Çocukların gelişimleri süresince ortaya çıkan aksamalar değişik sonuçlara yol açabiliyor.

Çocukların gelişimleri süresince ortaya çıkan aksamalar değişik sonuçlara yol açabiliyor. Bu aksamalar genellikle genetik etkenleri harekete geçiren çevresel sorunların ya da durumların varlığında, çocuğun hayatını ve gelişimini etkileyecek düzeyde sorun yaratırlar. Genetik deyince bir çok kişi, mutlak ve değişmez bir biyolojik kaderi aklına getirebilir. Oysa, genetik kodun ne ölçüde açılıp kapanacağını çevresel etkenler (aile tutumları gibi psikolojik, okul ortamının uygunluğu yapısal, enfeksiyonlar gibi biyolojik çevresel unsurlar) belirler. Genetik/nörobiyolojik kökenli gelişimsel sorunların ortaya çıkması engellenemese bile  çevresel etkenlerin kontrol edilebilirliği ya da telafi edilebilirliği ölçüsünde şiddeti hafifletilebilir.

Çocukluk döneminde hayatı en belirgin biçimde etkileyen davranışsal sorunlardan birisi dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu’dur. Dikkat ve konsantrasyon gerektiren (okula ve öğrenmeye ilişkin durumlar, kendini kontrol becerilerinin gelişmişliği ile ilişkili sosyal durumlar gibi) koşullarda zorlanarak “başarısız” ya da “geçimsiz” olarak nitelendirilen çocukların bir bölümü DEHB adı ile bilinen psikiyatrik tanıyı alabilirler. Dikkatin dağınıklığı, sabırsızlık, riskli davranışlara yatkınlık ya da aşırı hareketlilik gibi davranışlar bu problemin dışa yansıyan göstergeleridir. Akademik başarısızlık, okuldaki toplumsal düzene uyum sorunları veya anne-baba/arkadaş ilişkilerinde geçimsizlik gibi sonuçlara yol açan bu durumun adını (tanısını) koyabilmek için çocukların bu sorunların çoğunu birden ve aynı zamanda yaşıyor olmaları gerekir. Bir başka deyişle, her yerinde oturamayan ya da her dikkati dağılan çocuk, DEHB (‘hiperaktif”) tanısı alamaz. Bu sorunların bir çoğunun sürekli ve şiddetli biçimde var olması ve gelişimi aksatıcı etkiler göstermesi (ve tanı konabilmesi) çocuğun hayatını ve sorunların içinde çıktığı biyolojik ve psikolojik bağlamı daha iyi anlamak ve gelişiminin önündeki engelleri kaldırmak için bir gerekçe olur. Tanı, bu arayışın ve destek çabasının çerçevesini oluşturur. Altta yatabilecek değişik sebeplerin anlaşılabilmesi için çocuk psikiyatrisi uzmanını ve çocuk ruh sağlığı ile ilgili diğer mesleklerden uzmanları harekete geçirir.

DEHB nasıl iyileştirilebilir? Çocukların öğrenmelerinde, ailesel düzenlerinde, okul ve sınıf içi yaklaşımlarda DEHB’ye eşlik eden ya da belirtileri tetikleyen özellikler çocuğun ihtiyaçlarına uygun hale getirilebilir. Bu başarıldığı ölçüde, çocuğun “kendini gerçekleştirmesi”, gelişiminin kendi yolunu izlemesi mümkün olur. DEHB tedavisinde ilaçlar özellikle ilk 3 yıllık kullanım dönemindeki çok etkilidir. İlaç ne yapar? Beyinde planlama, karar verme ve kontrol işlevlerini yükümlenmiş bölgelerin birbiriyle iletişimde kullandığı hammaddenin (dopamin) istikrarlı biçimde bulunurluğunu sağlar. Hedeflenen yararlı etkileri sağlarken yol açabileceği yan etkiler göz önüne alınarak yapılan yarar/zarar hesabına göre doktor ilaç tedavisini kullanmayı önerebilir. Her çocuk için tek tek verilecek tedavi kararı çocuğun ihtiyaçlarına göre şekillenir.

Çocuklarda kullanımı konusunda yapılmış binlerce araştırmanın sağladığı bilgi, ilaç tedavisinin oluşturabileceği kısa ve uzun vadeli riskleri  ve bunların olasılıklarını verir. Araştırmaların üzerinde durduğu bir başka konu ise, tedavi edilmemenin riskleridir. Tedavi edilmeyen çocuklar büyüdüklerinde, tedavi edilmiş benzer sorunlu yaşıtlarına ve kendi kapasitelerine göre daha düşük bir eğitim düzeyine ulaşmakta, daha fazla toplumsal problem yaşamakta, alkol/madde kullanımında aşırılıklar yaşamakta, daha çok evlenip boşanmakta, daha fazla ve sık iş değiştirmekteler. Elbette, bu her tedavi edilmemiş çocuk için geçerli olmasa da, çoğunluk çocuğun gelecek yaşamları ciddi biçimde etkilenmektedir.

Ülkemizdeki son 20 yılın değerler sistemine baktığınızda bilgiyi  değersiz, emeği gereksiz gören bakış açılarının mutlak egemenliği ile karşılaşırız. Bu bakış açısı ile DEHB ve benzeri çocuk psikiyatrisi problemlerini ele alan bir yazı dizisine (Milliyet, Metin Münir) bakarsanız, “dikkat bozukluğu yaşadığı söylenen çocuklar, hoşlandıkları bir aktivitede, örneğin TV seyrederken (…) pür dikkatler. Sadece sorumluluk, kural, sabır gerektiren “sıkıcı” işlerde (..) anlatılanı anlamaz, dikkat veremez hale gelirler.” Yazara bakarsanız, sorumluluklarını kazanmayı, zora tahammül edebilmeyi çocukların aşması gereken gelişim dönemeçleri olarak gören, bunu yapamayan çocukların durumunu anlamak, açıklamak ve aşmalarına yardım etmek amacıyla “düzmece tanı koyan” çocuk psikiyatrları ilaç tekellerine çalışıyorlar. Doğru, günümüzde sıkılıp her gün cep telefonu değiştirmek istemek, kopya ile üniversiteye girmek, para ile sınıf geçirtilecek okullara gitmek, hiçbir ciddi yazıyı ya da kitabı sonuna kadar okumamış olmak “normal”; çoğunluk bu yönde oy bile verebilir.

Çocuk ruh sağlığı ile ilgisi olmayan (ama Amerikalı !) bir kaç akademisyenden alıntılanmış temelsiz sözleri anarak, kişisel kanaatlere ve yalan yanlış bilgilere meşruiyet kazandırmak ancak  propaganda broşürü kalitesindeki bir köşe yazısında mümkün. Kalite testi yapmak işimiz değil, ancak bu ehliyetsiz yazarın genel medyada yazmasının etkisiyle yol açabileceği hasara dikkat çekmek görevim. Özellikle tedavisi süren bir çok kişi ister istemez (medyanın etkisi neden doktordan güçlü, çünkü çoğunluğun görüşünü temsil ettiği izlenimini veriyor, bir hegemonya diyebilirsiniz  ) yazılardan etkilenerek tedavilerini kolaylıkla yarıda bırakabilirler. Bunun sonuçlarından kim sorumlu olacak?

Çocukları düşünen kim?

Yazıdaki ithal malı iddiaların çoğu son 10-15 yıl içinde ısıtılıp ısıtılıp ortaya atılan cinsten. Bunlara kuyuya atılmış taş muamelesi yaparak tek tek çürütme görevini bu yazının dışındaki mecralarda yapmam gerekecek. Ama yazının ait olduğu demagojik yazı kategorisinin birkaç ortak özelliğini belirtmek gerekir: Bir sebeple topluma aktarılmak istenen bir görüş var. Bu görüşü destekleyecek türdeki kaynaklardan uygun cümleler seçilip alınır. Aykırı gelen cümleler ve görüşler görmezden gelinir. Ortaya atılan iddialar için sağdan soldan birkaç uzman adı ve sözü derlenir. Tartışılacak yanı pek olmayan, herkesin kabul edeceği genel doğrular sıralanır. Örneğin, çocukların zehirlenmemesi gerektiği, rasgele ilaç kullanımlarından kaçınılması gereği, ilaç satışlarından üretici firmalarının kazanç sağladığı, tanıların doğru konması gereği, normal sayılabilecek çocuk davranışlarına karşı tahammülün az olduğu gibi… Sonra da, kişisel kanaatler aralara sıkıştırılır.  Örneğin, çocuklara verilen ilaçların zehirleyici olduğu, (yanlış ya da gereksiz tanı konabiliyor olduğu için tanıyı yanlış ilan ederek) o tanıların yanlış ya da temelsiz olduğu, dikkatini veremeyen ya da yerinde oturamayan çocuklara tanı konduğu (bu problemlerin hepsini, yoğun biçimde ve hayatı etkileyecek şekilde gösterenlere tanı konduğu gerçeğinden söz etmez), doktorların ilaç yazmayı rutine bindirdiği (bir doktorun her gelene ilaç yazmasından ziyade, o doktora her gelenin kim olduğuna bakmak, her gelenin ilaç tedavisi ihtiyacı olup olmadığını bilmek gerekir, ihtiyacı olan birisine rutine düşmeyeyim diyerek ilaç yazmamak tıbbi hatadır)…

Uluslararası ilaç tekellerine karşı, çok kazanan sağlık kuruluşlarına karşı, eğitim sistemine karşı bir söylemle tutturulan muhalif ton da tıpkı Amerika’daki radikal sağcı Tea Party’nin muhalif tonu gibi “ilginç, doğru şeyler de söylüyor adam” dedirtir. Yazar, bir cümlede ilaçların kokaine benzeyen zehirleyici etkilerinden söz ediyor, başka bir cümlede “zehirleyen” ilacın üretilip satılmasına izin veren  FDA kuruluşunu bu sefer kendince fikrine destek yapıyor: “ FDA’ya göre, “dikkat bozukluğunu kanıtlayacak biyolojik test bulunmamaktadır. (…) Eğer bunlar, gerçek hastalık olsalardı, doktorlar, çocuklara teşhis koymak için röntgen, tomografi, tahlil gibi yöntemler kullanırlardı. (M. Münir, Milliyet, 14 Eylül)” . Yazarın komplo mantığı ile düşünürsek, kendisini “tahlil tomografi lobisi” mensubu diye damgalamak mümkün.

Normal ne zaman anormale dönüşür? DEHB davranışlardaki değişikliklerle giden ve gelişimi engelleyen bir sorundur.  Biyolojik temelini ortaya koyan beyin görüntülemesi çalışmaları özellikle beyin önbölgelerinin olgunlaşmasındaki gecikmenin ve bu bölge ile beynin geri kalanı arasındaki bağlantıların oluşumundaki aksamanın sorumluluğunu göstermektedir. Gündelik klinik uygulamalarda tetkik ve tahliller bu tanıdaki davranışlara neden olabilecek bazı bilinen hastalıkların (örneğin epilepsi ya da tiroid problemleri) saptanmasını amaçlayarak yaptırılabilir. Ancak sebebi ortaya konabilen durumlar şimdilik nadirdir. Sebebi tahlil ya da tetkiklerle ortaya konamayan, bilinemeyen sorunları tıbbi sorun olmaktan çıkartma fikri ilk bakışta çok parlak gözüküyor. Ancak, hipertansiyon’un, el titremesinin ya da başağrısının neredeyse % 90’ının sebebinin tahlillerle ortaya konamıyor olması bunları hastalık ya da problem olmaktan çıkartacak dersek, ve bu hastalıkları tedaviden vazgeçersek (eh, kullanılan ilaçların bazen rahatsız edici etkileri olabiliyor) sonuçları ne olabilir?

Bir başka örnek; taşikardi, kalbin normalden hızlı çarpmasıdır. Normalde olan bir durumun, olması gerekenden daha fazla (ya da daha az) olması tıbbi problemlerin çoğunu oluşturur. Normal durumlarda da görülebilecek dikkatteki dağılmanın ya da amaçsız hareketliliğin aşırılığı, yersizliği ve sürekliliği, ve kişinin yaşamının akışını, gelişimsel kazanımlarını engellediğinde, bu durumu düzeltmek için bir çözüm arayışına girmek doktorların görevidir.

Çocukların ve gençlerin ruh sağlığını geliştirmeye, yaşama katılımlarını arttırmaya, sorumluluklarını taşıyabilen özgür insanlar olmasını sağlamaya dönük çabalar adı geçen yazarı neden rahatsız etmiş, bu konuda bayatlamış bir takım iddiaları Harvard vs gibi cafcaflı isimlerle süsleme ihtiyacı duyarak (ama Harvard’dan herhangi bir konunun uzmanının görüşünü aktaramadan) aktarmış, tahmin etmek benim işim değil. Bilimsel düşünüş eksikliğiyle, dar kafalılıkla, dogmatizmle mücadele zamana yayılacak, kişilere sınırlanması gerekmeyen bir süreç.

Esas görev. Çocuk psikiyatrisinde bir problemi çözmeye çalışırken cevabını bulmamız gereken temel bir soru var: “Peki, buradan çocuklara ne yarar doğar, onların gelişimine bir katkı doğurabilir miyiz?”  saçma ve yanlış bilgilerle de olsa konu gündeme geldiyse, konuya ilişkin esas meseleyi yazayım:

“Dikkat ve konsantrasyon” hayatı bütün ayrıntıları ile fark etmeyi, bu farkındalık ile yaşadıklarına bir anlam vermeyi içerir. Hayatın içinde bir misafir gibi eğreti ve yüzeysel yaşamak, anlamdan yoksun kalmayı ardından getirir. Ülkemizde en basit hesapla (% 7 civarında) bir milyona yakın çocuk ve ergenin DEHB belirtileri nedeniyle desteklenmesi, bu grubun en az dörtte birinin ilaçlar, okul içi eğitsel düzenlemeler ve danışmanlık ile tedavi edilmesi gerekiyor.  İhtiyaç sahiplerine bu hizmeti nasıl ulaştırabiliriz? Bu alanda çocuk psikiyatrları, psikologlar, pedagoglar, psikolojik danışmanlar, rehber öğretmenler ve öğretmenlerin çabalarına nasıl daha fazla destek olabiliriz?