Kimin lafıydı hatırlamıyorum, bir yerde şöyle bir şey okumuştum: “Kuşkucular her zaman eski idealistler arasından çıkar.” Yakınlarda kaybettiğimiz Celil Oker’in unutulmaz hafiyesi Remzi Ünal da, “emekli idealist” diyebileceğimiz bu kategoriye giriyordu. Yazarın ilk romanı Çıplak Ceset’i bitirip kitabın kapağını kapattığımda, bundan sonra yazacağı her şeyi okuyacağımı biliyordum. Remzi Ünal daha ilk sahneden beni tavlamıştı. Serinin […]

Kuşkucular, idealistler ve hazırcevap kadınlar

Kimin lafıydı hatırlamıyorum, bir yerde şöyle bir şey okumuştum: “Kuşkucular her zaman eski idealistler arasından çıkar.”

Yakınlarda kaybettiğimiz Celil Oker’in unutulmaz hafiyesi Remzi Ünal da, “emekli idealist” diyebileceğimiz bu kategoriye giriyordu. Yazarın ilk romanı Çıplak Ceset’i bitirip kitabın kapağını kapattığımda, bundan sonra yazacağı her şeyi okuyacağımı biliyordum. Remzi Ünal daha ilk sahneden beni tavlamıştı. Serinin bütün kitaplarında tekrar edeceği şu girizgahtan da anlaşılacağı üzere, o da bütün görmüş geçirmiş detektifler gibi biraz melankolik, bolca kuşkucu ve mükemmellikten oldukça uzak biriydi:

“Remzi Ünal…Şu, Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendisine saygısı olan hiçbir ‘frequent flyer’ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf charter şirketlerinde bile tutunmayan, sayenizde MS Flight Simulator’ın Cessna’sını bile adam gibi indirmekten aciz eski pilot, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal…”

Remzi Ünal polisiyeleri Çıplak Ceset’ten sonra tam gaz devam etti. Celil Oker, mesleğe geç atılmış birinin iştahıyla (şimdi düşünüyorum da, sanki aramızdan erken ayrılacağını biliyormuş gibi), birbiri ardına sekiz roman daha yazdı. Remzi Ünal, bu romanların hepsinde karmaşık olayları çözdü; uyuşturucu çeteleriyle mücadele etti, futbol ve moda dünyasının içine girdi, borsa camiasının sırlarını ortaya çıkardı, ya da Son Ceset’te olduğu gibi iktidar partisinin bir ilçe başkanının etrafında dönen entrikalar vasıtasıyla siyaset dünyasının kirli yüzünü okuyucuya gösterdi. Bunlarla uğraşırken, kimi zaman yumruklarını ama çoğu kez zekasını konuşturdu, az dayak attı, bol dayak yedi, haftanın üç günü aikido yaptı, arada polisiye kitaplar okudu, bilgisayar oyunları oynadı ve bolca Moğollar dinledi.

Celil Oker, kendisine örnek aldığı Amerikan usülü “hard-boiled” (sert, gözüpek) polisiye türünün klişelerini maharetli bir şekilde kullanmasının yanı sıra, Türkiyeli okuyucuya çok inanılır gelen tipler yaratmaktaki başarısı nedeniyle de eleştirmenlerden defalarca övgü aldı. Gerçekten de, özellikle küçük karakterleri birkaç fırça darbesiyle çiziverme becerisi ve İstanbul’u yıkık dökük viranelerinden tutun da AVM’lerine kadar inanılmaz bir canlılıkta resmetmesi, bu romanlarının en kuvvetli tarafıydı.

Yine de bana Remzi Ünal polisiyelerini merakla bekleten şey bunların hiçbiri değildi. Yani bunlar da vardı elbette, ama asıl şey başkaydı. Ben, ilk defa Bin Lotluk Ceset’te karşımıza çıkan ve Remzi Ünal’ın katı yalnızlığını bozacağı daha başından belli olan Yıldız Turanlı’ya tutulmuştum. Hatta, bu ikisi arasındaki ilişkinin kitaplar boyunca arka planda devam eden hikayesini, cinayetlerin çözülmesinden daha çok önemser olmuştum.

Yıldız Turanlı, bu seri romanlarda karşımıza çıkan diğer kadınlara benzemez. Zayıflıkları vardır ama zayıf değildir, endişeleri vardır ama korkak değildir. Güzeldir ama dişiliğini kullanmaya tenezzül etmeyecek kadar özsaygısı olan biridir. Dahası akıllı, muzip ve hazırcevaptır. Lafını sakınmayan, zekâsını gizlemeye gerek duymayan ve hınzırca flört eden bu kadına hayranlık duymamak mümkün değildir. Remzi Ünal da benimle aynı fikirde olsa gerek ki, ilk karşılaştıkları andan itibaren, gözlerini ondan alamaz. Üstelik koşullar da bayağı berbattır. Detektif, kadının Ulus’taki evine uygunsuz bir zamanda gelmiş ve ona arkadaşlarından birinin öldürüldüğü haberini vermiştir.

“Bir elinde sigara, bir elinde kahve arkasına yaslandı.

“Tunç değilsiniz, polis de değilsiniz,” dedi. Kahvesinden bir yudum alırken gözlerime baktı cevap bekler gibi.

“Özel dedektifim,” dedim.[…]

Kahvesinden bir yudum daha aldı.

“Özel dedektiflerin sorularına cevap vermek zorunlu mu?” dedi sonra gözlerindeki parıltı biraz daha artmış olarak.

“Hayır,” dedim. “Yasaya bakarsanız herhangi bir soru sormaya bile hakkımız yok.”

“Yasaları çok takan birisine benzemiyorsunuz,” dedi Yıldız Turanlı.

“Kendi yasalarım var,” dedim.”

Bu ilk sahneden de anlaşıldığı gibi, Yıldız Turanlı, öldürücü cazibesi ile erkeklerin aklını başından alan kara roman kadınları gibi zekice “kelime düellolarına” girmekten çekinmez. Fakat onların aksine güven uyandıran, tutarlı ve sevilesi biridir. Celil Oker, geleneksel polisiyenin bu meşhur kadın tipini örnek almışsa bile, onu bir yarı-tanrıça olmaktan çıkarmış ve yere indirip insanlaştırmıştır. Telaştan ne yapacağını bilemediği için, ince geceliğinin üzerine geçiriverdiği eşofmanı ve onun altından görünen kırmızı çoraplarıyla hepimiz gibi biridir, Yıldız Turanlı. Halının üzerine bağdaş kurarak oturur ve elinden hiç bırakmadığı Gauloise’ını tüttürerek konuşur.

Remzi Ünal dengini bulmuştur. Bin Lotluk Ceset’te ikisi birlikte akıl yürüterek, çokça tartışıp bazen anlaşarak, cinayeti çözer ve hikayeyi nihayete erdirirler. Başarıya ulaşmalarında klinik psikolog olarak çalışan Yıldız Turanlı’nın büyük bir payı vardır. Çünkü mesleki becerileri sayesinde, birinin yalan söyleyip söylemediğini kolayca anlar. Hikayenin sonunda bindikleri küçücük asansörde, Remzi Ünal kadınların asla dikkatini dağıtamayacağını söyleyince, “Tanıdığım insanların arasında yalan söyleme eğilimi en yüksek olan sensin,” der ona Yıldız Turanlı. Bunu duyunca, roman boyunca süren bu cilveleşmenin başka hikayelere doğru devam edeceğini anlarız.

Celil Oker, yalnız ve kuşkucu karakteri Remzi Ünal’ı böylece Yıldız Turanlı’nın mutluluk vaat eden varlığına teslim eder. Romanların asıl meselesini oluşturan kötülük ve suç hikayelerinin arka planına bir aşk hikayesi yerleştirerek, orta yaşlı bu pilot eskisinin, uzun süre önce kapattığı defteri açmasını ve jübile yaptığı sahalara son bir tur daha atmak için geri dönmesini sağlar.

Biz de böylece karakterimizin idealizmden tümüyle “emekli” olmadığını fark ederiz. Hikayenin ne kadar süreceği, bu yakınlığın her şeye ilaç olup olamayacağı belirsizdir. Yine de sadece suçun cezasını bulması beklentisiyle değil, aşkın kedere galip çıkacağı umuduyla da okuruz Remzi Ünal polisiyelerini. Bunun için de ayrıca bir güzeldir hepsi.