Günümüz dünyasında korumasız kaldıkları ölçüde çocukların farklı ortamlarda farklı kimliklere bürünmüş sapkınların hedefi haline geldiğini biliyoruz. Bununla birlikte “dini temalar” etrafında faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlarda karşı karşıya kalınan çocuk tacizleri diğer ortamlardan temel bazı noktalarda ayrılıyor.

Karaman vakası üzerine yapılan değerlendirmelerin önemli bir bölümü bu özgün durumu ıskaladı. Olayın özgün boyutu birçok değerlendirmede ifade edildiği gibi basitçe tacizcinin dini kurumların arkasına saklanması değil.

Mesele şu; çocuklarını söz konusu vakfa teslim eden aileler onları bütün işi gücü dini eğitim olan bir ortama bıraktıklarını varsayıyorlar. Dini temalar etrafında şekillenen ortamlar, diğer tüm ortamlardan farklı olarak sorgulanabilecek yerler değil. Bu yerler bir dini inanç ortamı oldukları ölçüde; hocası, hafızı, imamı kutsalın taşıyıcıları haline geliyor. Dolayısıyla önce aileler sonra çocuklar kutsalın parçası olarak kabul ettikleri bu kişilere kutsaldan doğan bir inanç, güven ve saygıyla bağlanıyorlar.

Bu yüzden, bu sapkın kişilerin ihlal ettiği, bir öğretmenin, bir mahalle esnafının ihlal ettiğinden fazlasıdır. Çünkü ihlal, böyle bir ortamda, sadece çocuğun değil çoğu durumda ailelerin de sorgulama gücünü kendilerinde bulamadıkları bir inanç sistemi aracılığıyla gerçekleşmektedir. Aslında bakılırsa ihlal sadece çocuğu yönelik kalmamakta; kutsalın kendisi de ihlal edilmektedir.

Batı’da bu tür vakaların kiliseler ve dini kurumlar etrafında yaşandığını biliyoruz. Bu konuda yapılan en kapsamlı araştırmalardan birinin bulguları üzerinden yapılan bir değerlendirme bizlere dini kurumlar içinde vuku bulan taciz olaylarının farklılığına şöyle işaret etmektedir;

“Bu konuda bu tür bir tacizin diğer cinsel tacizlerinden farklı olduğunu düşünmek için iyi nedenler var. Halk tarafından kabullenilmiş dini liderler çocuklara özel biçimde erişim sağlayan bir otorite ve güce sahiptirler. Dini liderlerin ahlaki ve mübarek oldukları düşünüldüğünden onların cinsel girişimleri kurbanlar için özellikle kafa karıştırıcı ve suçluluk duygusu yaratan ihanetlerdir. Çünkü kurbanlar, çoğu durumda, ailelerinin ve içinde yaşadıkları topluluğun dini otorite ve kiliseye hürmetini farkında olduğundan, belki de haklı nedenlerle iddialarına inanılmayacağını düşünerek, yaşadıkları tacizi açık etme konusunda özellikle isteksiz davranırlar. Hatta dini yetkili ile çocuklar arasında giderek şüpheli hale gelen ilişkiye şahit olan yetişkinler bile çoğu durumda bu durumu sorgulamamaktadır. Böylece dini otoriteler tarafından gerçekleştirilen taciz durumları genellikle rapor edilmeyip, tekrarlanmaya devam ederken, bu durum genç kurbanların yaşadığı acı dolu karmaşayı ve bunun yol açtığı uzun vadeli taşınması zor psikolojik sonuçları yaratır”*.

Aynı araştırma yanında benzer nitelikteki diğer araştırmalar da, dini kurumlarda taciz olayına muhatap olan çocukların sonraki yaşamlarını normal koşullarda sürdürmelerini önleyen çok çeşitli psikolojik sorunla karşı karşıya kaldıklarını göstermektedir. Yaşamlarının bir aşamasında psikiyatristlere başvuran 217 kurban üzerinden elde edilen sonuçlar, kurbanların 1/5’inin intihara eğilimli olduğunu, yine aynı oranda çoklu kişilik bozukluğu sorunu yaşandığını göstermektedir. Depresyon, uyuma bozukluğu, aşırı korku ve fobiler, cinsel aşırılık ve suça eğilim, yeme bozuklukları, alkol ve madde bağımlılığı, takıntılılık, toplumsal yaşamdan çekilme, anksiyete bozukluğu, toplumsal alanda uyum sorunları, şiddete yatkınlık ve saldırganlık kurbanların deneyimlediği diğer şikayetler olarak kayda geçmiştir.

Özetlemek gerekirse, yukarıda alıntı yaptığımız çalışma ve benzerleri, dini kurumlarda gerçekleşen çocuklara yönelik tacizlerin, bu kurumların kutsalla olan ilişkisi nedeniyle (aile içi yaşanan vakalar da benzer bir statüde kabul edilebilir ) diğer yetişkin kesimlerden kaynaklanan tacizlere göre çok daha az rapor edildiğini; bunun birlikte, “din adamları” tarafından yapılan tacizlerin sonuçlarının daha ağır olduğunu vurguluyorlar.

Eğer durum buysa, yani bu kurumlarda gerçekleşen tacizler çoğu durumda rapor edilmiyorsa, tam da bu noktada sormamız gereken soru şu; bu konuda en yetkili kişi olan Bakan’ın olayın ortaya çıktığı andan itibaren durumu “istisna” olarak gösterme kaygısına düşmek yerine, “acaba başka yerlerde de oluyor mu” telaşına düşmesi gerekmiyor mu?

*Bottoms, B. ve diğerleri “In the Name of God: A Profile of Religion-Related Child Abuse, Journal of Social Issus, cild 51, n. 2