Türkiye’de kutuplaşmanın geldiği boyutu değerlendiren Prof. Dr. Erdoğan, “Başkanlık sisteminin kendisi kutuplaştırıcı bir sistem. Kutuplaşmadan beslenenlerden bunu değiştirmelerini bekleyemeyiz” dedi.

Kutuplaşma sistem sorunu

Hüseyin Şimşek

Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Emre Erdoğan, Türkiye’de kutuplaşmanın geldiği boyutu ve siyasetin içerisinde bulunduğu durumu anlattı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ülkeyi kutuplaştırdığını ifade eden Prof. Dr. Erdoğan, “Taviz vermeyi ya da uzlaşmayı zafiyet olarak gören bir siyasal kültürün içerisindeyiz. Mevcut yapının içerisinden bu atmosferi değiştirecek birinin çıkması kolay değil” dedi.


Türkiye’de “sınıfsal duygusal kutuplaşma”nın yaşandığını, siyasilerin kullandığı dilin bu kutuplaşmanın derinleşmesine neden olduğunu kaydeden Prof. Dr. Erdoğan’ın yaptığı değerlendirmeler şöyle: “Kutuplaşmanın farklı tanımları var. Standart bir tanım üzerinde uzlaşılmış değil. Türkiye’de de farklı tanımlamalara göre farklı kutuplaşmalar var. Sınıfsal kutuplaşma, etnik kutuplaşma ya da sağ, sol, ideolojik kutuplaşma. Bizim Türkiye’de yoğun olarak var olduğunu düşündüğümüz kutuplaşma ise ‘siyasal, duygusal kutuplaşma.”

SİYASETTE KULLANILAN DİL

“Siyasilerin kullandığı dilin kutuplaşma üzerine büyük etkisi var çünkü Türkiye’de yaşanan durum, tam olarak siyasi parti taraftarlığı üzerinden bir kimlik inşa etmektir. Tabi ki farklı kimliklerin olması doğal, hepimizin bir kimliği var ama bir lideri destekliyor olmayı etiket olarak benimsemek, bu etiketi önemsemeyenlerle arasına bir duvar örmek gibi bir unsur işlevi var. Burada da siyasilerin önemli bir etkisi var. Siyasi liderler, kendi seçmenlerini bir ideal ‘biz’ olarak tanımlıyor. Genelde de bu ‘ideal biz’ ahlaklı oluyor, çalışkan oluyor, diğerleri arasında bir hiyerarşi kuruluyor ve ötekileştirme sürecini tetikliyor. Siyasetçiler açısından bu anlaşılabilir. Çünkü çok farklı kesimlerin ihtiyaçlarını yerine getirmektense basit bir ‘biz’ ve ‘onlar’ ayrımı yaparak yığınları arkasına çekmek çok daha kolay bir şey.”

GELENEKSEL PARTİLER

“Gerek gelir dağılımı açısından olsun gerek bölüşüm açısından olsun Türkiye’de bir sınıfsal kutuplaşma da var. Ama farklı sınıflar, geleneksel partileri dışında farklı siyasi partilere yönelmiyorlar. Bu, Türkiye’de hep tartışılan bir mesele. Geleneksel olarak ezilen işçiler, çiftçiler, enformel sektörde çalışanlar, işsizler çoğu zaman egemen düzen partilerine oy verdiler. Kendi objektif sınıfsal pozisyonlarıyla seçmen sandığındaki hareketler aynı olmadı. Diğer faktörler devreye girdi. Din ve etnisite farktörleri devreye girdi. Sınıfsızlık iddiası devreye girdi ve tüm bunlar sınıf mücadelesinin öne çıkmasını baskıladı. Bu krizden bazıları karlı çıkacak, bazıları da zararlı. Ve muhtemelen emekçiler, kırılgan sınıftakiler zarar görecek. Karlı çıkanlar da iktidarla ilişkili olanlar, dövizi olanlar, spekülasyon yapanlar olacak. ‘Zararlı çıkan emekçiler ve diğer gruplar bir siyasi partiye yönelecek de zenginler farklı siyasi partiye mi yönelecek?’ Hayır öyle olmayacak. Bu çok gerçekçi gelmiyor çünkü resim çok daha karışık. Alt sınıftan Cumhur İttifakı’na oy veren çok kişi olduğu gibi ekonomik durumu çok iyi olan birçok kesim de Millet İttifakı’na oy veriyor. Bunlar, bir anda parti değiştirmeyecekler. Kutuplaşma, öyle bir aidiyet oluşturur ki mevcut krizlerin nedenlerinin görülmesini engeller. Başınıza sizin partiniz yüzünden bir şey gelse bile onun sorumluluğunu kendi partinize atfedemezsiniz. Onun yerine sorumluluğu başka yerde ararsınız. ‘Dış güçler’ diyorsunuz, ‘Saldırılar’ diyorsunuz, ‘İçten karıştırmak istiyorlar’ diyorsunuz. Liderler de onu kullanıyor zaten. Bizde özellikle ekonomi konusunda körlüğe neden oluyor. Her cenah için kriz ortak paydayken, kutuplaşma bunun bir ortak payda olarak görülmesine engel oluyor. Çevre sorunları, büyük projeler gibi her konu için bu durum geçerli. Yaşananları tartışmıyor, sözü söyleyene bakıyoruz. Gerçek anlamda müzakere yapma şansımız kalmıyor. Toplumun müzakereye ihtiyacı var.”

ÇIKIŞ KOLAY DEĞİL

“Kutuplaşmadan çok kolay çıkılamaz çünkü bundan beslenenlerden bunu değiştirmelerini bekleyemeyiz. Siyasiler bundan çok fazla besleniyor. Sivil toplum kuruluşlarının kendileri bir taraf olursa daha avantajlı oluyor. Gazeteciler, sosyal medya aktörleri, hepsi bir koalisyonu oluşturuyorlar. Burada kaybeden vatandaş oluyor. Griden bahsetmek çok zor hale geliyor.

kutuplasma-sistem-sorunu-952284-1.
Emre Erdoğan



“Bizim siyasal sistemimizin yapı taşı kutuplaştırıcı. Başkanlık sistemi kutuplaştırıcı bir sistem çünkü bir kişi kazanıyor, diğerleri kaybediyor. Bunun yanında biz çok uzun zamandır referandum benzeri seçimler yapıyoruz. Referandumlar da kutuplaştırıyor. Parlamentonun gücü çok azalmış durumda. Yürütme gücü hiç kalmadı. Oysa parlamentolar, insanların bir arada konuşabildikleri yerlerdir. Bu da başka bir yapı taşı. Siyasal kültürümüz biraz ‘babacı’ bir yapıya sahip. İlkokulda başlayan süreçle bu inşa ediliyor. Biz, çok uzun zamandır kuvvetli liderlerin öne çıktığı bir siyasal kültür içerisindeyiz. Taviz vermeyi ya da uzlaşmayı zafiyet olarak gören bir siyasal kültürün içerisindeyiz. Bu da kolay değişebilecek bir şey değil. Önemli olan, uzlaşmanın önemli olduğunun farkına varılması. Beraber yaşadığımızın farkına varılması. Türkiye’de kutuplaşmanın en önemli reçetesi, bu yapısal faktörlerin giderilebilmesidir. Faktörlerin en azından bir miktar değiştirilmesidir.”

YAPILMASI GEREKENLER

“Siyasal sistem içerisindeki, seçim sistemindeki değişiklikler, parlamentonun daha aktif hale gelmesi, siyasi partilerin gerçek demokrasi ile yönetilmesi, lider suntasından çıkmaları, vatandaşın katılımının artması gibi bir takım köklü değişiklikler gerekiyor. Sivil toplum ve sosyal medyanın kutuplaştırıcılıktan uzaklaştırılması gerekiyor. Burada, bu köklü değişikliği kim yapacak? Sistemden beslenenlerin yapmayacağı kesin. Yapının dışından çıkması gerekiyor.”

SEÇMEN DEĞİŞİMİ

“Bir seçimden diğerine kadar seçmenimiz değişiyor. Bazı seçmenler doğal nedenlerle aramızda ayrılıyor, yerine yeni seçmenler ekleniyor. Şu anda Türkiye’de kutuplaşmanın bu kadar katı olmasının nedeni aslında ileri yaş kategorisindeki siyasilerin, siyaseti domine etmesidir. Liderlerin hepsi 65 ve üzeri yaşta. Araya birkaç genç siyasetçi karışmış ama geneli değiştirmiyor. Mesela kadın hareketini gördük. Şu anda Türkiye’de ana akım medyada olsun, reklam sektöründe olsun ya da şirketlerde olsun biraz daha cinsiyet duyarlı yaklaşımlar varsa bunun nedeni baştakilerin kişilikleri değil toplumsal cinsiyet duyarlılığına sahip insanların sayılarının artmasıdır. Aynı şeyi genel siyaset için de bekleyebiliriz. Er ya da geç yaşlı nesiller kenara çekilecekler, yenileri geldiği zaman da farklı sorunlar olacak.”

***

Mafyanın devleti tartışmaları

“İtalya’da bizimkisi kadar olmasa da mafya ve siyaset el eleydi. Bu konuyu araştıran savcıların öldürülmesine kadar gitti bu süreç. Dönemin konjonktürünün izin vermesi sonucu o siyasal sınıf bertaraf oldu. Yerine de Silvio Berlusconi geldi. Ki kendisi de o kadar da temiz değildi. Burada önemli olan şey, alternatifinin de kendisinin içerisinden çıkması. Mevcut olan gidecek, peki yerine kim gelecek? Ne tür bir siyasal yaklaşım gelecek? İki yıla kadar kimse tarafından yönetilmeyen bir ülke yönetti o ülkeyi. Atanmış bir başbakan yönetti. İnsanlar artık kimin yönettiğiyle bile ilgilenmiyordu. Türkiye’de de mafya sınıfının çökmesi, tüm bunların ayyuka çıkması, hayırlı bir işe dönüşebilir. Ama hazırlıklı değiliz. ‘Hele bu sınıf bir çöksün de yerine başkasını koyarız’ düşüncesi işe yaramıyor. Dünyada birçok örneği var. Nerede bir çürümüş siyaset gider ve yerine aynı yapı içerisinden birisi gelirse orası çok daha kötü oluyor. O yüzden mevcut sistemin dışından gelecek aktörlere güvenmemiz gerekiyor.”