Lise bahçelerinden aylardır protestolar yükseliyor. Öğrenciler proje ilân edilen okullarından öğretmenlerini uğurluyor. İsyanları da hüzünleri kadar büyük. Onlar “öğretmenime dokunma” diye bağırdıkça, iktidar daha fazla baskı ve TOMA ile karşılık veriyor. ‘Başarılı okulları daha başarılı yapmak’ için polis zorunu tercih eden hükümet, dindar ve kindar nesil yetiştirme programının içeriğiyle ilgili bilgileri de okulların ‘değerler eğitimi’ panolarından duyurmaya başlamış. Misal, Etiler Anadolu Lisesi öğrencileri koridorlarında gelip giderken “Nasuh tövbesi” başlıklı bir hikâyeyle, kadınları taciz eden bir erkeğin tövbe ederek yakalanmaktan nasıl kurtulduğunu öğreniyormuş. Kadın kılığına girip hamamda tellallık yapan erkek tam kimliğinin ortaya çıkacağı an, tövbe ederek rezil rüsva olmaktan kurtuluyor ve hamamdan bir daha geri dönmemek üzere çıkıp gidiyormuş. Yeni Türkiye’nin yeni değerleri okul panolarında işte böyle ışık ışık yanıyormuş!

Öğretmenlerinin sürgün edilmesini, atanmış müdürlere sırtlarını dönerek protesto eden liseliler yeni öğretim yılına OHAL ile girdi. Ocak 2016’da toplumsal barışın tesisini talep eden bir bildiri paylaşarak, ‘savaş zamanı barış talep etmek’ gibi, devletin terörize etmekten hiçbir zaman çekinmediği bir adım atan Barış İçin Akademisyenler, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” dedikleri günden beri atılmaktan istifaya zorlanmaya, soruşturmadan hapse girmeye kadar çeşitli şekillerde cezalandırılıyor. KHK’lerle ihraç edilen 44 barış imzacısı öğretim üyesiyle devlet ve vakıf üniversitelerinden işten çıkarılan akademisyen sayısı 93’e ulaştı. Onlarcası görevden uzaklaştırıldı, istifaya veya emekliliğe zorlandı. Yüzlercesi hakkında disiplin soruşturması başlatıldı. 41 akademisyen gözaltına alındı. 4’ü tutuklandı. Barış talebi suç sayıldı, yargılanıyor. Özetle, barıştan, özgür düşünceden yana olan hocalarımız için 2016 başından beri üniversitelerde OHAL yaşanıyor.

Resmi OHAL ilânıyla tablo daha da karardı. Akademik özgürlüklerin iğdiş edildiği; hocaların, onca yıllık birikimi göz ardı edilerek, sırf muhalif diye atıldığı; 8 Mart’ta stant açan öğrencilerin okuldan uzaklaştırıldığı bir vaziyet içindeyken Cumhurbaşkanı Erdoğan, rektörlük seçimleriyle ilgili yeniden usul tartışması başlattı. İlk kez Ağustos ayında AKP tarafından gündeme getirilen, ancak muhalefetin tepkisi üzerine geri çekilen teklifte, devlet üniversitelerinde rektörlerin YÖK tarafından önerileceği ve 3 aday arasından Cumhurbaşkanı’nın seçim yapacağı ifade ediliyordu. Önerge akademik yıl açılışında bizzat Erdoğan tarafından yeniden gündeme getirildi. Rektörlük seçimlerinin üniversitelerde kişisel kırgınlık ve kaosa neden olduğu gerekçesiyle atama sistemi en doğru seçenek olarak sunuldu. Hali hazırda aldığı oya değil, iktidara yakınlığı göz önünde bulundurularak yapılan atamalarda göstermelik bile olsa oya dayalı usul Erdoğan’ı rahatsız etmişe benziyor. YÖK başkanı Yekta Saraç’ın böyle bir yasal düzenlemenin akademik camiadan da büyük destek göreceğini ‘müjdelemesiyle’, gelmiş geçmiş sağ iktidarlar için neden 12 Eylül kurumları içinde YÖK’ün ayrı bir yeri olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz.

Lise ve üniversitelerin içini boşaltan anlayış kepçeyle memleketin geleceğine dalıyor. Okul panolarında tacizin tövbe yoluyla meşrulaştırıldığı bir ülkenin başarılı gençleri, bilgi çağında düşük teknoloji üretimine saplanıp kalmaya razı mı olacak dersiniz? İktisadi ve kültürel gelişmişliği hangi değerler üzerinden yakalamayı hayal ediyor iktidar? Türkiye büyük bir beyin göçünün arifesinde. Bilimsel ve sanatsal üretimi hayli kısıtlanmış insanlar bugün birer ikişer, yarın beşer onar yollara dökülecek. Belki de bu kez, yurt dışında edindikleri bilgi ve birikimleri bir gün dönüp ülkelerinde aktarma fikrinden de hayli uzaklaşmış olarak... Uluslararası Eğitim Enstitüsü tarafından kurulan Bilim İnsanı Kurtarma Fonu direktörü Sarah Willcox, son günlerde Türkiye’den gelen başvuru sayısını “eşi benzeri görülmemiş” olarak tanımlıyor. İngiltere merkezli Risk Altındaki Akademisyenler Konseyi’nin verdiği bilgiye göre, haftalık başvurularda başı çeken ülke, 5 katı bir artışla yine Türkiye! Hitler’in faşist rejiminden Türkiye’ye kaçan yüzlerce Yahudi bilim insanı ülkenin akademik ve kültürel gelişimine büyük katkı sağlamıştı. O gün bilime ve sanata kucak açan bir ülkeyken, bugün her ikisine düşman bir ülke haline gelmiş olmak ne büyük, ne tarifsiz bir acı.