Bizim kuşağın en müstesna yönetmeni Yüksel Aksu’nun masasında tanımıştım onu. Sessizdi, kambur oturuyordu ve biraz çekingendi.

Bizim kuşağın en müstesna yönetmeni Yüksel Aksu’nun masasında tanımıştım onu. Sessizdi, kambur oturuyordu ve biraz çekingendi. O zamanlar elinde dosyası uzun metraj filminin peşinde kapı kapı dolaşmakla meşguldü. Sonra Sinematek’i yeniden hayata geçirmek için canla başla çalışan Yücel Ünlü’yle, üstün yetenekli görüntü yönetmeni İlker Berke’nin masasında tesadüf ettik. Bu defa kıştı ve aradan geçen iki yıl içinde filmini çekmiş, şimdi önüne çıkan yeni engellerle boğuşmaktaydı. Ezel Akay’ın efsane şirketi İFR, yapımcısı olmuş ama şimdi unuttuğum nedenlerden dolayı film, montaj masasında yarım kalmıştı. Ahmet Uluçay, Yücel ve İlker çözüm üretmeye çalışıyordu o gün. Bir kaç ay sonra ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ filmi tamamlanıp da ilk gösteriminin ardından övgüler almaya başladığında, o son engelleri de aştığını anlamıştım. İçimde takdir hissinden çok imrenme belirmişti. Kütahyalı yoksul bir köylü çocuğu olan Ahmet Uluçay büyümüş, dünya çapında bir yönetmen olmuştu.
EN GÜZEL FİLM
İtiraf etmeliyim ki hayatımda izlediğim en güzel filmlerden biriydi. Üstelik İFR’nin en ‘fuzuli’ ve en sevimli çalışanı Fuzuli Caferof’la, üniversitedeyken en sevdiğim hocalarımdan olan Gülayşe Erkoç oynamışlardı filmde. Daha önce Nuri Bilge Ceylan’la çalışmış olan İlker Berke bir görüntü yönetmeninden çok, filmin ruhu olmuş, harika bir iş çıkmıştı ortaya.
Neticede Ahmet Uluçay, herkesi şaşırtmış, hiç beklenmedik güzellikte ve samimiyette bir film kotarmıştı. Erken dönem cumhuriyet köylüsünün hikâyeleriyle büyümüş bir kuşağa, aslında köylülerin neler yapabileceğini de kanıtlamıştı. Gazetelerde okuyup, televizyonlarda izlemişsinizdir zaten. Ahmet Uluçay’ın tek uzun metrajlı filmi karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak kırk ödül alıp, tüm dünyada festivallerini kasıp kavurdu.
Bazı filmler sizi yerden yere vurur, yıllar geçse de unutamazsınız, bildiğiniz bütün ezberler dağılır, yolda, dağda, derste, işte rastlaştığınız yeni olaylarda tekrar tekrar aklınıza gelir. O filmde iki köy arasında yaya yürüyerek giden çocukları unutmak mümkün mü? Ya da karpuz sergisini... Ya o köylü çocukların yapmaya çalıştığı makineyi... Peki ya o deniz özlemini... Köyün delisini, anaların oğul sevgisini, karşılıksız aşkı...
YÜREK MESELESİ
Sinemanın sadece para olmadığını, film yapmanın sadece bütçe oluşturabilmekten geçmediğini bize ekrar tekrar kanıtlayan Ahmet Uluçay, beyin tümörüne yenik düştü. Çok üzgünüz... Kütahya’nın o yoksul köyünde, kendi toprağını,  kendi hikâyesini anlatarak dünyayı kendine hayran bırakmış bir hayalperestti o. Hayallerinin peşini aslı bırakmayan, ardından süslü cümlelerle, iri kıyım laflar edilemeyecek kadar yüce biriydi. Farkındaysanız onu her övmeye çalıştıkça cümleler çuvalladı, tutuklaştı... Çünkü o yüzünde taşıdığı mahcubiyetle tüm dünyayı dize getirmiş bir antikahramandı. Türk sinema tarihinin en sürpriz ismiydi.
Kendi toprağını anlatarak aramızdan ayrıldı. Milliyet’ten Asu Maro’nun dediği gibi “Para değil yürek meselesini” bize en iyi anlatan biriydi o. Çünkü bir hikâyeyi hakkıyla anlatabilmek derin bir ‘yürek’ ister ki, o da bizim memlekette pek bulunmaz!
Işıklar içinde yat Ahmet Uluçay, yürekli Kütahyalı. El uzatılsa Anadolu köylüsünün ne harikalar yaratabileceğini bize bir kere daha kanıtladığın için sana olan minnet borcumuz hiç bitmeyecek. Güle güle.