bir buzağı kanı gibi kokan’ kasabada, kimi ‘kırık bir cam kadar soğuk’ denizde, kimi ‘sigara ve haşlanmış yumurta kokusu’ sinmiş vagonlarda soluk alıyor.

Taşra kadar kent dokusunun da zemin kazandığı öykülerde, toplumsal gelenek ve inançlarla bütünleşmiş insan alışkanlıklarından, ihtiyaçlarından ve isteklerinden yola çıkılmış. Aynı zamanda toplumsal ve bireysel bozulmanın etkileri de göz ardı edilemez bir biçimde işlenmiş.

Kitapta anlatım ve yapı olarak birbiriyle uyumlu öyküler arasında üç tane de farklı öykü karşımıza çıkıyor. Gerçek üstü bir kurgu ile şekillendirilmiş bu öyküler başlı başına başarılı olsa da kitabın yapısal bütünlüğünü bozar nitelikte. Öyle ki öyküden öyküye geçerken her birinde diğerinin izleri aranıyor. Belki de farklı bir sıralamayla bu algı değiştirilebilir, öykü kitaplarını bütün olarak benimseyen okurun işi kolaylaşabilirdi.

“Keşke iki kolumuz yerine kanadımız olsaydı. O zaman hem silah tutamazdık hem de dilediğimiz yere uçup giderdik.”

Ölüme yaklaşırken sapanıyla vurduğu kuşlardan helallik isteyen karakteri yaratan nahif bir yaklaşım var ‘Sakarmeke’de. Yazarın güçlü sezgisi ve zengin hayal gücü, özgün, duru bir dille birleşiyor. Böylece karşımıza kanlı-canlı, nefes alan kısaca yaşayan öyküler çıkıyor.

Turna, Martı, Serçe, Bülbül, Kumru, Yelkovan Kuşu… Kimi karakterlerin isimlerinde, kimi öykülerin dekorunda, kimi hikâyelerin içinde yer alan bu kuşlar, sayfalar arasında bizlere yol arkadaşlığı yapıyor. Kanatlarından ise sevda, özlem, kayboluş, çaresizlik, hayal, mücadele ve umut süzülüyor.