Geçenlerde bir gazetede DEHB tedavisinde kullanılan ilaçların bir yılda yüzbinlerce kutu yazıldığına (aşırı kullanıldığına) ilişkin bir haber çıktı. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) hakkında en çok yazılıp çizilen psikiyatri tanılarından birisidir. DEHB ile ilgili böyle iddialar içeren haberler periyodik olarak ortaya çıkar; tartışılır, iddiaların yanlışlığı ortaya konur. Birkaç ay ya da bir yıl sonra tekrar aynı tip haber dalgası gelir.

Kuyudaki taş

DEHB tanılı çocukların büyük bölümü ne tanı ne de tedavi almaktayken aşırı tedavi yapılıyor demek yanıltıcıdır

Geçenlerde bir gazetede DEHB tedavisinde kullanılan ilaçların bir yılda yüzbinlerce kutu yazıldığına (aşırı kullanıldığına) ilişkin bir haber çıktı. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) hakkında en çok yazılıp çizilen psikiyatri tanılarından birisidir. DEHB ile ilgili böyle iddialar içeren haberler periyodik olarak ortaya çıkar; tartışılır, iddiaların yanlışlığı ortaya konur. Birkaç ay ya da bir yıl sonra tekrar aynı tip haber dalgası gelir. Çok sayıda kişiyi etkileyen ve nispeten sık görülen (yüzde 7-11) bir nörogelişimsel bozukluk olan DEHB hakkında çıkan her haberi ilgiyle okuyacak anne-baba, öğretmen ya da danışman olduğunu düşünürsek, bu haber ve “uzman görüşü” üretimini yadırgamamak gerekir. Kuyuya atılan taş misali…

Bu tip haberlerde genellikle önce tanının zaten uydurulmuş bir problem olduğu iddia edilir; bir biçimde konuyla ilgili birkaç doktorun haberi destekleyici fikirleri “uzman görüşü” olarak yerleştirilir. Bu iddialara karşı kanıtlar ortaya konduğunda tanının abartılı sayıda konduğu, ilaç tekellerinin etkisi altındaki doktorların ilaçları bol keseden yazdığı, ilaçların da çocuklara zarar verdiği gibi iddialar takip eder. Özellikle “kapitalizmin oyunu” ya da “çocukların sırtından kazanılan milyonlar” gibi ifadelerle süslendiğinde sol-muhalif bir duruşun prestiji de ödünç alınır (iktidar partisinin muhalif söylemlerini hatırlatan bir yöntem).

Otizm ile aşılar arasında ilişki olduğu (ya da küresel ısınma diye bir şey olmadığı) iddiası gibi aksi ne kadar kanıtlanırsa kanıtlansın daha yüksek sesle ve daha ön sayfadan söylenmeye devam eden bu tip iddiaların çocukların gelişimine dönük bir katkısını göremiyorum. Toplumda bireylerin inanmaya yatkın oldukları ve inanmamaya yatkın oldukları klişe görüşlerin varlığında, “tam saha press” propaganda ile mevcut klişeleri pekiştirmek, psikolojik etkileri olan ilaç kullanmaya ilişkin endişelerimizi canlandırmak çok kolaydır. Bir anlamda ortaçağın büyücülerinin ya da cadılarının yapıp verdiği ilaçlarda olduğu gibi bizi biz olmaktan çıkartacak, geri dönülmez değişiklikler yaratacak etkilerden korkumuzu harekete geçiren psikotrop ilaçlardan ürker, uzak durur hatta lanetleriz. Güçsüz değilizdir, yabancı ya da kimyasal bir maddeyi vücudumuza sokmak istemeyiz. Bu söylemle tanımlandığında sahiden hiç birimiz bu ilaçları kullanmak istemez. İlaçların yanlış ya da yersiz kullanımına ilişkin (kaçınılmaz) örnekler bulunca, iddianın inandırıcılığı önüne geçilemez hale gelir. Bilime inanmama, bilimden ve uzmanlıktan kuşku duyma son 20 yılda giderek yaygınlaşan ve her politik görüşten (çoğunlukla sağ’dan ama giderek sol’dan da) kendisine destekçi bulan bir ideolojik pozisyona dönüşünce, iddianın karşısına bilimsel veri çıkartmaya çalışmak da beyhude olabilir. Yine de denemeye değer.

İddiaların doğruluklarını nesnel şekilde değerlendiren, bilimsel yöntemleri kullanarak yapılabilecek eleştiri ya da kanıtlamalar yerine gazetelerin sansasyonel başlıklarını tercih eden bu iddiaları ciddiye almak ile almamak arasında kalsam da, kafa karışıklığını önlemek açısından verileri gözden geçirdim. Hesaplarda sayıları yuvarladım; tedavi ihtiyacını en düşük düzeyde hesaplamaya çalıştım.

Sağlık Bakanlığı’nın kullanılan ilaç kutusu sayısı verilerine bakarak bir hesaplama yaptığımızda, en fazla 85 bin kişinin DEHB tedavisi için ilaç almakta olduğu söylenebilir.  

Ülkemizde 6-14 yaş arasında 11.3, 14-18 yaş arasında 5.1 milyon kişi (toplam 6-18 arası 16.5 Milyon) vardır. DEHB’nin 6-18 yaş grubunda görülme oranları toplumlarda  % 7-11 arasında değişir. Biz kendimiz için en düşük oranı alıp % 7 dersek, 6-18 yaş arasındaki nüfusta tanı alabilecek nitelikte olan 

1 milyon 155 Bin kişi var diyebiliriz. 

Bu tanıya uyanların hepsinin tedavi zorunluluğunun aynı düzeyde olmayacağı aşikâr. Pratikte bu sorunların bir kısmının okul ortamında ve ev yaşamında bazı düzeltmeler ve düzenlemeler ile hafifletilebileceğini görüyoruz. Yine de tanı alacak düzeyde sorunları olanların yine kaba bir hesapla en az yarısının ilaç tedavisi olmaksızın problemlerinde dişe dokunur bir düzelme olmayacağını varsayabiliriz. 

DEHB tanısı alacak düzeyde sorun yaşayan yaklaşık 575 bin çocuk ve ergen ilaç tedavisine ihtiyaç duyabilir ve faydalanabilecek durumdadır. Bu sayıdan ilaç tedavisi gördüğünü tahmin ettiğimiz 85 Bin kişiyi çıkartırsak, tedavi edilmesi gelişimi ve gelecekteki ciddi sorunların önlenmesi açısından gerekli olan (ancak tedavi edilmeyen) 490 bin kişi geriye kalır. 

Tedavi ihtiyacı olanların yaklaşık % 85’i tedavi edilmemekte anlamına gelen bu verilere baktığımda “İlaç çok kullanılıyor, doktorlar önüne gelene ilaç yazıyor, çocukları zehirliyor” gibi dayanağı pek olmayan iddialar ile çocukların yararına bir sonuç doğmayacağını söyleyebilirim. 

***

DEHB hakkındaki temel görüşlerimi özetleyeyim:

1. DEHB bireyin potansiyelini gerçekleştirecek gelişimini sağlayabilmek için tedavi edilmesi gereken, tedavisinde ilaçların önemli yer tuttuğu bir nörogelişimsel bozukluktur. Değişik ciddiyet düzeylerinde görülür; problemin ağırlığına ve etkilediği hayat alanına (okul, aile, sosyal ve bireysel gelişim) göre uygulamaların kapsamı (tıbbi, eğitsel, psikososyal gibi) çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanı tarafından belirlenir. Ruh sağlığı ve eğitim alanında çalışan değişik dallardan profesyonellerin uygulamalarından gündelik hayat ve kişisel gelişim için büyük yarar sağlanır. İlaç tedavisi kısa vadede etkinliği yüksek olan tedavi yöntemidir. Psikososyal ve pedagojik terapi ve düzenlemelerin içinde olduğu bir tedavi planının parçası olarak uygulanması gerekir.

2. DEHB tanısı alacak düzeydeki problemleri sebebiyle sosyal ve bilişsel gelişimi engellenen ve tedavilerinde ilaç kullanımına ihtiyacı olanların yaklaşık yüzde 85’i böyle bir tedavi almamaktadır. 

3. İlaç tedavisi gerekmediği halde ilaç tedavisi verilenlerin oranı ilaç tedavisi alanların zaten düşük oranı (ihtiyaç sahibi olanların ’i) içinde çok küçük bir bölümü oluşturuyor olabilir. En küçük grup ve tek bir bireyin bile yanlış tedavi edilmemesi gereklidir; ancak toplum sağlığı açısından tedavisiz ve destek kalanların dev boyutu düşündürücü ve alarma geçiricidir. Bu iddiaların tedavisiz çocukların tedavi olasılığını azaltıcı etkileri vardır. Tedavisi sürmekte olan çocukların tedavilerine gazetelerdeki olumsuz propagandanın negatif etkileri olmaktadır.

4. İlaç tedavisi alan ve almayan DEHB’li çocukların ve ergenlerin psikososyal, pedagojik ve eğitsel ihtiyaçları neredeyse hiç denecek kadar az karşılanmaktadır. DEHB tanısı alan çocukların eğitsel, pedagojik ve psikososyal yöntemlerle desteklenmesine ilişkin okul, aile ve bireysel düzeyde sağlanan destek son derece yetersizdir. Hastanelerdeki hizmet çocuk ve ergen psikiyatrlarının yönetimlerce dakikalara indirilmiş muayene sürelerine sınırlanmakta, ailelere bilgi, okullara kılavuzluk ve çocuklara psikososyal destek sağlanması için zaman, eleman (hekimin yanı sıra psikolog ve sosyal çalışmacı başta olmak üzere) ve yaklaşım (ailelerin eğitimi ve güçlendirilmesi, öğretmenlere beceri kazandırılması gibi) eksikliği giderilmemektedir. 

5. DEHB çocuğun yaşamında sadece dersini engelleyen dikkat verememe ya da uyumunu bozan dürtü kontrol edememe olarak kalmamakta, her geçen yıl başarısızlık, kaygı ve çökkünlük, öğrenme açıkları ve sosyal davranış kusurları eklenerek çocuğu mutsuz, keyifsiz, öfkeli, kaygılı, başarısız bir yetişkin olmaya doğru itmektedir. Edinilen yanlış alışkanlıklar, ya da bireyin sosyal veya duygusal uyumsuzluğu tedavi edilmemişliğin ve desteklenmemişliğin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.