Sağcı ittifak açısından, cumhuriyet yerine köktendinciliği egemen kılmakta zorlanmak ve fikren iktidar olunamadığını dile getirmek gibi önemli sıkıntılar, hikâyenin beklenen mutlu sonla bitmesinin önünde engel.

“Kuş ölür sen uçuşu hatırla”

Kemal Can’ın güzel saptamasını yineleyerek başlayalım: “İktidar muhalefet karşısında değil, gerçekler karşısında kaybediyor.” Bu ufuk açıcı saptamanın yarattığı çağrışımların izinden devam edelim. Son günlerde sık sık duymaya başladığımız “belirsizlik kuramı”, siyaset alanındaki belirsizliği açıklamakta da yararlı olabilir. Gerçekten de siyaset alanında bugüne kadar hiç görmediğimiz ölçüde bir belirsizlik hâkimdir. Deyim yerindeyse ortalık toz duman. Kemal Can’dan bir alıntı daha yapalım: “Sorunlar ve memnuniyetsizlikler bir süre yönetilebilse, başka yerlere yönlendirilebilse bile gerçekle ilişkiyi kaybetme hali sırıtarak saklandığı yerden çıkıveriyor. Bazen bir virüs gelip sizi açığa düşürüyor, bazen pek güvendiğiniz ‘idare etme’ yeteneğiniz size oyun oynuyor. İktidarlar, gerçeklerin yarattığı baskıyla idare ederken, gerçekle rabıtayı iyice kaçırmanın faturasını ödüyor. Ancak eş zamanlı olarak muhalefet de iktidarın kaybettiği rabıtayı (...) bir türlü kuramadığı için, bu kayıptan bir kazanç çıkartamıyor. İttifaklarda hangi partilerin yer alacağı kadar, ‘gerçeklerin’ hangi bloka yakın olacağı önemini koruyor.” (Gazete Duvar, 28 Ekim Çarşamba 2020)

Siyaset alanındaki belirsizliğin net bir analizi bu satırlar. Peki bu durumun arkasındaki fonda ne var? Bunun için belki belirsizlik kavramını hatırlamak işe yarayabilir. Bu kavramı siyasete kuantum fiziği ile ilgili bulgulardan yola çıkarak aktaralım biz de. Heisenberg’in “belirsizlik” (uncertainty) ya da daha doğru bir ifade ile “kesinsizlik” kuramı, atom altı parçacıkların hareketinin saptanamayacağı, ölçülemeyeceği tezine dayanıyor. Daha sonraki gelişmeler parçacıkların konumu ve hızının ayrı ayrı ölçülebildiğini ama aynı anda birlikte bir ölçümün şimdilik mümkün olmadığını gösterdi. Belirsizlik kuramının neden bugünlerde piyasa yaptığı konusunu bir başka yazıya bırakarak devam edelim.

SİYASETİN PARÇACIKLARI

Siyasette de kuşkusuz başka bir düzeyde benzer bir durum söz konusudur. Belirsizlik bu alanda da uzun süre egemenliğini sürdürebilir, siyasi parçacıkların hareketini ve konumunu saptamak zor olabilir. Belirsizliğin kanatları; yani içinde taşıdığı muhalefetle birlikte iktidar ile belli konularda, -ki genellikle bunlara “ulusal konular” deniliyor- iktidarla uzlaşmaya yatkın kanatlarıyla muhalefet arasındaki ilişkinin ölçülmesi de zor olabiliyor. Bu nedenle de siyaset alanındaki belirsizliğin barındırdığı çelişkileri çözmek kolay değildir.

Konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışırken sistemdeki belirsizlik ile halk sınıflarındaki kararsızlığı da ayırmak, ayrı ayrı değerlendirmek daha yararlı olacaktır. Tüm dünyada büyük, belki de 1929 bunalımının ölçülerini nicel ve nitel olarak aşan bir ekonomik bunalım var. Bu kapitalizmin artık sınırlarına dayanmış olmasına, krizleri çözme kapasitesinin sıfırlanmasına bağlı bir gelişmedir. Bunalımdan çıkış bulamayan sistem politikacılarının baskıyı, otoriter yönetimin erdemlerini, faşizm propagandasını yoğunlaştırmalarının, kimi ülkelerde artan faşizan eğilimleri önü alınamaz bir trend gibi sunmalarının nedeni budur. Ama bu çaba aynı zamanda sistem içindeki bir tartışmayı da gözler önüne seriyor. Sistemi reforme etme boşuna çabası ile tehdit kokan bir düşman olmaktan öteye geçemeyecek faşizan eğilimler arasındaki tartışma, sistemin geleceğine ilişkin belirsizliği koyulaştırıyor.

“DENİZİN BİTTİĞİ YERDE...”

Geçtiğimiz günlerde sistemin geleceğini tartışan eski Dünya Bankası başkanlarından Joseph Stiglitz ile Kapital adlı eseriyle tartışmalara hızlı muhalif edasıyla giriş yapan Thomas Piketty’nin görüşleri de sistemin geleceğinin olmadığını, sosyalizmin ideolojik baskısı altında kalan sistemin reforme edilmesi çabalarının zavallılığını gösteriyordu. Piketty’nin Stiglitz’in de heyecanla katıldığı sistemin reforme edilmesi önerisi özetle şöyleydi: Çözüm demokratik bir sosyalizm, katılımcı bir sosyalizm olabilir. Bazıları ‘ilerici kapitalizm’den bahsediyor ama ben ‘katılımcı sosyalizm’i tercih ediyorum; Avrupa’nın yüzyıllardır inşa etmeye başlamış olduğunu… Mesela Alman şirketlerine bakın. Yönetim kurullarındaki üyelerin yarısı ücretlilerin temsilcilerine veriliyor. Kusursuz bir sistem değil bu; zira sonunda, nihai oylamada hissedarlar baskın çıkıyor ama bu sistem birçok şekilde iyileştirilebilir. Ve bu sistem, yüz kişinin hissedarların oy hakkını elinde tuttuğu sisteme nazaran çok büyük bir farklılığı temsil ediyor.” (29 Eylül 2020 - Le Monde. Çeviri: Haldun Bayrı)

Ne müthiş bir “demokratik sosyalizm” ama!

Kapitalizm çaresizdir. Bizim ülkemizde de aynı hikâye geçerlidir; ekonomide Korkut Boratav Hoca’nın dediği gibi “Değişkenler arasında tutarlılık arayan ekonomik eleştiri artık abestir. Mizah zamanı gelmiştir.” (sol.org.tr.) Sağcı ittifak açısından cumhuriyet yerine köktendinciliği egemen kılmakta zorlanmak ve fikren iktidar olunamadığını dile getirmek gibi önemli sıkıntılar da, hikâyenin beklenen mutlu sonla bitmesinin önünde engel. Muhalefetin meşruiyetçi, zeminin nereye doğru kaydığını görmezden gelen tutumuna rağmen iktidar zor durumda; Kemal Can’ın dediği gibi iktidar muhalefet karşısında değil, gerçekler karşısında kaybediyor. Ama devreye etkili tutarlı bir muhalif itiraz, -ki seçenekleri çokçadır- girmedikçe, gerçekler iktidar değişikliği için yeterli olmayacaktır.

Gittikçe genişleyen işsizlerle birlikte işçi sınıfı, gelirleri her gün biraz daha düşen, sosyal güvencelerini yitiren devlet memurları, hızla işlerini yitiren şirket elemanları, banka memurları, yoksul köylüler, kriz koşullarında kredi borçları altında ezilen çiftçiler, esnaf tümüyle halk sınıfları açısından belirsizliğin anlamı ise örgütlenememekten, siyasette ağırlığını koyamamaktan, baskılar karşısında yeterli ölçüde siyasi tepkileri örgütleyecek entelektüel çabadan yoksun olmaktan kaynaklanıyor. Oysa demokratik kitle örgütlerinin, meslek kuruluşlarının, hareketli kadın hareketinin, yaygınlaşan ve üst düzeye çıkmış bilinçli bir hareket haline gelmiş çevrecilerin birikimi sol siyasi partilerin birlikte davranabilmesinin önünü açacak düzeydedir.

Ama bu yeterli değildir, inanmak da gerekir. Ne diyordu Füruğ Ferruhzad? “Ben maviye inanırdım/Boynumdaki yorgun damarların mavisine/Beyaz dalgaları omuzlayan deniz mavisine/Denizin bittiği yerde başlayan göğün mavisine...”

***

İki dünyanın yaşadığı belirsizlikler, nedenleri ve sonuçları açısından farklıdır. Çözümleri birbirinin tersini gerektirdiği için de, biri diğerine mahkûm küresel ya da ulusal bir sorun gibi değerlendirilmeleri yanıltıcı olur. Ne yazık ki muhalefet partileri bu türden bir tuzaktan kendilerini kurtarmakta zorlanıyorlar. Sistemin belirsizliği giderme ihtimali zayıftır. Halk sınıfları açısından başarı ise koşulların olumlu seyrine, iktidarın yönetmekte zorlanmasına, belirli bir nesnelliğe dayanacak çabaya bağlı olarak henüz oluşmamış siyasi öznenin yaratılmasıyla mümkün olabilecektir. Burada sorun, iktidarı köşeye sıkıştırmış olan gerçeklerle halk sınıflarının siyasi hareketinin buluşup buluşamayacağıdır. Bu sorunun çözümü ise solda ortak hareket imkânlarının zorlanmasına, en geniş, “armudun sapı üzümün çöpü” demeden değişimde ısrarlı tüm siyasi güçlerle önü açık kısa bir iktidar programında anlaşılmasına bağlıdır. Sosyalist sol, bu rotanın itici gücü olabilecek potansiyele, entelektüel kapasiteye sahiptir.

Ne diyordu Füruğ?

“Denizin bittiği yerde başlayan göğün mavisine inanırdım/Bir de ensemdeki dövmeye.../Kuş ölür sen uçuşu hatırla”

Belirsizlik geçicidir, aşılır, yeter ki sen uçuşu hatırla...