Her kuş öncelikle kendi tüylerinin rengini değiştirerek bir şeylerin değişeceğine inanır. Mavi Karga romanı, kanatlarını acının ağırlığından kurtarıp uçabilmek için değişimi tüylerinde başlatan kuşların yolculuk hikâyesi.

Kuş kanatlarını acıdan kurtarmak

Sibel HÜRTAŞ

Katledilen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi, ilk kitabı Mavi Karga ile okuyucuların karşısına çıktı. Mavi Karga, “Mezbele” içinde başkaldıran, aykırı bir karganın hikayesi…

Şiddete hiç başvurmayan, her konuda uzlaşıyı arayan, yolculuğu boyunca kendi gibi acı çekenlerle karşılaşan Mavi Karga, Türkan Elçi’nin yıllar boyunca sürdürdüğü adalet arayışının nahif bir yansıması

Türkan Elçi’ye göre bu roman, “Kanatlarını acının ağırlığından kurtarıp özgürce uçabilmek için değişimi tüylerinde başlatan kuşların yolculuk hikayesi...”

Sadece Türkan Elçi’nin yolculuğu değil bu roman. Bu romanda Mavi Karga’nın kanadını kaldırdığı her yerde bir acıya aynı zamanda mücadeleye denk gelişinin yolculuğu. Türkan Elçi, bu karşılaşmaları da “Emine Şenyaşar’ı da Şengül Hablemitoğlu’nu da Rakel Dink’i de kendime yakın hissediyorum. Hepimiz farklı etnik kökenden ve farklı dini inançları olan kadınlarız, ama yaşadığımız acı birbirimizi anlamamız ve yakın hissetmemiz için kâfidir” diye tanımlıyor…

Böyle ağır bir yolculuk, edebiyatın sihri sayesinde, doyumsuz bir söz şöleni, şiirsel bir anlatımla çıkıyor okuyucunun karşısına. Türkan Elçi ile romanı Mavi Karga üzerine konuştuk…

Siz Diyarbakır Baro Başkanı rahmetli Tahir Elçi’nin eşisiniz. Yıllarca faili meçhul cinayetlerin aydınlığa kavuşması için mücadele eden Tahir Elçi’nin katli ardından başlayan yargılama süreci de maalesef faili meçhul bir karanlığa sürüklenmeye çalışılıyor. Bu roman, sizin yolculuğunuz ve sevgili Tahir Elçi’nin katledildiği düzenle birlikte okunduğunda, sessiz bir çığlık olarak yorumlanabilir mi?

Aslında romanı yorumlamayı okurun ferasetine bırakmak gerekir, fakat senin de dediğin gibi içimdeki sessiz çığlığın sesidir Mavi Karga. Geçenlerde sevgili Şengül Hablemitoğlu sosyal medyada Albert György’nin Melankoli adlı heykelini paylaşmıştı. György, heykelinde eşinin kaybından sonra hissettiği boşluğu tasvir ediyormuş. Gövdesinin tam ortasında koca bir delik. Ben bu heykeli daha önce hiç görmemiştim, ama iki kaburgamın arasında karanlık bir boşluk olduğunu kendi gövdemde keşfetmiştim. Mavi Karga romanında kahraman göğüs çıkıntısının altındaki karanlık boşlukta sürekli dolaşır. İşte senin sessiz çığlık dediğin bu ses -ki aynı zamanda yaşadığımız bir dönemin yankısı olan bir sesti- dışarıya akacak yollar buldu, bir kuşun gagasından göğün boşluğuna dağıldı ve bundan bir roman meydana geldi.

ŞİDDETTEN KAÇINMAK

Roman yakın tarihten iz düşümlerle bazen de yüz yıllık ayrışmaların yarattığı gerginliklerle okuyucuyu içinde bulunduğu gerçeklikle de yüzleştiriyor. Misal, Mezbele gibi kötü bir yer var ve Özgür Telek buradaki mücadelesinde uğradığı zulme rağmen şiddete başvurmuyor. Bu, sizin bakış açınızdan kaynaklanıyor diye düşünüyorum?

Evet; Mavi Karga ilk eserim olması dolayısıyla otobiyografik izler taşıyor, bu durumu yadsımıyorum. Benim gibi birinin şiddete bir dirhem de olsa yakınlık hissetmesi mümkün mü?

Mavi Karga romanımda kargaların özgürlüğünü kısıtlayan, haklarını ihlal eden bir sömürü düzeni var, fakat kargalar her türlü kötü muameleye maruz kaldıkları halde yine de şiddete başvurmuyorlar. Barışçıl mücadele yöntemi onlar için oldukça kıymetli. Bu onların Mezbele otoritesi ile uzlaşı içinde oldukları anlamına gelmiyor. Mezbele sisteminde itaat önemli bir erdem, itaatsizlik ise günah sayılırken kahramanlar itaat etmemeyi tercih ediyorlar. Oysa çoğunluk itaate yatkındır, çünkü otorite ile bir arada bulunmak onları güçlü kılmaktadır. Ayrıca Mezbele’nin dışına çıkmak için de samimiyet ve cesaret lazım. Şiddetten kaçınmak da korkaklık değil, bilakis başkalarının yaşam hakkını iktidarlar karşısında savunmak, sömürüye karşı çıkmak, dayatılan kurallar karşısında itaatsizliği seçmek cesaretli ve kararlı olmayı gerektiren bir mücadele yöntemidir. Barışçıl olmak savaşı istemekten daha zordur, savaşın sesi uzaktan hoş gelir. Vicdanını ve aklını harekete geçirmek istemeyen güçsüz kitlelere kahramanlık duygusunu tattırır. Menfaatçiler de kof hamasetle itaate yatkın ve güce tapanları mıknatıs gibi yanına çekerek güçlenirken diğer taraftan vicdani, insani ve insanca bir hayatı talep edenleri yalnızlığa iterek lanetli muamelesi yaparak kimi zaman da hedef tahtasına oturturlar.

KÜRTÇE SÖZLÜ EDEBİYAT

Romanın kuşkusuz en büyük özelliği, okuyucuyu enfes bir söz şölenine çekmesi, şiirsel bir yolculuğa çıkarması… Bu yolculuk içinde doğa tasvirleri oldukça dikkat çekiyor. Bu imgelemeler nasıl yapıldı?

Senin de dediğin gibi romanda doğa tasvirleri oldukça fazla. Bunu kimileri sıkıcı bulurken kimileri de çok beğendiğini dile getirdi. Ben de yazarken fark ettim tasvirlerimin ağırlıkta olduğunu. Aslında bunun biraz da kültürel olduğunu düşünüyorum. Üzerimde Kürtçe sözlü edebiyatın etkisi var. Kürt anlatı edebiyatında ayrıntılı tasvirler atmosfer yaratmada önemli bir ögedir. Konu hikâye edilirken senin de söylediğin gibi dinleyiciye söz şölenini yaşatır. Buraya kadar izah etmeye çalıştığım doğa tasvirlerine ihtiyaç duymamın bir boyutu. Ayrıca tabiata bir kişilik kazandırmamın bir diğer amacı doğanın da bir canının, ruhunun olduğu insandan bir farkının olmadığıdır. Örneğin romanda çıplak dallar rüzgâra bazen ayak uyduruyor, bazen de karşı koyuyor. Doğayı dikkatle izlersek onun da itiraz eden bir özelliğinin olduğunu görebiliriz. Mesela doğanın dengesini bozacak barajlar yapılıyor, hemen ardından birçok balık çeşidi yok oluyor. Bu da doğanın bize en anlamlı cevabı değil midir?

Ama biz bugün kendimizi insan sandığımız bir çağda kibrimize yenik düşerek birbirimizi katlettiğimiz gibi acımasızca doğayı da katlediyoruz, doğayı hiçe sayıyoruz. Canlı tasvirlerin içinde gizlenen imgelerin ehemmiyeti de bu fikirden beslenmişti.

ASIL MESELE DEĞİŞİM

Doğa imgeleri kişileşiyor; romandaki kuşların ilişkileri de insan ilişkilerinin bir yansıması pek tabii… Dikkat çekici ayrıntılar da var… Örneğin kargalardaki renk değişikliği… Bunun günümüz problemlerinden ihtiyaç duyduğumuz bir değişimi vurguladığı söylenebilir mi?

Geldik asıl meseleye, değişim meselesine. Mavi Karga değişimin gerekliliğinin anlatıldığı bir roman diyebiliriz. Tüm kuşların birbirlerine benzemeye zorlanıldığı, farklılığın, renkliliğin kabul görmediği bir düzene tanık oluyoruz. Oysa tek tipleşmeye itiraz eden kuşlar, balinanın karnına benzeyen mağarada yenilenme eylemini gerçekleştiriyorlar ki resim sanatında, teolojik ve mitolojik metinlerde mağara yenilenmenin gerçekleştiği mekânlardandır. Kargalar kapkara olmaktan uzaklaşıp rengârenk kuş ordusuna dönüşüyorlar.

Bugün siyasal ve toplumsal meselelerimizi çözmekte zorlanıyoruz, kapana kısılmış veya bir odaya kapatılmış gibiyiz. Kapalı kapılarımızı açacak anahtarı bulmanın yolu farklılıklarımızı kabul etmekten geçer. Hepimizin değişime ihtiyacı var, bizlere ezberletilenlerden ne kadar uzaklaşırsak sorunlarımızı çözmeye o kadar yaklaşabiliriz. Her kesimin kendi mahallesinin günahlarını görmesi ve itiraz etmesinin gerekli olduğu bir zamandan geçiyoruz, aksi takdirde hepimizin bu gidişattan zarar göreceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.

MAĞDURLARIN YOLU KESİŞİR

Tasvirler ve gerçekler arasındaki ilişkiler böyle. Bir de gerçekler var kuşkusuz, o da romanda yerde yatan ve acı çeken bir kadının bahsi geçiyor. Mavi karganın yolculuğu sırasında, bu kadınla yolları kesişiyor. Bunun tam sebebi nedir?

Mağdurların yolları eninde sonunda bir yerlerde kesişir. Karganın ve yerde yatan kadının dünyaları birbirinden oldukça farklı, fakat mağduriyetleri onları aynı düzlemde bir araya getiriyor. Romanın ilerleyen sayfalarında kadının “İtaatsiz Sivilin Şeffaflık Zırhı ve Otoritenin Tedirginliği” adlı kitabının olduğunu ve Mavi Karga ile benzer bakış açılarına sahip olduklarının ipuçlarını görebiliyoruz. Karganın birkaç gün kadını şeftali ile beslemesi de aralarındaki dayanışmanın göstergesi. Dayanışma içinde olmamız için birbirimizin aynısı veya çoğu yönümüzle benzer olmamız gerekmez. Örneğin, ben Urfa’da öldürülen yakınları için uzun süreden beridir adalet mücadelesi yürüten Emine Şenyaşar’ı da Şengül Hablemitoğlu’nu da Rakel Dink’i de kendime yakın hissediyorum. Hepimiz farklı etnik kökenden ve farklı dini inançları olan kadınlarız, ama yaşadığımız acı birbirimizi anlamamız ve yakın hissetmemiz için kâfidir.

KADIN MÜCADELESİ

Mavi Karga, annesine çok düşkün ve onu kaybediyor. Babası ile ise çatışmalı bir ilişki içinde. Zira Mavi Karga, onu bir şekilde hep karşısında buluyor. Bu yazar için neyi ifade ediyor?

Mezbele totaliter rejimin hüküm sürdüğü bir mekândır. Otoritenin kendini hissettirdiği daha ziyadesiyle kendini yaşattığı birden fazla kurum vardır, en önemli kurumlarından biri de ailedir. Çoğu zaman bu sebeple kutsallık atfedilir. Örneğin bir lokantada “aile yerimiz var” yazısı asıldığında orada pirüpak, ahlaklı ve tercih edilen bir yer iması yaratılır. Kabul ettirilmiş bir ahlak anlayışının bir reklam panosunda sunumudur aslında. Romanda Özgür Telek ezilen ve ezen tarafları ağacın kovuğundaki yuvasında tanımaya başlar. Babası Mezbele’nin yardakçıları arasında ve hatta mühim bir yerdedir. Buraya kadar anlattığım kurgu dünyasında yaşananlar. Ya bizim dünyamızda yaşananlar?

Bizler de yaşamı idrak etmeye başladığımız çocukluk çağlarımızda ezen ve ezilen taraflara tanık oluruz. Düzenin imtiyazıyla atını koşturan babaları tanımakla başlarız hayata. Sorumluluktan kaçan, kadının haklarını yok sayan, istediği her şeyi kendine hak gören babalar. Çoğu insanın hayatında özellikle kadın mücadelesinde başlayan hak arayışlarının nüveleri aile denilen çatının altında filizlenmiştir aslında.

Roman kahramanım Özgür Telek de Mezbele zulmüne karşı mücadeleye başlamadan evvel annesinin ölümünün ardından yuvayla arasındaki ipleri koparır, çünkü kovukla bağının devamını sağlayan babası tarafından ezilen annesidir. Yuva onun için sığınılacak, gökte özgürce uçmasını destekleyecek bir yer değildir artık. Totaliter rejimin ayrıştırıcı, dışlayıcı, başka türden kuşları küçümseyiciliğini babasının gagasından dökülen gaklamalardan duyar. Babasına duyduğu tepki otoriter düzene duyduğu tepkinin ta kendisidir.

KİŞİSEL ACILARIN EVRİMİ

Romanda en çok dikkatimi çeken, hem Mavi Karga’nın hem de annesinin farklı türlerle kurduğu ilişkiler, bu ilişkilerin hoş karşılanmaması, bu nedenle duydukları kaygılar ve dışlanma hikayeleri. Bunlar bizim hayatımıza çok benziyor, yazarın hayatında neleri imgeliyor?

Alegorinin en güzel yanı, bizim olmayan gibi görünen dünyada kendi dünyamızı bulma ironisini yaratma imkânı sunmasıdır. Bugün yaşadığımız birçok problemin Mezbele’de yaşandığını görebiliriz. Örneğin, farklı türler arasında kurulan duygusal bağların engellenmesi ve dışlanması için güdülen bilinçli politikalar neticesinde yaşanan problemler, yarım kalan aşklar. İktidarların kendilerine benzemeyenleri dışlaması, çoğu zaman cezalandırması veya bir araya gelenleri ayrıştırıp bölerek yönetme politikası kendileri açısından neredeyse elzemdir.

Mezbele’de kargalar dışındaki kuş türlerine karşı düşmanlık öğretilir. Bir kuşun başka türden bir kuşa karşı yaşadığı aşk engellenir. Özgür Telek’in aşkının engellenmesi ve yaşadığı acı kayıp ise onun mücadelesinin başlangıcı olur. Mavi Karga, romanın ilerleyen bölümlerinde kendisini güçlendirecek iki önemli duyguya sahiptir: Aşk ve ölüm acısı. Tüyleri zarafetle tevazu ile parıldayan, gagasından erdemli gaklamalar dökülen karga dostunun ölüm acısını da ayrıca yaşar. Kişisel olarak çekilen acılar diğer kuşların mağduriyetiyle bir araya gelerek tümünün değişimini gerekli kılacak bir mücadeleye doğru evrilir. Her kuş öncelikle kendi tüylerinin rengini değiştirerek bir şeylerin değişeceğine inanır. Kısaca diyebiliriz ki Mavi Karga romanı, kanatlarını acının ağırlığından kurtarıp özgürce uçabilmek için değişimi tüylerinde başlatan kuşların yolculuk hikâyesidir.