Aslında ortada kutlanacak bir durum yok. Öyle olmaması için coşku, sevinç, övünç ve kıvanç veren zenginlikleri olurdu bu yıldönümünün. Ama önemli bir yıldönümü ve biz de bu yazı dizisiyle Almanya’ya Türkiye’den göçün çok yönlü, çok renkli, çok derin boyutlarını yansıtmaya çalıştık.

Kutlanacak bir şey yok!

Önce “kutlama” sözcüğünü hangi anlamlarda kullandığımızı hatırlayalım.

Bir anlamı şöyle: “Herhangi bir mutlu olgudan dolayı duyulan sevinci, o olguya erişen kişiye (ya da kişilere) söz, yazı ya da armağanla anlatmak.”

Bir diğer anlamı da şöyle: “Önemli bir olayın gerçekleşmesinin yıldönümü nedeniyle tören yapmak.”

Son zamanlarda “Almanya'ya Türkiye'den göçün 60’ncı yılını kutlamak”tan söz edenlerle karşılaşıyoruz sık sık, konuyla ilgili yayımlarda sürekli karşımıza çıkıyor. Resmi ağızlardan da duyuyoruz bunu.

Ortada “mutlu bir olgu” olmadığı için buradaki kutlama sözcüğü abartılı ve çelişkili algılara neden olabiliyor.
Sözcüğün ikinci anlamı kastediliyor muhtemelen.

Ama buradaki “önemli olay”ın “törenle kutlanması” için “coşku” ve “sevinç” ya da “övünç” ve “kıvanç” da içermesi gerekiyor. Gerçekten de Türkiye'den Almanya'ya işgücü göçünün başlaması “önemli bir olay”. Hem Türkiye ve Türkler için hem de Almanya ve Almanlar için. Ama bu “önem”in yanına coşku, sevinç, övünç ya da kıvanç kavramlarını getirmek de çok zor. Hem Türkiye kökenli göçmenler ve Türkiye açısından, hem de Almanlar ve Almanya açısından bu geçerli.
İş ve aş bulmak üzere binlerce kilometre uzaktaki bir başka coğrafyaya milyonlarca evladını göndermiş bir ülke açısından “kutlanacak” bir durum olamaz. İş ve aş bulmak üzere Almanya'ya gelen, bu ülkeye yerleşenler için de uygun değil bu kavram. Büyük çoğunluğu “iyi ki gelmişim” diyor, ancak buradaki buruk bir mutluluk var. Buradan bir “kutlama” çıkarmak da mümkün değil.

kutlanacak-bir-sey-yok-940869-1.

Alman tarafına gelince... Almanların büyük çoğunluğunun da bu ülkedeki göçmenlerden ve Türkiye kökenli toplumdan pek haz almadığını biliniyor.Toplumun, devletin ve medyanın önemli bir bölümü, Türkiye kökenli göçmenleri sorunlu, sevimsiz, uyumsuz olarak görüyor, tehlikeli olarak görenler de var.

“Türkiye'den Almanya'ya göçün 60'ıncı yılı kutlaması”nın ilk çağrışımları bunlar. Bir taraf açısından kutlanacak bir durum yok. Diğer tarafın da aslında kutlamaya niyeti yok...

Yani “kutlama” vurgusuyla durumu abartmaya gerek yok. 10 yıl önceki 50’nci yıldönümünde de benzer bir durum yaşanmıştı. 50’nci yılı “kutlamak” için birçok etkinlik düzenlenmişti. Ancak tam o günlerde “NSU skandalı” patlamıştı. Uzun yıllardır Almanya’nın dört bir köşesinde hemen hepsi Türkiye kökenli küçük işyeri sahibi ya da çalışanı göçmenleri adeta idam eder gibi öldürülmelerinin ardında “Nasyonal Sosyalist Yeraltı” adı verilen bir terör örgütünün olduğu açıklanmıştı.

Şimdi de, 60’ıncı yıldönümü kutlanırken “NSU skandalı”nı derinleştiren yeni bir skandal daha patladı. Şimdiye kadar gizli tutulan çeşitli soruşturma raporları ortaya çıkmıştı ve bunlar, aşırı sağla ilgili olarak polisin ve istihbaratın ihmalleri, beceriksizlikleri ya da başka iddiaları daha da güçlendiriyordu. Yani “kutlanacak” bir şey yok. Ama burada yine de önemli ve çeşitli boyutlarıyla ele alınması gereken büyük bir toplumsal olayın yıldönümü sözkonusu.

Birçok resmi kurumun ve sivil toplum örgütünün bu yıldönümünü konu alan etkinlikleri bu nedenle önemli.
Göçün 60'ncı yıldönümüyle ilgili bu etkinliklerin büyük bölümü, göçün neden ve nasıl başladığını, göçmenlerin şimdiki durumunu anlayabilmek ve bu ülkedeki geleceğin zorluklarına hazır olmak için önemli. Nedenleri ve boyutları çok farklı ama günümüz Türkiyesi, 50’li, 60’lı yıllar sonrası Almanya’nın yaşadığı gibi büyük bir göç akımıyla karşı karşıya. Almanya’daki göçün dünü ve bugününe ilişkin gözlemlerden, Türkiye’ye göç sürecinin geleceğine ilişkin ipuçları çıkabilir. Örneğin şu hemen söylenebilir: Göçmenlerin geldikleri ülkelere gönüllü olarak dönmesi mümkün değil.
Almanya da göçü durdurmak ve göçmenleri, örneğin Türkleri, geri göndermek için çok uğraştı. Üstüne para verdi eğer Türkiye’ye dönerlerse. Tabii bir miktar dönen oldu, ama çoğunluk kaldı. Türkiye kökenli göçmenler bugün 3,5 milyona yakın nüfusuyla ülkenin Almanlar’dan sonra ikinci kalabalık grubu.

Yazı dizimizin önceki bölümlerinde 60’lı yıllardan sonraki göç sürecini çeşitli boyutlarıyla, çeşitli açılarıyla yansıtmaya çalıştık.

Günümüzde Almanya’da yaşayan 3,5 milyona yakın Türkiye kökenli göçmenle, 70’li, 80’li yıllarda çeşitli nedenlerle Türkiye’ye dönenleri, Almanya’daki göçmenlerin Türkiye’deki yakınları da dikkate alınacak olursa milyorlarca insanı içine alan bu süreci bir yazı dizisinde tam olarak ele almak mümkün değil.

Bu diziyle aradan 60 yıl geçmesine rağmen, halen kendilerine, çocuklarına, torunlarına ve hatta onların da çocuklarına "gurbetçi“ denilen, öyle görülen, kendilerinden "Türkiye diasporası“ oluşturmaları beklenen insanlarımızın çok renkli, çok yönlü dünyalarını yansıtmaya çalıştık.

Göç araştırmalarının öncülerinden Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’ın vurguladığı gibi "bitmeyen“ ve "hiç bitmeyecek" bir süreç bu.

En önemlisi şimdi 70’li, 80’li yaşlarındaki birinci kuşak.
Göçün 70’nci yılı "kutlanırken" 80’li, 90’lı yaşlarında olacaklar…

Onları Almanya’ya göndermeye karar veren, onları Almanya’ya davet eden devletlerden de hakkettikleri saygıyı, sevgiyi görebilmeleri umuduyla.

***

PROF. DR. NERMİN ABADAN UNAT: İŞGÜCÜ İHRACATI VE İTHALATI HÜKÜMETLERİN POLİTİKASIYDI

Almanya’ya Türkiye’den işgücüyle ilgili bilimsel araştırmaların öncüsü kısa bir süre önce 100 yaşına giren Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’tır. Prof. Dr. Abadan Unat, göçü yerinde inceleme ve alan araştırması Devlet Planlama Teşkilatı’nca 1963’te görevlendirilen ekibin yönetimini üstlenmesinden, emekliliğine kadar bu konuda çalıştı. Türkçe ve Almancası geçtiğimiz yıllarda yayımlanan kitabı “Bitmeyen Göç / Konuk İşçilikten Ulus-Ötesi Yurttaşlığa” bu alandaki en kapsamlı başvuru eseri.

kutlanacak-bir-sey-yok-940870-1.

Prof.Dr. Abadan Unat, 60’lı yılları şöyle anlatıyor:

“Avrupa’ya yönelen Türk yurtdışı göçü, ikinci aşama sırasında önemli bir yapısal değişiklik geçirmiştir. Birinci aşamada göç, bireylerin ya da küçük grupların girişimlerine bağlı kaldığından çapı küçüktü ve az biliniyordu. Bu durum 1962’de önemli bir değişikliğe uğradı. Bir yandan Berlin Duvarı’nın inşası Demokratik Alman Cumhuriyeti’nden Batıya kaçmak isteyenleri engellerken, diğer yandan Türkiye ilk Beş Yıllık Kalkınma Planı’nı (1962-67) yürürlüğe koydu. Bu plan gereğince nüfus artışını frenleyecek önlemlerle birlikte “artan işgücü ihracatı” bir plan hedefi olarak kabul edildi. Kamu sektöründe çalışan uzmanlar böylece bireysel girişimleri devletin denetimine tabi kılmaya karar verdiler. Bu arada Batı Alman işverenlerin durmadan artan istekleri hem Batı Almanya’nın yabancı nüfusunda, hem de Türkiye’nin dış göç akımında olağanüstü hızlı bir gelişime yol açtı. Bu ikinci aşamada işgücü ihracatı tamamen ilgili hükümetlerin politikalarına bağlı olmuştur. Bu dönemin tüm anlaşmaları ‘rotation’ ilkesine dayanıyordu. Bu ilke işçinin bir yıllığına yurtdışına gitmesi ve birinci yılın sonunda memleketine dönmesi varsayımını içeriyordu. Gerçekte ise bu kural hiçbir zaman uygulama zemini bulamamıştır.”

kutlanacak-bir-sey-yok-940871-1.

DR. YÜKSEL PAZARKAYA: İLK KUŞAK KAHRAMANDIR

Gazeteci-Yazar, radyocu, şair, çevirmen, edebiyat bilimcisi Dr. Yüksel Pazarkaya (81), Almanya’ya Türklerin göçünü başından beri bizzat yaşayarak izleyenlerden...

Pazarkaya, kazandığı bursla 1959’da Stuttgart Üniversitesi’nde kimya eğitimine başlamıştı. Eğitimini sürdürürken tiyatro, şiir, çeviri ve yazılarıyla bu ülkedeki külterel yaşamın içinde oldu, kimya bölümünü bitirdikten sonra aynı üniversitenin edebiyat bilimleri bölümünü de bitirdi, edebiyat doktoru oldu...

kutlanacak-bir-sey-yok-940872-1.

“Köln Radyosu”nun, Türklere yönelik yayınlarında önce muhabir olarak çalıştı, sonra bu yayınların ilk Türk müdürü oldu. IG Metall sendikasının Türk üyeleri için çıkardığı gazeteyi, Avrupa’daki ilk Türkçe edebiyat dergisini (Anadil) yayınladı. Almanya’da, Amerika’da, Türkiye’de üniversitelerde konuk profesörlük yaptı.

kutlanacak-bir-sey-yok-940873-1.

Köln ve Gökçeada’da yaşamını sürdüren Pazarkaya, ilk kuşak Türkleri şöyle anlatıyor:

“Bugün Almanya’ya gelen birisi, ikinci bir Türkiye’ye gelmiş duygusuna kapılabilir. Ne de olsa Türkçe Almanya’nın ikinci anadili sayılır. Türkçe ile yaşamak, neredeyse hiç Almanca bilmeden, olanaklıdır. Ama altmışlı yıllarda ilk gelenler için durum bambaşkaydı. O ilk kuşak bence kahraman bir kuşaktır. Üretim sürecine, çevreye ve yasalara öyle uyum sağladılar ki, Alman işverenler sözleşmeleri sona erince de, onları ısrarla tuttular, öngörülmesine karşın, geri göndermediler. Onlar uyum konusunda mutlaka dil bilmenin gerekmediğini de kanıtladılar. Dil bilmemek yalnızca onların yaşamlarını zorlaştırmıştır. Aile, sağlık vb. açılardan büyük bedeller ödediler."

SÜRGÜNDE ÖLMEK

Almanya’ya Türkiye’den sadece işçiler için değil, binlerce siyasi muhalif için de bir göç ülkesi. Daha doğrusu sürgün ülkesi.

Demokrasinin rafa kaldırıldığı 1971 ve 1980’deki askeri faşist darbelerden, 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişimi ve sivil darbelerden sonra, 2013’teki Gezi direnişlerinin bastırılmasının ardından binlerce kişi legal ya da illegal yollarla Almanya’ya gittiler. Almanya’dan siyasal sığınma hakkı alarak bu ülkeye yerleştiler. Bu insanlardan bir bölümü Türkiye’de koşulların değiştiği dönemlerde vatandaşlıkların geri aldılar ve Türkiye’ye dönebildiler. Ama döndüklerinde kendilerini çok uzun hapis cezaları beklediği için bunu yapamayanlar da oldu.

80’li yıllardan bu yana kimi sürgün sürecinin daha da kötüleştirdiği hastalıklar nedeniyle, yakınlarını bir daha göremeden son nefeslerini verdiler Almanya’da.

İlk fırsatta dönüp, siyasi mücadelelerine, sanatsal kültürel ya da bilimsel çalışmalarına devam etmeyi hedefleyen bu aydınların bir bölümünün mezarı da sürgün yerinde kaldı.

SERÇELERİN SÜVARİSİ

“Sümeyra, Türkiye dışında bir yerde yaşamayı hiç düşünmemişti. Ama 12 Eylül haramileri anayurda dönüş yollarını kapamıştı” diyor eşi Hasan Çakır.

Türk müziğinin abidelerinden Ruhi Su’nun önce öğrencisi, sonra çalışma arkadaşı olan, birlikte birçok çalışmaya imzasını atan Sümeyra Çakır, 1990 yılında Frankfurt’ta genç yaşta hayata veda etmişti.

1980 yılında Doğu Berlin’deki Uluslararası Politik Şarkı Festivali ve Batı Berlin’deki Türk Haftası’na katılmak üzere Almanya’daydı. Bu arada daha önceki bir Maden-İş kongresinde enternasyonal marşının söylenmesi iddiasıyla sendika korosuna dava açılmıştı. Kongreden kısa bir süre önce Sümeyra koroyu çalıştırmayı üstlenmişti. Bu yüzden açılan davaya dahil edildi. Aslında o kongreye katılamamıştı ama hakkında ağır hapis cezası isteniyordu ve hakkında tutuklama kararı çıkarılmıştı. Çalışmalarını Almanya’da sürdürmeye karar verdi. Frankfurt’a yerleşti. Fransa, İngiltere, İsviçre, Batı ve Doğu Almanya, Küba, Yunanistan ve Bulgaristan gibi ülkelerde barış ve müzik festivallerine katıldı. Pir Sultan’dan Ruhi Su’ya, Nâzım Hikmet’ten Bertolt Brecht’e şiirleri ve türküleri, güzel sesi ve özgün yorumuyla, insanlığın barış demokrasi özgürlük sesine kattı.

Üretkenliğinin zirvesindeyken, bir yandan yıllardır üzerinde çalıştığı projeleriyle, bir yandan da sürgünde kendisini yakalayan ve sürgünden dolayı hızla ağırlaşan hastalığıyla boğuşurken yorgun düştü. Son nefesini verdiğinde 44 yaşındaydı.

Sümeyra Çakır’ın yaşamı, ölümünden 31 yıl sonra, kısa bir süre önce son yıllarını geçirdiği Frankfurt’ta tiyatroya uyarlandı.

"Serçelerin Süvarisi" adıyla Enternasyonal Tiyatro’da sahnelenen müzikli oyun Sümeyra’nın hayat ve yol arkadaşı Hasan Çakır’ın katkısıyla Müjdat Albak tarafından yazıldı. Başrol oyuncusu da uzun yıllardır Hasan Çakır’la birlikte Sümeyra anmaları düzenleyen tiyatro ve ses sanatçısı Tülay Yongacı.

Çeşitli dönemlerde Türkiye’de çalışmaz hale gelip yurtdışına çıkmak zorunda kalan birçok sanatçının kendi deneyimleriyle paralellikler taşıyan oyun Frankfurt’ta iki kez sahnelendi. Aralık ayından itibaren Almanya’nın birçok kentinde sahnelenmesi planlanıyor. Sahnede Tülay Yongancı ve Deniz Köseoğlu’nun rol aldığı müzikli oyunun büyük bölümü "Güneş Tiyatrosu" ekibinden oluşan kalabalık bir kadrosu var.

Kısa bir süre önce 30’uncu yılını kutlayan "Güneş Tiyatrosu", faaliyetlerine Ankara’da başladı, 1998’den bu yana da faaliyetlerini Frankfurt’ta sürdürüyor.

kutlanacak-bir-sey-yok-940874-1.

Sümeyra anlatıyor:

"…Bugüne kadar Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde sayısız konserler verdim. Hep şunu gözledim: Bir kere kendi ülkenizde hiç karşılaşmayacağınız sorunlarla karşı karşıyasınız. Doğulu insanla, Doğu’nun kültürüne karşı, yıkılması zor bir ön yargı engeli var. Bu engeli kırmak için biraz yorulmak gerek. Ayrıca Avrupalı olmanın kompleksine karşı kendi özünüzden fire vermeden mücadele verip, Türk Halk Müziğini onlara sevdirmek büyük zaman alıyor. Avrupa’da büyük kitlelere hitapediyorum. Her şey iyi güzel ancak, her sanatçı bir yerden sonra artık başka arayışlar içine giriyor. Ben de bunca yaban deneyiminden sonra kendi ülkemde olmak istiyorum. Çünkü ben bu sanatı kendi ülkemde, kendi insanlarımdan öğrendim." (Milliyet Sanat Ocak 1988)