Kuzey Ormanları Savuması'ndan koronavirüs çağrısı
Kuzey Ormanları Savunması, bir basın açıklaması yayınlayarak, koronavirüsün Türkiye’deki merkezi durumunda olan İstanbul ve Marmara Bölgesi’nin yaşam kaynağı olan Kuzey Ormanları’nın en üst düzeyde korumaya alınması çağrısında bulundu
Kuzey Ormanları Savunması (KOS), yazlı bir basın açıklaması yaparak tüm dünyayı etkisi altına alan Covid_19 salgınına ve artçılarına karşı insanlığın yanında olan tek gücün doğa olduğu belirtti.
Açıklamada, suyu, toprağı, ormanı, yaban hayatını, iklimi ve doğayı tahrip eden küresel kapitalist sisteme son verilmezse yeryüzündeki canlı yaşamının tahminlerden çok daha hızlı bir biçimde yok oluşun eşiğine geleceği uyarısında bulunuldu.
Kuzey Ormanları Savunması ayrıca, salgının ülkedeki merkezi durumundaki İstanbul ve Marmara Bölgesi’nin yegane su, gıda, nefes ve yaşam kaynağı olan Kuzey Ormanları’nın salgına karşı en büyük güç olduğunu belirterek orman ekosistemi ve yaban hayatının kayıtsız şartsız en üst düzeyde korumaya alınması çağrısında bulundu.
KOS açıklamasında Koronavirüs salgınına karşı alınması gereken önlemler şöyle sıralandı;
"Küresel kapitalizm doğayı tahrip ederek insan türünün de içinde olduğu yeryüzündeki canlı yaşamını yok oluşa sürüklemektedir. Salgınlar bu tahribin doğrudan sonuçlarından biridir.
Covid19 salgını da tıpkı geçmiş pandemilerde olduğu gibi doğa ve yaban hayatı tahribinin en yoğun yaşandığı bölgelerden birinde başlamış ve kısa sürede tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Endüstriyel üretim ve tüketimin yoğun olduğu kentsel alanlar salgının en hızlı yayıldığı ve şiddetini en fazla gösterdiği yerler durumundadır. Dünyanın tüm büyük şehirlerinde olduğu gibi ülkemizde de İstanbul başta olmak üzere yoğun nüfuslu şehirler salgının ağır etkisi altındadır.
Ülke nüfusunun büyük bölümünün toplanmış olduğu Marmara Bölgesi’nin kuzeyinde, on milyonlarca insanın yegane su, nefes, yaşam kaynağı olan Kuzey Ormanları, böylesi ölümcül bir salgını yenebilmek için yanımızda olan en önemli savunma gücüdür.
Rant odaklarının salgın günlerinde bile doğa tahribine ara vermediği, aksine bu durumu bir fırsat olarak değerlendirip yağmaya hız vermeye çalıştığını görüyoruz. Doğa üzerinde ‘egemenlik’ kurmayı amaç edinen bu toplumsal düzen, iklim krizi, orman yangınları, salgın gibi birbirinin sonucu olan ve birbirinin yok edici etkilerini arttıran pek çok yıkıma yol açtı ve açmaya devam ediyor.
Bu yüzden doğayı ticari bir mal, pazarlanacak bir manzara, gerekirse taşınacak bir eşya vb. gören bilim, akıl ve vicdan dışı yaklaşımlar terk edilmeli, aşağıda sıralamaya çalıştığımız bir dizi önlem ivedilikle hayata geçirilmelidir.
1-Kuzey Ormanları’nı inşaat yağmasına açmak için yapılan; köprü, otoban ve havalimanı görünümlü Mega Rant Projeleri iptal edilmeli, başlanmamış olanlardan vazgeçilmeli, garanti ödemeleri durdurularak kamu kaynakları salgınla mücadeleye harcanmalıdır.
*Çatalca’dan Sakarya’ya, Kuzey Ormanları’nın yaklaşık 50 milyon ağacına kıyılarak yapılan ve ormanı yüzlerce parçaya bölerek ekosistem bütünlüğünü yok eden 3. Köprü, KMO ve bağlantı yolları YİD anlaşması iptal edilmeli, kamulaştırılmalı ve adım adım ormana iade edilmelidir.
*Salgın aylarında bile bu projelere ödenen araç/yolcu garanti ödemeleri derhal durdurulmalı, salgına karşı toplumu savunmak için kullanılması gereken kamu kaynakları inşaat ağalarının kasalarına aktarılmamalıdır.
*Kuzey Marmara Otoyolu yapımı sırasında orman bütünlüğünden koparılan alanlar üzerindeki yapılaşma baskısı ortadan kaldırılmalıdır.
*Kuzey Ormanları’nın 13 milyon ağacına ve 80 gölüne kıyılarak yapılan, çevresindeki orman ve kıyı alanlarını, İstanbul’un en önemli su kaynağı olan Terkos Gölü çevresini yapılaşmaya açan 3. Havalimanı YİD anlaşması iptal edilmeli, kamulaştırılmalı ve beton çölü sökülerek ormana iade edilmelidir.
*İstanbul’u 3 kara parçasına ayırıp küresel ısınma adaları yaratacak olan, Marmara ve İstanbul’un son su, orman ve tarım alanlarını yok edecek kanal kılıklı mega rant projesinden vaz geçilmelidir.
*Kuzey Ormanları’nı imara açan ve açacak olan her ölçekteki imar planları, ÇED’ler, ihaleler, yasa ve yönetmelik değişiklikleri durdurulmalıdır.
*Kuzey Ormanları bütünlüğü içerisinde yer alan Askeri Alanlar birer birer çeşitli plan ve gerekçelerle yapılaşmaya açılmaktadır. En son örneği sahra hastanesi yapmak için Samandıra’daki askeri ormanlık alanın inşaata açılmasıdır. İstanbul’un son boş ve yeşil alanları olan askeri alanlarını yapılaşmaya açan her türlü uygulama iptal edilmeli ve durdurulmalıdır.
*İstanbul’un nüfus yoğunluğu, kentin ve ekosistemlerin kaldırabileceği kapasitenin katbekat üzerine çıkarılmıştır. Altyapı kaldırabileceği sınırı çoktan aşmış, kaynaklar yetersiz kalmıştır. Salgında görüldüğü üzere en yüksek vaka ve ölüm sayıları İstanbul’dadır. Kente daha fazla nüfus yükü bindirecek tüm projeler iptal edilmelidir.
2-Doğayı ve yaşamı yok eden rant projeleri durdurulmalı, salgında bile rant fırsatçılığı yapılmasına izin verilmemelidir.
Halkın can derdinde olduğu salgın günlerinde bile Türkiye’nin dört bir yanında doğayı yağmalayan ve yaşam alanlarını yok eden projeler hız kesmiyor. Artvin Cerattepe’de Cengiz Holding madenleri, Yusufeli ve Güneysu’da HES inşaatları salgına rağmen doğaya ve işçiye kıymaya devam ediyor. Bursa Kirazlıyayla’da, köylüler evlerindeyken kapasite artırımı için orman kıyımına girişiliyor. Halk salgının ilk şokunu yaşarken Salda Gölü’nün eşsiz kıyı kumlarına iş makineleri dalıyor. Muğla Çıtlık Ormanı sunta endüstrisine kurban edilerek odun pazarına çevriliyor. Rant ve çıkar odakları, daha sayamadığımız nice yeni talan projesiyle, sebep oldukları salgın sırasında bile doğaya savaş açmaya çalışıyor.
Kuzey Ormanları da bu süreçte gözü dönmüş rant fırsatçılığından nasibini alıyor. İstanbul’a yapılmasında ısrar edilen rant kanalı üstündeki iki tarihi köprünün taşınma ihalesi oluşan tepkiye rağmen maskeli şirket temsilcileriyle yapıldı. Daha önce bölge halkının direnişiyle iptal edilen, Şile ve Kandıra arasında Kuzey Ormanları’nı, tarım alanlarını ve onlarca köyü yok edecek Sungurlu Barajı projesine yine bu salgın döneminde ÇED olumlu kararı verildi. Yine bölge halkının mücadele ederek durdurduğu Edirne Saros Körfezi’ne planlanan ve denizi, kıyı ve orman alanlarını tahrip edecek olan doğalgaz liman ve boru hattı projesi için yeniden ÇED süreci başlatıldı. Ceyport Tekirdağ Uluslararası Limanı’nda kurulması planlanan likit tank çiftliği projesi kapsamındaki kimyasal depolama alanının temelleri deniz kıyısında atıldı. Trakya’da sayıları sürekli artan Rüzgar Elektrik Santralleri için Kırklareli Pınarhisar ve Vize’de kapasite artışına ÇED olumlu kararı verildi. Yine Kuzey Ormanları’nın Tekirdağ Kıyıköy mevkilerini tahrip eden RES’lerin kapasite artışı için ÇED süreci başlatıldı. İstanbul Kuzey Ormanları’nın parçası olan Samandıra’daki bir askeri alan ve Atatürk Havalimanının çalışır durumdaki pistleri bu kez sahra hastanesi adı altında yapılaşmaya açılarak yok edildi. İnşaat sektörünün sunta devleri daha da semirsin diye Kuzey Ormanları’nın her köşesinden eksik olmayan testere sesleri salgın günlerinde daha da yükseldi. Gençleştirme, seyreltme, tabiat parkı, kent ormanı vb pek çok bahane ile ormanın habitat bütünlüğü parçalanarak ‘işletme’ haline getirilmeye devam edildi.
Yağma projelerine karşı bölge halkı ve doğa savunucuları salgına rağmen ormanı savunuyor, doğayı korumak için itiraz ediyor. Ama gözünü rant hırsı bürüyenler durmak bilmiyor. Üstelik yönetmeliklerde ve yasalarda yapılan düzenlemelerle ihaleler ve doğanın talana açılması kolaylaştırılıyor.
*Türkiye’nin dört bir yanında salgın dinlemeden devam eden bütün rant projeleri durdurulmalıdır.
*Salgın günlerinde halkın yaşamını kolaylaştıran önlemler alınacağına, sermaye yararına yetki kullanımından vazgeçilmelidir. Salgın fırsatçılığına dönüşen bütün kararnameler, yönetmelik ve yasa düzenlemeleri, ÇED olumlu kararları geri çekilmelidir.
3-COVID-19 salgınına karşı su kaynakları en üst düzeyde korunmalıdır.
Su, en temel yaşamsal ihtiyacımız ve salgınlara karşı en önemli savunma aracımızdır. Trakya, İstanbul ve Anadolu’da yaşayan on milyonlarca insan ve sayısız canlının yegane su kaynağı Kuzey Ormanları’ndadır ve ormanlara ait su havzaları on yıllardır ağır tahrip altındadır.
Kuzey Ormanları ekosistemi içerisinde irili ufaklı 40’a yakın göl ve baraj bulunmaktadır. Bu yer üstü su kaynakları Kuzey Ormanları’nın yüksek kesimlerine yağan kar ve yağmur sularını toplayan su havzalarının dere ve nehirleriyle beslenmektedir.
Kuzey Ormanları’nın Terkos, Alibey, Ömerli, Darlık, Sapanca gibi gölleri ve bu gölleri besleyen su havzaları, on milyonlarca ağaca kıyan ve orman ekosistemini paramparça eden 3. Köprü, KMO ve 3. Havalimanı isimli mega rant projelerinin inşa edilmesiyle, inşaat ağalarının yağma ve işgaline açılmıştır. Özellikle Kuzey Ormanları’na komşu ilçe ve semtlerde, orman köyleri çevresinde emlak hareketi hızla büyümektedir.
Orman vd. doğal sistemleri perişan eden projelerin malzeme tedariği, yine civarda açılan maden ocaklarından sağlanmakta, bu alanlar göktaşı sağnağına maruz kalmışçasına devasa kraterlerle yok edilmektedir. Bunlara ilaveten enerji santralleri, organize sanayi bölgeleri gibi türlü yağma projesi de yine ekosistemin zayıf düşmesine neden olmakta, betona boğulmuş Kuzey Marmara şehirlerinin ısı adası etkisi, iklim krizinin olumsuz etkilerine eklenince Kuzey Ormanları baraj ve gölleri tarihinin en düşük su seviyelerini görmekte, Sazlıdere, Pabuçdere, Kazandere gibi barajlar tamamen kuruma riskiyle karşılaşmaktadır.
Başta sağlıkçılar olmak üzere toplumun salgınla mücadele için en temel gereksinimi sudur. Kuzey Ormanları’nın suyu az ve önümüz yazdır. Bu yüzden su kaynaklarını korumak için ivedilikle bir dizi tedbir alınmalıdır.
*Kuzey Ormanları’ndaki su kaynaklarının çevresini ve beslendiği su havzalarını işgal eden yapılaşmaya açan tüm mega rant projeleri ile birlikte, orman içinde ve yakınında bulunan semt, mahalle ve köy meralarındaki emlak hareketi durdurulmalıdır.
*İstanbul’un en önemli su kaynaklarını yok edecek olan rant kanalı projesi iptal edilmelidir.
*Temel sektörler dışında sanayi su kullanımı durdurulmalıdır.
*Havuz doldurma, çim sulama gibi suyun konfor amaçlı kullanımı yasaklanmalı,
*Ormanın kaynak ve yeraltı sularına el koyularak ticaretinin yapılması yasaklanmalı, içme suyu tesisleri kapatılmalı, temiz suya erişim eşit ve parasız bir yurttaşlık hakkı haline getirilmelidir.
*Yeraltı suyu kullanan oto yıkama firmaları kapatılmalıdır.
*Su hasadı ve su tasarrufu için projeler geliştirilmeli, çeşitli mecralarda toplumun tüm kesimlerini su tasarrufunun önemi konusunda bilinçlendirici yayınlar yapılmalıdır.
4- İklim krizinin COVID-19 ve benzeri sonuçlarının engellenmesi için iklim acil durumu ilan edilmeli ve ekoloji tabanlı hareket planı faaliyete geçirilmelidir.
İnsanların doğaya müdahalesinin bir sonucu olan iklim değişikliği ve ormansızlaşma, ekosistemleri yok ederek salgın hastalıkların yayılması gibi birçok iklimsel felaketin doğrudan sebebi olmaktadır.
Mevcut sistem çevreyi, iklimi ve yaşamı göz ardı ederek kâr odaklı işlemeye devam ettikçe iklim krizinin karşısında durmak her geçen gün daha da imkânsız hale gelecektir. Salgın süresince, tüketim ekonomisindeki kilitlenmelerin küresel karbon emisyonlarında ve hava kirliliğinde keskin düşüşlere yol açması[1] da, dünyaya hâkim bu tüketim odaklı sistemin doğayı nasıl yok ettiğinin göstergesidir.
Ancak ülkemizde COVID-19 pandemisinin ortaya çıkması ve yayılmasındaki nedenlerin dikkate alınması şöyle dursun, bu sebepler salgın günlerinde bile canlıların yaşam alanlarını yok eden yüzlerce yağma projesiyle daha fazla derinleştiriliyor.
İçinde bulunduğumuz küresel iklim krizinde; atmosferdeki karbonu tutma, havayı filtreleme ve hava kirliliğini azaltma, su kaynaklarını destekleme özellikleri ile Kuzey Ormanları gibi bütüncül orman ekosistemleri iklim krizinin yarattığı yıkıcı felaketlere karşı hayati önem taşıyor. Ancak orman arazilerinin rant odakları ve iklim krizini yaratan dünya kapitalizminin tahribi ile kaybolması küresel sıcaklık artışı için geri dönülmez nokta olarak görülen 1,5°C sınırına hızla tırmanmamıza neden oluyor. Orman bozulması ve ormansızlaşma, küresel sera gazı emisyonlarının 29%’unu oluşturuyor.
Ormansızlaşmaya bağlı olarak hızla gerçekleşen sıcaklık değişiklikleri ve ısı dalgalanmaları, daha fazla orman yangınlarıyla karşılaşmamıza ve biyoçeşitliliği yitirmemize neden oluyor. Eğer bu biyoçeşitliliği korumazsak gelecekte covid-19 salgını gibi daha birçok çevresel felaketle yüzleşmemiz kaçınılmaz olacaktır.
Doğayı yalnızca kâr için sömürü aracı olarak gören kapitalizmin kirletici sanayisinden kaynaklanan karbon salınımı, gezegenimizi ısıtıp milyonlarca türü yok olma eşiğine getirirken, COVID-19 virüsünün yarattığı sağlık tehdidi, hava kirliliğine maruz kalan canlılar için daha ölümcül sonuçlar yaratıyor.
Ülkemizin 81 ilinin 80’inin, Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre hava kalitesi kirli olarak nitelendiriliyor ve Türkiye’de hava kirliliği, her yıl 52 bin kişinin ölümüne sebep oluyor. Hava kirliliği, yaklaşık 3 bin fabrikanın bulunduğu Trakya’da, denetimsiz sanayinin en acımasız şartlarının yaşandığı Kocaeli, Düzce ve Sakarya’da, Kuzey Ormanları’nın mega rant projeleriyle talan edildiği İstanbul’daki canlı yaşamını her geçen gün daha fazla etkiliyor.
Salgına ilişkin tedbir paketlerine 30 büyükşehrin yanında “Akciğer hastalığının yüksek olduğu” Zonguldak’ın dâhil edilmesindeki ana nedenin kömür ve kömüre bağlı kirletici enerji üretimi olduğu apaçık ortada dururken; bu durum iklim adaletsizliğinin, insanların sağlığına ve refahına nasıl büyük bir engel olduğunu ve halk sağlığını nasıl etkilediğini gösteriyor.
Bu nedenle;
*Faaliyette bulunan ve havadaki sera gazı emisyonunun en büyük kaynağı olan bütün termik santral projeleri daha fazla canlı yaşamını tehdit etmeden acilen durdurulmalıdır.
*Hava kirliliğinin sağlık etkilerinin değerlendirilmesi ve kirliliğin azaltılması ile ilgili politika geliştirilmesinde, bilim insanları, ilgili meslek örgütleri/sivil toplum kuruluşları ile iş birliği ve iletişim içinde çalışılmalıdır.
*Araç trafiğini teşvik edici her türlü plan devre dışı bırakılıp toplu taşıma ağı geliştirilerek ücretsiz hale getirilmeli, yaya ve bisiklet yol ağları geliştirilip yaygın hale getirilmelidir.
5- İnsanlığın COVID-19 ile mücadelesinde ve hayati gereksinimlerinden biri olan gıdanın temini için gıda meta olmaktan çıkarılmalı, tarım alanları korunmalı, doğayı esas alan tarım politikaları ivedilikle hayata geçirilmelidir.
Tüm canlıların birincil yaşam kaynağı olan gıda ve temiz gıdaya erişim hakkının önemi COVID-19 pandemisi ile bir kere daha gün yüzüne çıkmıştır. Bir kriz anında ilk refleksimiz gıda stoklamak olmaktadır. Gıda konusu bu derece önemliyken günümüzde tarım yapılabilecek özelliklere sahip alanlar ve su kaynakları hızla kirlenmekte, tarım dışı kullanımlarla yok olmaktadır. Üstelik bir avuç şirket, pestisit, gübre, tohum satışı vb. ile piyasalarda dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 70’ini kontrol etmekte, gıdanın üretim ve tüketim hakkını ellerinde tutmakta, endüstriyel tarımı dayatmaktadır. Tüm bu sebepler yakın gelecekte insanların ciddi gıda ve su sıkıntısı yaşayacağı öngörülerini arttırmaktadır.
Geçmişte tarım ülkesi olan Türkiye’de artık temel gıda ihtiyaçları bile ithal ediliyor. 2019 TÜİK verilerine göre tarım alanları 2001-2018 arasında %12 azalırken, sebze bahçeleri alanı ise %15 küçüldü. 2018 yılında buğday ithalatı %32 artarken, Türkiye’deki çiftçi sayısı ise son 10 yılda %38 azalış gösterdi. 1970’te tarımsal istihdamın toplam istihdama oranı %65 iken bugün bu oran %7’ye kadar geriledi.
Bugün bir dünya krizi ile karşı karşıya iken tarımsal üretimden vazgeçmiş ve dışa bağımlı hale gelmiş olan ülkemizde en temel ihtiyacımızın nasıl karşılanacağı sorusu herkesin endişesi olmalı ve çözümlere yönelik adımların ivedilikle atılmasında ısrarcı olunmalıdır.
Tam da bu noktada:
Kuzey Ormanlarındaki akarsuların beslediği tarım havzalarının korunması ve sürdürülmesi hepimiz için hayati önem taşımaktadır. Ancak Kuzey Ormanları bugün gelinen noktada sanayi ve inşaat sektörlerinin, mega projelerin, madencilik ve taş ocağı faaliyetlerinin işgali altındadır.
Kuzey Ormanlarının batı ucunda yer alan Istıranca Ormanları’ndan doğan Ergene Nehri sanayileşme, sanayi atıkları ve endüstriyel tarım sebebiyle 4.sınıf, yani en kirli su haline gelmiştir. Aynı zamanda yer altı sularının kullanımı ile su seviyesi her geçen gün düşmektedir. Tüm bunlar hem İstanbul hem de bölge için önemli bir gıda kaynağı olan Ergene Havzası’nın yok olmasına neden olmaktadır.
Kuzey Ormanlarının doğusundaki akarsularla beslenen Kocaeli, Sakarya ve Düzce’nin sahip olduğu zengin ve büyük tarım alanları da benzer şekilde sanayileşme ve yapılaşmanın baskısı altında, su kaynaklarının da zarar görmesi ile birlikte ciddi tahribata uğramıştır. Ormanların ve su havzalarının korunmaması, baraj projeleri, enerji üretim tesisleri, hafriyat döküm alanları tarımsal üretime zarar vermektedir.
Silivri, Çatalca, Arnavutköy, Beykoz, Şile ve Ümraniye başta olmak üzere İstanbul sınırlarındaki tarım alanları 3. köprü, 3. havalimanı, KMO gibi mega projelerin yarattığı tahribatlar ve yapılaşma tehdidi ile karşı karşıyadır. Üstelik hala rant kanalı gibi bir projenin yapılması planlanmakta ve bölgedeki ekolojik dengenin tamamen bozulmasına göz yumulmaktadır.
İstanbul’un tarım alanlarının metropoliten bölge içinde üretim alanları olarak kullanılması hem günlük taze gıdaya ulaşmada kolaylık sağlaması ve hem de ekolojik ayak izinin azaltılması açısından son derece önem taşımaktadır. Hâlihazırda gıda ve tarım üretimi ile İstanbul’un kendi nüfusunu beslemesi mümkün değilken, mevcut tarım alanlarının ve onu besleyen orman ve su varlığının yok edilmesi İstanbul için son şansını da kaybetmesi demektir.
Tarımsal arazilerin tarım dışı kullanıma açılması, toprak ve çevrenin kirlenmesi, şehirleşme ve sanayileşme politikaları tarım alanlarının daralmasına sebep olurken aynı zamanda flora çeşitliliğinin de geri dönülmez şekilde kaybına yol açmaktadır.
Bugün bu pandemi ile birlikte aslında yeniden kendi kendine yetebilen yaşam alanları oluşturmanın önemini hatırlamış olduk. Toplumun bugün bu salgınla mücadele için ve sonrasında da sağlıklı ve sürdürülebilir bir yaşam için en hayati gereksinimlerinden biri gıdadır. Temiz, sağlıklı gıdaya erişim temel hakkımızdır! Bu yüzden tarım alanlarını korumak için ivedilikle gerekli tedbirler alınmalıdır.
Tarım alanlarının korunması ise orman ve su varlığının korunmasından geçmektedir. Kuzey Ormanları muhafaza ormanı ilan edilerek tüm ekolojik yapısı ile birlikte korunmalıdır.
*Gıda meta olmaktan, toprak ise rant alanı olmaktan çıkarılmalıdır.
*Tarım alanlarının enerji ve maden yatırımları, otoyollar, mega projeler, konut ve fabrikalar tarafından gasp edilmesi engellenmelidir.
*İstanbul’da tarım alanlarını ve Trakya’da, Kocaeli’nde, Sakarya’da tarım havzalarını işgal eden yoğun sanayi faaliyetleri kısa vadede son bulmalı ve havzalar yeniden tarıma kazandırılmalıdır.
*Sanayi tesislerinin kimyasal atıklarını akarsulara boşaltması ivedilikle engellenmeli; sıkı denetim ve cezalar işletilmelidir.
*Yerli tohum satışını yasaklayarak çiftçiyi tekellere mecbur bırakan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu iptal edilmelidir.
*Tarım kooperatifleri desteklenmelidir.
*Tarıma yönelik özelleştirme politikaları son bulmalıdır.
*Toprağın, suyun vd. doğal kaynaklarla birlikte canlıların zehirlenmesine yol açan pestisitlerin ve suni gübrelerin kullanımı yasaklanmalıdır.
*Monokültürel tarımdan vazgeçilmeli ve bölgeye has biyoçeşitlilik korunmalıdır.
*Endüstriyel tarımdan vazgeçilerek geleneksel, ekolojik ve sürdürülebilir yerel tarıma geçilmelidir.
*Verimli sulama yöntemleri kullanılarak, topraklar organik madde açısından zengin hale getirilerek, su hasadı yapılarak ve uygun ürün seçimleri ile su kaynakları korunmalıdır.
*Kuraklığa dayanıklı yerel tohumların ekimi gibi iklim değişikliğine uyumlu tedbirler alınmalıdır.
*Yerel üretici ve tüketici arasında dayanışmayı esas alan, şeffaf ağlar oluşturulmalıdır.
*Yerel yönetimler gıda üretimi ve tüketimine dair çözümlerde aktif rol almalıdır.
*Kolektif kent bahçeleri hayata geçirilmelidir. Kent içinde, çeperinde veya dışındaki tüm parkların, yol kenarlarının, özel veya kamuya ait atıl kalmış alanlarının tarımsal üretime açılması planlanmalıdır
6- Yaban hayatı tahribine son verilmeli, avcılık yasaklanmalı, hayvanat bahçesi olarak adlandırılan hayvan hapishaneleri kapatılmalı, biyokaçakçılık önlenmelidir.
Salgınlar, yaşam alanları tahrip edilen yaban hayvanlarına insanların temas etmesinden kaynaklanmaktadır. Diğer zoonoz hastalıklar gibi COVID-19 salgınının sebebi de orman alanlarının tarım amaçlı parçalanması, ormansızlaştırma, insanların yaban hayatına dönük her tür teması ve müdahalesidir.
Kuzey Ormanları’nda ise on yıllardır sürmekte olan rant ve yağma projeleri yaban hayatını da tahrip etmekte, orman bütünlüğünün bozulmasına ve habitat kaybına yol açmaktadır. Bu yüzden memeliler başta olmak üzere sayısız yaban hayvanı yuvasından, canından olmakta, başka yaşam alanı bulmak için göç etmek zorunda kalmaktadır.
3. Havalimanı binlerce yıldır İstanbul Kuzey Ormanları’nı üzerinden uçan yüzbinlerce leylek ve yırtıcı kuşun göç yolu üzerine yapılmış, kuşların üzerinde dinlenip yuva yaptığı 13 milyon ağaçlık bölge kesilerek beton çölüne çevrilmiştir. Bununla da yetinilmemiş yüz binlerce kuşun su içtiği 80 gölet, inşaat ağalarının hafriyat kamyonları ile doldurularak dümdüz edilmiştir.
Türk Akım isimli Rus doğalgaz boru hattı için Kuzey Ormanları’nın Istrancalar, Kıyıköy ve Vize mevkileri arasında yine yüz binlerce ağaca kıyılmış, orman ekosistemi 22 km boyunca baştan başa dikenli tellerle ikiye bölünmüş, yaban hayatı adeta hançerlenmiştir.
Kuzey Ormanları’nda direnen eşsiz güzellikteki yaban hayatı böylesi büyük ve tarihsel saldırıların yanı sıra irili ufaklı yüzlerce tehdit ve tahrip projesiyle içten içe kemirilmektedir. Kuzey Ormanları kanser gibi içine yayılan taş ve maden ocaklarından, mantar gibi biten rüzgar santrallerine, köy meralarını orman manzaralı beton ucubelerle dolduran inşaat ağalarından, ormanı yarış pistine, düğün mekanına, halı sahaya, eğlence parkına çevirmeye çalışan rant odaklarına kadar pek çok sorunla boğuşmaktadır.
Tüm bu olumsuz şartlarda hala hayatta kalmayı başaran az sayıdaki yaban hayvanı da av çetelerinin pusularında can vermektedir. Avın yasalı, sporu, sezonu olmamalı, kayıtsız koşulsuz cinayet sayılmalı ve tümüyle yasaklanmalıdır.
Yaban hayatının korunması, insanların ve diğer tüm canlıların yaşam alanlarının belli bir denge içerisinde tutularak korunmasının gerekliliği bugün yaşadığımız kriz ile bir kere daha ortaya çıkmıştır.
7-Pandemiyle birlikte kullanılması zorunlu hale gelen veya acil ihtiyaca dönüşen medikal ürünler endişe verici düzeyde çevresel kirliliğe neden olmakta. Gereksiz kullanımı önleyici tedbirler alınmalı, kullanım sonrası oluşan çevresel riskler ortadan kaldırılmalıdır. Tüketim alışkanlıkları sorgulanmalı, toplum atık konusunda bilinçlendirilmelidir.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de aşırı ve bilinçsiz tüketim, üstesinden gelinmesi giderek zorlaşan atık sorununa neden oluyor. Pandemiye karşı sağlık sistemlerini ayakta tutmaya çalışan devletler ve kendini kurtarma telaşına giren insanlık, kendi yarattığı felakete karşı mücadele veriyor. Fakat bu süreçte kullandığı yöntemlerin kendisinin de parçası olduğu doğal sistemlere olan etkisini görmüyor veya göz ardı ediyor.
COVID-19’un pandemi halini almasıyla hastane atıklarının, tıbbi atıkların kullanımı küresel düzeyde katlanarak artmakta, kullanılıp rastgele atılan milyonlarca plastik eldiven, tekstil ürünü maske yaşamadığımız ekosistemlere dahi ulaşmakta, sıhhi sebeplerle üretilmelerine tezat bir şekilde doğayı ve canlıların sağlığını tehdit etmekte. Benzer şekilde açık alanlarda aşırı miktarda yapılan ilaçlamaların ne kadar etkili olduğu, uygulamaların mücadele ediliyor algısı yaratmak için yapılıp yapılmadığı, bunların yanında çevreye olan etkileri sorgulamaya muhtaç konulardır.
Salgın nihayetinde sona erecektir, fakat bu gidişle neden olduğumuz hasar kalıcı olacaktır.
Yönetimler vatandaşa ücretsiz malzeme tedariği gerçekleştirmenin ötesinde, bunların atık süreçlerini yöneterek çevresel olumsuzlukları asgari düzeye çekmek yükümlülüğündedir. Bu anlayış, atık konusunda toplumsal bilinçlendirme çalışmalarını da kapsamalıdır.