Öyle bir seçim ki, sandıktan çıkan sonuç kimini coşku ve mutlulukla sokağa dökerken, kimini küskün, yılgın ve umutsuz hissettirdi. Nicedir cenaze evinin yanında düğün yapacak kadar birbirinden uzaklaştırılıp yabancılaştırılan insanlar, bugün sevgi ve nefret arasındaki o derin uçurumun iki yanından birbirlerine bakıyor. İktidarlığı döneminde yaşanan katliam, yolsuzluk ve cinayetlerin sorumluluğunu almamış, soruşturma ve yargı süreçlerinde gereken şeffaflığı sağlamamış bir partiye giden ve tek başına iktidar vizesi sağlayan milyonlarca oyun, emek ve özgürlükten yana mücadele eden insanlar üzerinde yarattığı düş kırıklığını anlamak zor değil. Enseyi karartmanın da acayip bir yanı yok. Neticede insanız. Düşer kalkarız.
• • •
Ancak kalktığımız yerden yeni şeyler söyleyerek devam etmeli, içinde bulunduğumuz durumu, serinkanlı bir şekilde tahlil edebilmeliyiz. Yakıcı da olsa, gerçeğin iyileştiriciliğini ve yol göstericiliğini unutmamak gerek. Muhalefet, insanların neden “çalıyor ama hizmet veriyor” diyerek yolsuzluğu sıradanlaştırdığını; kendi yoksulluğuna kader deyip başkasının zenginliğini hak saydığını; açlık sınırının altındaki maaşıyla çayına katık bulamazken, kapısına yaklaşamadığı 1000 odalı sarayla “güçlü devletin sembolü” diye neden gururlandığını; hep ‘bir bilene’ sorma refleksini tetikleyen özgüvensizliğini; insanını yaşat(a)mayan devlete neden kutsiyet atfetmekten vazgeçmediğini anlamak ve bu doğrultuda çözüm üretmek zorunda.
• • •
Bunun yanında, AKP’nin yüzde 10’luk bir sıçramayla tek başına yeniden iktidara gelişini büyük bir zafer olarak yorumlarken ihtiyatlı olmak lâzım. Zira, 7 Haziran ve 1 Kasım arasındaki o beş ayı, yüzlerce insanın öldüğü iki büyük katliam yaşayarak ve şehirlerin abluka altına alınıp, partilerin miting yapamaz hale geldiği güvenlikten yoksun bir savaş atmosferinde geçirdik. 7 Haziran’da tek başına iktidar olamayan AKP’nin “millet kaosu seçti” saptamasından sonra meydana gelen olağanüstü koşulların gölgesinde ve aklı başında herkesin gördüğü gibi eşit ve demokratik uygulamalardan yoksun bir şekilde yürütülen seçim süreci, 1 Kasım’da sandıktan tek başına çıkan AKP’nin “artık ülkemize şehit gelmeyecek” müjdesiyle son buldu. Çatışmasız bir ortamda gidilen 7 Haziran seçiminin sonucunu ekonomi ve başkanlık, 1 Kasım’ın sonucunu savaş ve kaos belirledi.
• • •
“Biz gidersek beyaz Toroslar gelir, kömür biter, iş bulmak zor olur, yatırımlar durur, bütçe yürütülemez, insanlar maaş alamaz... Gördünüz, 7 Haziran’da koalisyon kuramadılar... Biz gidersek her şey kötü olur.” AKP’nin, ülkesi kan gölüne dönen halka vaatleri buydu. Karşılık buldu. Başta MHP’nin irrasyonel tavrının sebep olduğu üzere, muhalefet bir istikrar alternatifi olarak görülmedi. Hasılı, olası bir AKP-MHP koalisyonunun sandıktan birleşerek çıkan sonucuyla karşı karşıyayız. AKP, özgür basının gırtlağına basarak Türkiye sağını, iktidar olarak sorumluluğunu unutturmayı başardığı kaos ortamından çıkarabilecek tek gücün kendisi olduğuna ikna etti. Başbakan Davutoğlu, “Ankara Katliamı’ndan sonra oyumuz arttı” diyerek seçmenine ‘başarının’ ayak seslerini duyurmuştu.
• • •
Beklenen odur ki, seçim sonuçlarının düğün ve cenaze evi olarak ikiye böldüğü Türkiye’de, yüzlerce insanın ölümüne neden olan savaş ortamında sandıktan tek parti olarak çıkan AKP, enerjisini, toplumu kutuplaştırmak için değil, birleştirmek için kullansın; demokratik ve özgürlükçü bir tutum sergilesin... Ancak karne zayıf, balkon kucaklamaları denendi, artık inandırıcı değil. Çözüm süreci, sansür, dış politika, IŞİD, ekonomik gerileme... çözüm bekleyen bu kadar mesele varken söylenip küsecek zaman değil. Acısını, acemice sıktığı sol yumruğunun içine mühürlemiş annelere barış sözümüz var. Bugün dünden zor. Daha çok çalışacağız. Haktan yana olanın başını önüne eğdirebilecek biri yoktur dünya üzerinde.