Muhalefet tribünlerinde “ilk seçimde gidecekler” nidalarının yükseldiği şu günlerde seçimi beklemeden çoktan giden bir şey var: Laiklik. “Mahcup” laiklerin bir kısmı “gidenin” arkasından bir tas su dökmekle yetiniyor, bir kısmı ise fincancı katırlarını ürkütmeme bahanesiyle laikliği ağzına almaktan köşe bucak kaçıyor.

Kamusal yaşamın hâkim dini yorumlara ve kendini çoğunluk olarak gören İslamcıların tahakkümüne göre dizayn edilmesinde bugüne kadar iktidar her fırsatı değerlendirdi, değerlendirmeye de devam ediyor. Üstelik bu yöndeki çabalar, öyle cilanın döküldüğü 2013 yazında ya da 15 Temmuz sonrasında başlamadı. AKP’nin “liberal dönemi” olarak alkışlanan yıllarda küçük ama “kararlı” adımlarla kamusal hayata Sünni İslam “ayarı” çekiliyordu. Fiili yasaklar tedavüle girmiş, kariyeristler “Müslümanlığını” kanıtlayarak ortama ayak uydurma yarışına çoktan girmişti.


2012’de rock grubu Red Hot Chili Peppers’ın Santral kampüsündeki konseri öncesi dönemin Başbakanı Erdoğan’ın talimatıyla konser alanında içki içilmesinin yasaklandığı iddia edilmişti. Yabancı basın bu yasağı, uzun dönemli bir İslamlaştırma politikasının bir parçası olarak gündem yaptığında Türkiye’deki kimi “laik” iktidar destekçileri “yok canım, o kadar da değil” diyordu. Ardından tüm kampüslerde içki satışı, öğretim üyelerinin kullandığı sosyal tesislerde içki servisi yasaklandı, zamanla diğer sosyal tesisleri de içine aldı. Ana akım siyasetin her daim gücün yanında mevzilenen “laik” mensupları sessiz kalmayı tercih etti; olsun varsındı, “vesayet” ile savaşırken böyle şeyler sineye çekilebilirdi.

TOPYEKÛN SALDIRI

Yıllar geçtikçe laik yaşama müdahale “ince ayarların” ötesine geçip topyekûn saldırı biçimine dönüştüğünde, olup biteni çoktan kanıksamış bir düzen muhalefeti oluşmuştu. O muhalefet, cumhuriyet yurttaşı yerine “mümin yurttaş” monte edilirken sosyalistlerin uyarılarına dudak büküyor, sağcılardan oy toplama yarışına giriyordu. Onlar dudak büktükçe arkası kesilmedi. Pandemi sırasında keyfi içki satış yasağı ya da tüm Covid önlemleri kaldırıldıktan sonra devam ettirilen gece 12 sonrası canlı müzik yasağı “bangır bangır” anlatıyor birçok şeyi anlatmasına ama duymak istemeyen duymuyor, “aman huzurum kaçmasın” diyerek kulağının üstüne yatıyor.

Bir okul müdürü çıkıyor, kızlar-erkekler ayrı sırada otursun diye talimat veriyor. Tepkiler üzerine görevden alınıyor. Sonra hemen müdüre “destek eylemi” örgütleniyor, ardından jet hızıyla görevine iade ediliyor. Bir diğeri “çeşitli mazeretlerle” oruç tutmayan öğretmenlerin ve personelin mutfakta yemesi talimatını veriyor. İdarecinin zihninde öğretmenin “mazereti” olmadan oruç tutmama gibi bir seçeneği yok çünkü. Üstelik öğretmenlere, “ulu orta” yiyen öğrencileri uyarma vazifesi de biçiliyor. Ülkenin toplumsal-kültürel ilişkileri içinde oluşmuş insani erdemleri hiçe sayarak, talimatla “dikkat ve saygı” tesis etmenin ne anlama geldiğini bilecek kadar siyasal İslam’ı tanıyoruz. Bildiğimiz bir başka şey daha var, tanık olduğumuz örneklerin hiçbiri münferit değil.

İSLAMCI HEP MAĞDUR

Ramazanda öğle yemeği yiyecek personele “misafir ücreti” belirleyen üniversite idaresinin de, öğrencisine “kantin dışında yeme” diyen müdürün de beslendiği kaynak aynı. Hepsi sırtını iktidara dayamış, devletin zirvesinden “aferin” bekleyerek vites yükseltiyor. Bu “cesareti” kendinde bulan sadece kimi kamu görevlileri de değil, toplu taşımada ya da içkili mekânların etrafında boy gösteren tebliğciler de İslamcı kuşatmanın birer parçası. Düzen muhalefeti laikliği yok eden uygulamalara politik hesaplarla ses çıkarmaktan kaçınırken, tebliğcileri aklamak da bazı liberallere düşüyor. Konforlu seküler yaşamlarından tebliğcilerin “diskur çekme özgürlüğünü” cansiperane bir biçimde savunuyorlar, kendi mahallelerinin direnişine laf sokarak “demokratlık” kanıtlamaya çalışıyorlar. Ama iş tarikat yurtlarında özgürlüğü yok edildiği için intihar eden gençlere, dayak yiyen çocuklara, oruç tutmadığı için dövülenlere geldiğinde aynı cevval tavrı göstermiyorlar. Ne de olsa onlara göre İslamcılar hep “mağdur”, “çoğunluğum” diyenin tahakkümü de demokrasi…

Eski İslamcılardan laiklik uyarısı alacak kadar “geri basan” bir muhalefet, İslamcı kuşatmayı delebilir mi, orası meçhul. Ancak “mahcup” laiklerin hatırlaması gereken bir şey var, o da iktidarın fiili İslamcı düzeniyle hesaplaşmanın yalnızca AKP’nin iktidardan uzaklaştırılmasıyla mümkün olmadığı. Yıllardır İslamcılara stepne görevi yapan, iktidardan pay almak uğruna demokratik yurttaşlığın ve laikliğin altını oyan işbirlikçilerin akıl hocalığını reddetmeden yeniyi kurmak imkânsız.