2008’in tezahürü rejimlerle boğuşurken, şimdi Covid-19’un yarattığı yeni eşitsizlikler ve küresel sermayenin yeni ihtiyaçlarının şekillendireceği, yeni siyasal sonuçları deneyimleyeceğiz. Burada bizim hesabımıza da bir pay düşüyor elbette.

Kusursuz bir hoşnutsuzluk fırtınasına hazır olun
Dünya genelinde açlığa, yoksulluğa ve zorba sistemlere karşı halklar ayaklanıyor. (Fotoğraf: İHA)

“Dünya çapında kusursuz bir hoşnutsuzluk fırtınasına hazır olun.” İki asırlık küresel sigorta tekeli Allianz, şirketleri uyarmak amacıyla hazırladığı son raporunda böyle söylüyor. Küresel çapta bir ‘yaşam maliyeti krizi’nden bahsediyor. Raporun esas derdi ise bunun siyasal sonuçlarının neler olabileceği ve nasıl yönetileceği.

Sermayedarlar çoğu zaman, onların adına konuşanlardan daha açık bir bilince sahiptir. Muhayyel bir demokrasi, hukuk, siyaset, ekonomi vb. üzerine tartışmak yerine; kapitalizmin o anki gerçeğinden hareket ederler; esas olarak da kapitalizmin yıkıcılığının sonuçlarını yönetme biçimlerine kafa yorarlar. İşte Allianz’ın önümüzdeki dönemde en az 75 ülkede siyasal istikrarsızlığın ve sivil huzursuzluğun yaşanacağını tahmin ettiği raporu da böylesine bir berraklığa sahip.

Peki Allianz’ın raporuna göre, küresel kapitalizmin gerçeği şu anda nedir?

SİVİL HUZURSUZLUK, TERÖRİZMDEN TEHLİKELİ!

“Yaşam Pahalılığı Krizi ve Sivil Huzursuzluk” başlıklı raporu, Terör ve Siyasi Şiddet Bölümü’nün kıdemli yöneticisi Martin Tietz ile Kriz Yönetimi Başkanı Scran Todoroviç hazırladı. Geçen hafta yayınlanan raporun temel sorusu şu: Covid-19 ile başlayan büyük çözülme, ne tür siyasal ve toplumsal sonuçlar doğurur? Verilen yanıt son derece açık: Sınırları, ideolojik bağlılıkları aşan; sosyal medyanın kontrol edilemez gücünü arkasına alıp kolayca yayılabilecek, yeni bir huzursuzluk dalgası geliyor.

Raporda yer alan tespitler ana hatlarıyla şöyle:

•Sivil huzursuzluk, birçok şirket için giderek artan bir şekilde terörizmden daha kritik bir sorun.

•Covid-19'un artçı sarsıntıları, yaşam maliyeti krizi ve dünya çapında toplumları bölmeye devam eden ideolojik değişimler göz önüne alındığında, toplumsal huzursuzluk vakalarının yakın zamanda azalması pek olası değil.

•Pandemi sırasında sosyal koruma sağlayabilen ancak şimdi yaşam maliyeti arttıkça bu harcama düzeyini sürdürmekte zorlanacak olan orta gelirli ülkeler riskin yüksek olduğu yerler.

•İşletmeler tetikte olmalı ve iş ve kişisel mülke zarar verme potansiyelini öngören ve önleyen gerilimi azaltma ve müdahale için net yollar belirlemeli.

Sosyal medyaya dair vurgular ise ayrıca önemli: “Sosyal medya ağlarının etkisi, protestocuları harekete geçirmede ve toplumsal huzursuzluğu yoğunlaştırmada artan bir rol oynamaktadır. Coğrafya da bir engel değil. Bazı demokrasiler istikrarsız hale geldikçe ve bazı otokrasiler muhalifleri ağır bir şekilde ezdiğinden siyasi şiddet tehditlerinin doğası değişiyor. Sosyal medya artık protestocuların hızla harekete geçmesini kolaylaştırdığından, huzursuzluk aynı anda birden fazla yerde ortaya çıkabilir.”

Özetle küresel sermayenin önceliği had safhaya ulaşmış ve en zenginler dışında toplumların tüm katmanlarını kuşatmış eşitsizliklerin yol açacağı siyasal istikrarsızlıkların nasıl yönetileceği. Bu basitçe yeni iktidar alternatifleri yaratıp, ona seçimle meşruiyet kazandırarak aşılabilecek bir mesele de değil. Pandemi sadece bir sağlık sorunu olarak görülmüyor. Hatta sağlıktan ziyade, küresel sermaye birikiminin kalbi olan tedarik zinciri ile ihtiyaç duyulan emek rejimi açısından yarattığı sonuçlar çok daha aciliyet arz ediyor. Tedarik zincirlerini istikrara kavuşturmakla, eşitsizliklere çare aramak arasında giderilmesi zor bir çelişki var. İkisini aynı anda başarmak pek mümkün değil.

Çünkü kapitalizmin geldiği aşamada belki de yıllara yayılacak bir çözülme, birkaç yıla sıkışarak olağanüstü hızlandı. Mesela; kapitalizmin tarihsel eğilimi olarak küçük mülkiyetin büyük mülkiyet lehine tasfiyesi, sınıflar arası servet transferleri, pandemiyle beraber eşsiz bir sürat kazandı. Bir zamanlar liberal demokrasinin kutsal halelerinden sayılan ‘orta sınıflara’ yönelik tüm dünyaya çöken matem havasının bununla bir ilgisi var. Ve onun da temsil kriziyle…

2008 krizinin yarattığı siyasi kutuplaşma ve ekonomik eşitsizlikler had safhaya ulaştı. O krizin sonuçlarına yönelik toplumsal reaksiyonların ürünü olan sağ popülist iktidarlar ve inşa ettikleri ‘ara rejimler’ eskisi gibi işlemese bile, onları var eden koşullar daha da radikalleşmiş halde hükmünü sürdürüyor. Haliyle popülizmin uyum kapasitesi sayesinde iktidarlar da aynı oranda radikalleşebiliyor. Mücadeleci ve örgütlü siyasal/kültürel birikime sahip Latin Amerika ülkelerinin henüz iktisadi yönü belirsiz, şimdilik siyasal alanla sınırlı alternatif yönelimleri dışında, 2008’in siyasal sonuçlarını bütünüyle aşabilecek bir yol henüz görünmüyor. Üzerine gelen pandemi, Rusya-Ukrayna savaşı, gıda ve enerji sorunları vs. tedarik zincirleri haritasını, yani uluslararası iş bölümünü değişime zorluyor. Zaten Allianz raporunun uyarısı tam da buraya dair işte. Yeni bir uluslararası iş bölümü kendini dayatıyor. Kapitalizmin tarihinden biliyoruz ki, iş bölümü değişirken aslolan siyasal istikrar, aynı anlama gelmek üzere emek rejiminin istikrarı ve güvenliğidir.

Özetle 2008’in tezahürü rejimlerle boğuşurken, şimdi Covid-19’un yarattığı yeni eşitsizlikler ve küresel sermayenin yeni ihtiyaçlarının şekillendireceği, yeni siyasal sonuçları deneyimleyeceğiz. Burada bizim hesabımıza da bir pay düşüyor elbette.

Çeyrek yüzyıllık bir iktidardan kurtulma umudunu, bir gece açılacak sandığa ve farklı siyasal aktörlerin kale kapısı gibi sapasağlam durmasına bağlamış Türkiye’ye bakarken, küresel koşullardaki bu değişimi ihmal etmemek lazım. Dünyanın gerçeğinden kopmuş “irrasyonel” bir iktidardan çok sık bahsediliyor ama muhalefetin o “rasyonaliteyi” ne derece yakaladığı da bir muamma hala.