Kutlutaş deneyimi bugün net olarak ihtiyacını duyduğumuz politikleşme, siyaset yapma tarzı hakkında zengin bir örnektir

Kutlutaş işçilerinden bugüne: Bir deneyimin anlatılmamış  kısa öyküsü

A.SEYHAN GÜRELLİ

1986-90 dönemi neoliberal politikaların yasal temellerinin atıldığı günlerdi. Bugün, kanıksanmış olan ve üretim sistemini paralize ederek sömürüyü vahşileştiren, katmerleştiren “taşeron sisteminin” de ANAP/Turgut ÖZAL hükümeti tarafından neredeyse icat edilerek yasalaştırıldığı günler. Aynı zamanda, işçi sınıfının da ekonomik-demokratik hakları için, görkemli direnişlerle meydanlara yeniden çıktığı, hayata müdahil olabilmek için sınıfsal mücadele tarihindeki örgütlenme geleneklerini yeniden hayata geçirmeye çabaladığı günler.

Zonguldak Maden İşçileri’nin direnişi ve hafızalardan asla silinmeyecek muhteşem Ankara yürüyüşü, iktidar için “korku” ama ezilenler için de haklı bir gurur kaynağı olmuştu. Bolu’da önü kesilen yürüyüş, hem sendikal örgütlülüğün bugünlerine dair çok önemli ipuçları taşıyor hem de unutulmaz bir etki yaratıyordu. 12 Eylül’ün yıkıcı etkisinden kurtulmaya çalışan işçi sınıfı bulunduğu her alanda mücadele ederken, darmadağın edilen “Sendikalar Yasasına” rağmen sendikaları “kendi örgütü” haline getirme mücadelesi de vermek zorunda kalıyordu.

Anlatacağımız “Kutlutaş İşçileri” öyküsü de, böyle bir ortamda, böyle bir mücadelenin çok konuşulmamış ama İzmir’in devrimci, demokrat güçlerinin hafızasında yer edinmiş bir öyküdür. Üstelik daha detaylı bir araştırmayı hak eden ve bugüne dair önemli ipuçları taşıyan önemli bir deneyimdir.

1986 yılında, sokakların “Çankaya’nın Şişmanı İşçilerin Düşmanı” dediği Turgut Özal, TV’den “Ulusa Sesleniş” komedisi sırasında o meşhur kalemini gözümüze sokarak “Demiryoları komünist işidir, biz otoyol yapacağız” deyince, ilk proje olarak İzmir-Aydın Otoyolu’nun temeli atılıyordu. Kutlutaş-Dillingham ortaklığı ile başlayan ve uzun yıllar sermayenin “arpalığı” haline gelen bu proje, 200 km’lik bir alanda toplam 5 şantiyede çalışan yaklaşık 2200 işçi ile yürütülecekti. Türk-İş’e bağlı Yol-İş sendikasının örgütlü olduğu şantiyelerde, işveren açısından zaten baş edilmesi kolay olmayan sendikal örgütlülük, 1989 yılından itibaren daha da politikleşerek farklı bir evreye giriyordu.

O zamanlar Yol-İş, Ege Bölgesi’nde Karayolları, YSE, Köy Hizmetleri gibi kamu sektöründeki işçileri kapsayan iki ayrı şubede örgütlüydü. Kutlutaş İşçilerinin örgütlü olmasına ek olarak, Bayındır İnşaat (Çeşme Otoyolu) ve Aliağa Tekfen İşçilerinin örgütlenme çabaları Yol İş’e üçüncü bir şube açılmasını da zorunlu hale getiriyordu.

Bu haklı talebe Yol-İş genel merkezi daha fazla direnemezken, Kutlutaş işçilerinin çetin ve giderek politikleşen örgütlülüğü karşısında, açılacak olan yeni şubede dengeyi lehine çevirme hesabı da yapıyordu. Sonunda şube başkanı, muhasebeci ve diğer şube çalışanlarını (şöfor, çaycı vb.) genel merkezden atama karşılığında “mütevelli heyet” oluşturuldu.

Körfez savaşına “bir koyup üç alacağız” diye yaklaşan ANAP iktidarının politikalarından etkilenen ülke ekonomisinin olumsuzlukları, Kutlutaş işçilerine üst üste ödenmeyen maaşlar olarak yansıyordu. ANAP hükümetinin icat ettiği KHK’ler ile taşeron sistemi yasalaşıyor, inşaat sektöründe çalışma saatleri esnekleştiriliyor, şantiyelerde neredeyse gün doğumundan gün batımına kadar çalışılıyordu. Yapılan tüm görüşmelerde işveren tarafından, “hakediş ödemeleri yapılmıyor bu yüzden maaş ödeyemiyoruz” açıklaması yapılırken, Özal ailesinin Kutlutaş işvereni Nurettin Koçak’ın “Nirvana” adlı yatıyla sonradan Göcek sahillerini talana açacak olan gezilere çıkıyor olması, işçilerin haklı öfkesini körüklüyordu.

Öte yandan Kutlutaş işçileri zaten var olan sendikal örgütlenmelerini politikleştiriyor, işyeri komiteleri ve işyeri meclisi örgütlenmesini yaygınlaştırıyor, şantiye yaşamından çalışma koşullarına kadar neredeyse tüm kararları işyeri meclisinde tartışarak, ortaklaşa almayı öğreniyordu. Maaşların ödenmemesine karşılık “iş yavaşlatma” kararı da aynı yöntemle alınmıştı.

İŞYERİ KOMİTELERİ VE İŞYERİ MECLİSİ

Buca şantiyesinde çalışan yaklaşık 1100 işçi 9 ayrı “birim komitesinde” örgütlenmişti. Birim komitelerinin temsilcilerini o birimde çalışan işçiler seçiyordu. Birim temsilcilerinin oluşturduğu ve işyerinde çalışan devrimci işçilerin de katıldığı ve tüm kararların tartışılarak alındığı bir de “işyeri meclisi” vardı. Meclis toplantıları katılıma açık yapılıyor ve her katılımcı söz sahibi oluyordu. Alınan ilk eylem kararı olan “iş yavaşlatma” üç gün sürmüştü. Uygulama zorluğu nedeniyle bu eylemi devam ettirmeyen işçiler, ödenmeyen maaşlar için daha etkili bir eylem tartışmaya başladılar. Kısa bir süre sonra iş durdurma ve şantiye işgali kararı alındı. Uzun ve katılımı yüksek bir meclis toplantısı ile alınan karar sonucu 13 gün sürecek eyleme başlandı. Tüm iş makineleri şantiyeye çekildi. Şantiyeyi terk etmeyen işçiler nöbet listeleri oluşturarak hem iş makinelerinin hem de kendilerinin güvenliğini sağlıyor, şantiyedeki hayatı yönetiyordu. Eylemin ilerleyen günlerinde “İşçilerin Sesi Gazetesi ve Buca Halkevi’nin” kitlesel şantiye destek ziyareti ise unutulmaz bir coşku yaratmıştı işçiler arasında.

Şantiye işgal eylemini Kutlutaş işçileri görkemli bir eylem ile sonlandırdı. İzmir şehir içinde 30 km boyunca “Üreten Biziz Yöneten de Biz Olacağız”, “Haklıyız Kazanacağız”, “Söz Yetki Karar İktidar Halka” sloganlarıyla Buca şantiyeden Bornova’ya yürüyen işçilere, Buca’da 9 Eylül Üniversitesi, Bornova’da ise Ege Üniversitesi’nden devrimci öğrencilerin coşkulu desteği ise görülmeye değerdi.

1 MAYIS 1991

Maaşların ödenmesi sonucu yeniden işbaşı yapan Kutlutaş işçilerinin gündemine bu kez yaklaşan 1 Mayıs ve Türk İş’in 1 Mayıs’ı etkisizleştirme tavrı giriyordu. Türk İş 1 Mayıs’ı salonlarda kutlama kararı açıklamıştı. Kutlutaş işçileri ise 1 Mayıs’ın alanlarda kutlanması gerektiğini düşünüyordu. İşyeri meclisi 3 gün süren toplantılar sonucunda, 30 Nisan’da “Mayıs’a Merhaba” gecesi düzenleme ve şartlar ne olursa olsun 1 Mayıs’ı Konak meydanında, en az 200 işçinin katılacağı korsan bir gösteri ile kutlama kararı almıştı.

30 Nisan gecesi Tepecik Ülkü sinemasında Sevinç Eratalay ve Mehmet Gümüş’ün konuk sanatçı olarak katıldığı geceye katılım çok yüksekti, kalabalık sinema salonundan sokaklara taşıyordu. Ve o gün sunucu sahnedeki “Üreten Biziz Yöneten de Biz Olacağız” pankartı önünde, işyeri meclisinin 1 Mayıs ile ilgili kararını açıklıyordu: “Kutlutaş İşçileri 1 Mayıs’ta alanlarda olacak!..”

O gece saat 23.00’ de, yapılan görüşmeler sonucu valilik, balık halinde (şimdiki Konak Pier) miting izni verdi. Miting aynı zamanda 12 Eylül sonrası İzmir’de izin verilen ilk 1 Mayıs mitingi olarak tarihe geçti.

Kutlutaş işçileri balık haline doğrudan gitmek yerine, Karataş’tan Gümrük meydanına yürüyerek gitme kararı almışlardı. Aynı şekilde İzmir’de sınıf mücadelesinin bir başka politik odağı haline gelen Güzelyalı Eshot Atölye işçileri de balık haline sahilden yürüyerek gelmişlerdi. Kutlutaş işçileri 1200 kişilik kitlesiyle yine “Yaşasın 1 Mayıs”, “Üreten Biziz Yöneten de Biz Olacağız”, “Söz Yetki Karar İktidar Halka” sloganları ile Karataş’tan yürüyerek balık haline geldiklerinde, kürsünün sokağa taşınmasını istiyor, mitinge katılan kitleyi Gümrük Meydanı’na çıkarıyorlardı. Yarı kapalı alana sığdırılmaya çalışılan 1 Mayıs artık hak ettiği yerde, meydanlardaydı.

DELEGE SEÇİMLERİ VE BÜYÜK TENSİKAT

Yol İş’in atadığı “mütevelli heyet” görevi gereği delege seçimleri ve olağan şube kongresi düzenleyecekti. Yol İş genel merkezinin daha önceki talepleri doğrultusunda “Başkan” adayı değişmiyordu. Bir türlü aşılamayan ve anlaşılamayan “tecrübeli kulis” faaliyetleri sonucunda genel merkeze görece yakın olan liste az bir farkla delege seçimlerini kazanacak ve sonrasında farklı bir süreç başlayacaktı.

Diğer yandan giderek derinleşen ekonomik krizin de etkisiyle 1992 yılı Şubat ayında 1100 kişilik bir tensikat yaşanacaktı. Sendikanın müdahil olamadığı süreçte, işyeri komiteleri ve işyeri meclisini savunan işçilerin önemli bir kısmı bu büyük tensikatta işten çıkarıldı. Olağan kurul sonucu oluşan yeni şube yönetimi doğal olarak eski temsilcileri görevden alacaktı. Tensikatın da etkisiyle ağır bir darbe yiyen Kutlutaş İşçilerinin iradesi artık işyeri meclisinde değil, sendika yönetimindeydi.

Ağırlaşan çalışma koşulları ve yine ödenmeyen maaşlara karşı, Yol İş 1992 yılında “Ankara’ya yürüyüş” eylemi gerçekleştirme kararı aldı. Kent merkezlerini yürüyerek geçen Kutlutaş İşçileri yine kendilerine özgü eylem tavırları, sloganları ile Ankara’ya varıyorlar, fakat bu kez, Çalışma Bakanlığı’na ulaşmak yerine Yol İş genel merkezinin misafirhanesinde adeta hapsedilerek eylemi kırık duygularla sonlandırıyorlardı.

1992 yılı yaz başında ikinci ama sayıca daha az işçiyi kapsayan tensikat da yapılıyor ve Kutlutaş işçileri arasındaki devrimci işçilerin önemli bir çoğunluğu işten çıkartılıyordu. Bu son tensikat aynı zamanda yaklaşık iki yıllık “İşyeri komiteleri ve işyeri meclisi” örgütlenmesinin sonu anlamına da geliyordu. Yaşanan bu deneyim bugün net olarak ihtiyacını duyduğumuz politikleşme, siyaset yapma tarzı hakkında zengin bir örnektir.