Her yaştan yalnız kadınlar, yalnız erkekler geldi boş masalara. Dudak kıvrımlarında kalmış eski öpüşler, günahla sevda arasında duygularla, sinsi bir uçuk gibi saklı duran

Kuşlar ürkmesin

YASEMİN YAZICI

Camın önündeki pervaza ilişmişti kuşlar. Ürkmesinler diye konuşmuyorduk. Kentin gürültüsüne alışkındılar belki, biz yine de onları kaçırmaktan korkuyorduk. Birbirine sokulmuş iki tombul kuş, denize dönmüşler yüzlerini. Gözlerimiz onlarda...

İkimiz de eski günlerdeki gibi, birer sigara içebilirdik; bırakmış olsak bile. Sigara içmek yasaktı. Hanfendi çayınızı yenileyim mi, dedi garson. Kırık cümleler kuruyordu. Savaştan kaçırılmış, genç bir çocuktu birkaç yıl önce. Bir mülteci. Elimizle işaret ettik. İstemedik. Kuşlar ürküp kaçabilirdi, suskunduk. Çalan melodi bildiğimiz dilde değildi. İçerideki uğultulara karışmasa, dinlemekten zevk duyardık. Örtülü örtüsüz genç kızlar, genç erkeklerin gözlerine bakıyordu, zamane giysileriyle. Biz göz göze gelip parkalarımızı anımsadık. Yıllar sonra siyasetin de modayla ne kadar benzeştiğini konuşmuştuk saatlerce. Bir çay bahçesinde. Yine denize bakan. Tahta iskemleleri olan, eski yüzlü bir yerdi. Denize doğru durmayı severdik. Ufuk düşlerimizi bezerdi ışıklarla, ta uzakta. Ruhumuz dinlenirdi. Aklımızda birbirinin üzerinde yol alan düşünceler. Çaylarımız soğurdu dalgınlığımızda. Martı seslerini gördüğünü yazdığında içeriden. Aklıma ufka doğru uçan martılar gelirdi, o sinirli gülüşleriyle. Gözlerim yaşarırdı içim sıra. Oturduğum yerden ufka bakarak.

Kuşlar kuğuruyor, iç konuşmalar gibi cam önünde. Sırtlarındaki gri tüyler, düzenli dizilmiş, şık bir giysi. Kanatlarındaki pastel renklerse, desenli şallar gibi; uçarken gerilen.

Ürkmesinler, ne kadar çok konuştuk zaten. Yıllardır. Sözcükler, sözler dinlensin biraz. Sessizlik de anlatabilir her şeyi... Sözün geçmediği zamanlarda, sözün tutuklandığı zamanlarda... Sessizlik kardeşidir sözün, biraz keskin eslenir zamana, susku dinleniş olabilir daha güçlü sözlerde birleşebilmek için.

Gülümsedik birlikte aklımızdan geçenlere. Kuşların mutlu seslerini dinleyerek. Sonra gökyüzündeki martıları izledik. İnsanlık demiştin, kuşların özgürlüğüne hayran, onca metal kuş yaptı onlar gibi uçabilmek için, yine de zihnindeki sınırları aşmasını bilmiyor. Hep pike yapmanın cakasında ölüyoruz bedenlerimizden önce. Kalbime çarpan sözlerini, duyumsamıştım iliklerime dek. Unutamam.

Birden öpüşüverdi kuşlar camın önünde. Elini tuttum, masanın üzerinde öylesine bıraktığın elini. Sıcaktı bir öpücük kadar. Utançlı öpüşmelerimizi anımsadım. Kaçak, kuytuda; dışarıda. Odamızda olmadığımızda. Cinselliğin, yemek yemekten öte bir şey olmadığını savunuyorduk masalarda. Kuşlar gibi bir türlü sevişemiyorduk, tutunduğumuz dallarda. İçerisinin dışarısından farkı yok dediğimiz anlarda, her türlü haklı sorularımızın haksızlık yapılmış yanıtları vardı. Ne çok boş söz birikti, süpürülmeyi bekleyen sokaklarda… Zihnimizin çalılarını toplayıp gelsek mi, duygularımızın tumturaklı sopalarına takıp, temizlesek, arınsak mı? diye düşündüm. Anladın. Elimi öteki elinle daha sıkı kavradın. Suskumuz biriktirebilir mi bu kadar gücü içimizde. Sorularımı yakalayıp havada, bir kuş gibi gaganda taşıyıp yanıtlar bulmaya gidişini özledim. Duraksadın. Öpüşmeyi bırakmış kuşlara bakıp.

Her yaştan yalnız kadınlar, yalnız erkekler geldi boş masalara. Dudak kıvrımlarında kalmış eski öpüşler, günahla sevda arasında duygularla, sinsi bir uçuk gibi saklı duran. Akıllı telefonlarına gömülmüş başları. Sanal olsa da, değişen ne var iç dünyamızda diye, sorular takılmış internet hatlarına, görünmez. Şimdikiler bilmez, ama eskiden telgraf tellerine dizilirdi kuşlar. Resimler eskiyor, zaman solgun pozlarımızla yenilerken kendini. Zamandan geçiyoruz resimlerimizle, basılı, basılmamış, ekranlara saklanmış… besleyerek zamanı, doğru dürüst yaşayamadığımız dünyanın topraklarında, kan akıtıcıların yolunu kesemedik, yeterince direnemedik… nedir bizi kıran şey?

Hanfendi çayınızı yenileyim mi dedi, genç garson çocuk. Sigortası var mı? Yarını var mı? Evine nasıl gidiyor? Evi var mı? Sorulamaz sorular var hayatta. Sorduğunda yanıtından korktuğun.

Bak, kuşlar da uçup gitti.

Bir çay daha içer misin?